Çanakkale Cephesinde Sosyal Hayat

Savaşın bitimine dek askerlerin vazgeçilmez yaşam alanları olan siperler, 25 Nisan akşamı kazılmaya başlamıştır. Dokuz ay süren savaş sürecinde komutanından erine herkes bir taraftan savaşırken aynı zamanda yüzlerce kilometre uzunluğundaki siperleri kazmak, tahkim etmek ve buralarda geçirecekleri günlerin ağır şartlarını hafifletecek fiziki şartları oluşturmak için çabalamışlardır.

Çanakkale Cephesinde Sosyal Hayat

Bu durum cepheyi ziyarete gelen heyetleri hayretler içinde bırakacaktır. Suriye’den gelen ve içinde birçok ilim adamı ve gazetecinin olduğu heyet, siperleri görünce hayretlerini coşkunluklarını gizleyememişlerdir[1] :

“Aman Ya Rabbi, bu nedir; ne himmettir? Ne iştir; ne gayrettir? Bunlar nasıl, ne vakit yapıldı, edildi? Bu yollar, bu tertipler ne emeklerle bu hâle geldi? Buna şaşmamak elde değil. Bunlar öyle yalan yanlış şeyler değil. Belki her yeri fennin iktizasına göre kurulmuş, ince ince işlenmiş. Bunlar lafla olmaz. İnsan bir kere bunları, bu emekleri; bu başarılan şeyleri görmeli de sonra küçüğünden büyüğüne kadar ordunun vatanı muhafaza uğrunda ne gayretler gösterdiğini, hayatını nasıl hiçe saydığını anlamalı!”

Siperlerin kazımına şaşıran bir diğer isim ise Hamilton’dur.17 Mart 1915 günü, Bozcaada’ya varan Hamilton Queen Elizabeth zırhlısında Amiral de Robeck, Komodor Roger Keyes, Fransız Filosu Komutanı Amiral Guepratte, General d’Amade, Amiral Wemyss, Albay Polen’le bir araya gelir ve bir toplantı yaparlar.General D’Amade Türk seyyar topçu birliklerinden şikayet eder.Sabit bataryaların susturulabileceğini ancak seyyar topların gizlenip ateş etmesinin mümkün olduğunu, donanmalarının Boğaz’dan geçme teşebbüsü sırasında bu seyyar topların gemilerine zarar vermesinden çok çekindiklerini söyler[2].Yarımadanın doğal engelleri Hamilton’u korkutmuştur.

“Gelibolu Yarımadası tabii bir tahkimat halindeyken, Türkler tarafından durmadan, her gece yeni siperler kazılarak, dikenli teller, hendekler yapılarak, geçilmesi, aşılması güçleştiriliyordu. Şubat ayında deniz piyadelerinin giriştikleri çıkartma harekatından bu yana, tek bir canlı görülmez olduğu halde, her sabah Türk siperlerinin daha mükemmel hale getirildiğini, piyadenin çok daha derin tüneller açarak savunma siperlerini birbirine bağladıkları,sahra toplarının ve obüs bataryalarının mevzilendirildiği, keşif uçakları tarafından tespit edilmişti.Gemiler bu mevzileri bombardımana başlayınca, Türkler derin siperlere çekiliyor ve bir süre hiç karşılık vermeden sessizliği muhafaza ediyorlardı.’'[3]

İki tarafın siperleri arasındaki mesafe, değişmekte olup bazı yerlerde 100 metreye adar çıktığı gibi, birbirine 8 metreye kadar yaklaştığı da olmaktaydı. Siperler birbirine yer yer bir arabanın rahatlıkla geçebileceği üç metreye yaklaşan derinlikte ve genişlikte kazılmış irtibat yolları ile bağlıydı. Siperleri birbirine ve cephe gerisine bağlayan “rah-ı mestur” da (gizli geçit) denen bu irtibat yolları askerlerin düşmanın ateşine maruz kalmadan siperlere ve istihkamlara kadar ulaşmasını sağlıyordu.[4]

Münim Mustafa, Güney Grubu’ndaki bu yolların at, araba ve diğer vasıtaların gidebilmesine imkân verecek kadar geniş olduğunu belirtmektedir. Cephedeki bütün bu faaliyetler binlerce mevcutlu kıtaların toprağın altında hiç görünmeden yaşamasını sağlamak sureti ile âdeta koca bir şehir vücuda getirilmiş, buralarda yeni bir hayat tesis edilmişti[5]. Bir şehri andıran bu yapıda kilometrelerce uzanan siperlerin her birine isim verilmiş, siperlerdeki sokak başlarına da yolları ve kıtaların yerini gösteren tabelaların konulması ihmal edilmemiştir[6]. Bu tabelalara kıtaların numaraları da yazılmıştı.

Siperlerden birinin işgal edilmesi üzerine askerler diğerine çekiliyordu. Böylece düşmanın durdurulması için, bir değil birkaç sıra siper hattı kazılmıştı. Asıl siperler, en uzun boylu askerlerin bile ayakta durduğunda görülemeyeceği kadar derindi. Siperlerin duvarları, toprağın çökmesini önlemek için kum torbaları ve kazıklarla desteklenmişti[7]. Siperlerin yapımında malzeme sıkıntısı daima hat safhada olmuştur. Malzemenin bir kısmı muharebelerde düşmandan alınırken demir ve ağaç ihtiyacı ise genelde civardaki düşman bombardımanından yıkılmış köy ve kasabalardaki harabelerden sağlanmıştır.

Kilometrelerce devam eden bu siperler, genişçe bir mezarı andırıyordu. Siperlere zeminlikler ve duvarlar kazılmak sureti ile mahfuz mahal denen topraktan kovuklar yapılmıştı. Siper hayatında uykunun yeri yoktu. Geceler gündüz gibiydi. Siperden başın kaldırmasının imkânı da yoktu. Bu yüzden askerlerin birçoğu sahili görme imkânı bile bulamamıştır. Asker vaktini mahfuz mahallerde oturarak geçiriyor, gece gündüz elbise ve çizme ile yatıp kalkıyordu. Ancak müsait zamanlarda uyuyabiliyordu. Uyudukları yerler ise, bulanlar için cephane ve bomba sandıklarının üstü idi. Çoğu zaman kendi imkânları ile hazırladıkları bir yere kıvrılıp yatıyorlardı. Cephenin en lüks yataklarından biri de koyun postu idi. Münim Mustafa, koyun postunu yatak, kaputunu ise yorgan olarak kullanmıştı.

Siperlerde hayat kendi şartlarında devam etmiş, erlerin ihtiyaçlarını temin için, gerekli tertibât alınmaya çalışılmıştır. Öyle ki günde iki defa, düşman siperlerine pek yakın bir mesafede, askerin maneviyâtını artırmak ve karşı tarafa ise psikolojik baskı oluşturmak için bando tarafından marşlar çalmıştır. Bu marşların başında Sivastopol Marşı geliyordu: “Sivastapol önünde… Bandonun ilk nağmesini şiddetli bir top gürültüsü takip eder yine de mûsikînin ahengine bir halel gelmezdi.” ifadesi ile bu durum Tanin Gazetesi’nde yerini alıyordu[6].

Siperlerden eksik olmayan bir diğer eğlence de yanık sesli birinin sevdikleri için söylediği türkülerdi. Zaman zaman muharebelerin dışında, asker, vaktini kendi yöresinin türkülerini söyleyerek ya da oyunlarını oynayarak geçirmiştir[8] . Bunların dışında diğer bir meşguliyet ise patlamamış bombaların içindeki dinamit fitilini çıkararak boş bomba kapsülleri ile saksılar, mürekkep hokkaları ve masa üzerine konan biblo ve lambalar yapmaktı. Böylece yaşadığı siperleri biraz olsun süslemekte idiler.

Cepheye gelen askerler zamanla savaşın ortamına alışıyordu. Çevresinde patlayan bir bomba, başının hemen ucundan uçup giden fişekler artık alışılmış bir durumdu. Siperlerdeki bu sükûneti ancak, taarruzlar veya beklenmeyen ani hücumlar bozuyor, erlere savaşın gerçeklerini yeniden hatırlatıyordu.

Düşmanın bombardımanı sırasında cephenin en emin yeri, ön siperlerdi. Cephe gerisinde bulunan ikmal kuvvetlerini hırpalamak için gemiden kaldırılan balonlar ya da uçaklar vasıtası ile topların menzillerinin ulaşabildiği bütün hedeflere, özellikle ikmâl kollarına birçok top mermisi atarak Yarımada’yı didik didik eden düşmanın kendi askerlerine bir zarar gelmemesine dikkat etmesi, Çanakkale’de bu ilk siperleri daha güvenli hâle getiriyordu.

Siperlerin birbirine yakın olduğu yerlerde her iki tarafın erleri, karşılıklı konuşabiliyor, bazen de birbirlerine bir şeyler veriyorlardı. Düşmanın attığı konservelere karşılık Türk askeri, kendisine bin bir güçlükle gönderilen yemişleri düşman siperine atarak Müslüman Türk’ün cömertliğini göstermekten geri kalmıyordu.

Siperlerin en hüzünlü anı ağır bombardıman altında geçirilen bayramlar olmuştur. Ramazan ve Kurban Bayramlarının geçtiği günlerde askerlerin büyük kısmı bayram namazlarını kılamamış, her an bir düşman taarruzu olur endişesi ile tetikte durmuştur. Ramazan Bayramı’nın ilk günü düşmanın Ağustos ayında başladığı taarruzların dönüm noktası olan 10 Ağustos’tan iki gün sonra 12 Ağustos’ta yaşanmıştır.

Bayram sabahı 11. Tümen’de sade bir tören düzenlenmişti. Erlerin elbiselerinin tozları alınmış, imkân dâhilinde tıraşlar olunmuş, boy abdestleri alınmıştır. Bayram hutbesi uzatılmamıştır. Erler namaz sonrası birbirlerin bayramını tebrik etmişlerdir. Bütün bayram bundan ibaretti. Günün ilerleyen saatlerinde top atışı yeniden başlamıştı[9].

Muharebelerin şiddetini azalttığı sonbaharda ise Kurban Bayramı (19 Ekim 1915) idrak edilmiştir. Kurban Bayramı zamanında cepheyi ziyaret eden Suriye Heyeti cephede bayram namazını askerlerle beraber kılmıştır. Namazı, Trablus-Şam ulemasından Şeyh Abdülkerim Uveyda kıldırmış; askere, yapılan işin İslam Alemi’ndeki değerini ve Allah yolunda cihadın önemini ihtiva eden Ali Vahid Efendi’nin ifadesi ile ‘zemin ve zaman itibarıyla alem-i İslam’da irâd olunan büyük ve mühim bir hutbe’ okumuştur [10].Kılınan namazdan sonra hayat devam etmiştir. Münim Mustafa ise Kurban Bayramı öncesini ve bayram gününü şöyle tasvir etmektedir [11]:

“6 Teşrinievvel 1331 [19 Ekim 1915] tarihi Kurban bayramına tesadüf ediyordu. İngilizler her nedense bu gece pek sinirliydiler. Bizim dinî bayramımızı bildikleri için, maneviyatımızı güya sarsmış olmak için şafaktan itibaren büyük taarruz gününde yaptıkları topçu ateşine benzer bir bombardımana başladılar. Bunlara alışık olduğumuz için pek aldırış etmiyorduk. Bir aralık ateş hafiflemişti. Herkes birbiriyle bayramlaşmaya başladı. Eller sıkılarak, bayram tebrik edilirken, herkesin muhayyilesinden annelerin, sevgililerin hayali geçtiği görülüyor gibi oluyordu.”

Asker muharebelerden fırsat buldukça aralarında bayramlaşmayı ihmal etmemiştir. Bayramı idrak edenlerden Mehmet Fasih Bey de Müttefiklerin bayram günü “Bugün Kurban Bayramı. Biraz siperlerde gezdim ve kovan topladım. Sonra yerime gelerek bir kahve içtim. Pek ziyade bitap olduğumdan uyumamak üzere yattım. İşte bu esnada toplar başladı. Obüsler sağ cenahımızın gerilerine düşüyor. Zaten kovuğun on adım sağına da düşmüştü. Mecbur oldum ikinci hattaki mâhale gitmeye. Gittim…” ifadeleri ile bayram günü ağır bombardımanın hiç hız kesmeden devam ettiğini belirtmektedir [12].

Haziran ile birlikte ısınan havalar, beraberinde başka sıkıntıları da getirmiştir. Ön saflarda bulunup defnedilemeyen birçok ceset ve özellikle temizliğin tam yapılamaması beraberinde sinekleri çoğaltmış, bütün cepheyi bir ölü(m) kokusu sarmıştır. Cepheye gelen Amerikalı bir gazeteci, askerin içinde bulunduğu bu sıkıntıyı şöyle ifade etmektedir [13]: “Anlıyorum... Siz İngilizlerle başa çıkacaksınız... Ama bu sineklerle başa çıkamayacaksınız.” Münim Mustafa’ya göre bahsi geçen olumsuzluklar ise şunlardır [14]:

“Bizi en çok sıkan şeylerden biri de sineklerdi. Aman yarabbi! Bunlar ne yılışık mahlûklardı! Yemek yerken çatalımızın ucundaki lokmaya binlerce sinek hücum ediyor ve ellerimizle bile bu haşaratı defetmeye muvaffak olamıyorduk. Bu milyonlarca sinek bizi uyurken de rahat bırakmıyordu. İngiliz taburlarının hücumu kadar mühlik olan haşarattan kurtulmak için birçoğumuz İstanbul’dan getirttiği cibinlik altına girerek yemeğin bulunduğu sefertasını da almak suretiyle biraz rahat yemek yiyebilmekteydi.”

Siperlerdeki hayatın vazgeçilmez parçası olan sinekler, müttefikler için de büyük problem olmuştur. Açılan konserve ve reçel kutuları hemen sinekler ile kaplanmaktaydı. Bu durum yemek yemeyi güçleştirmekteydi. Ayrıca sineklerin askerin yarasına üşüşmesi de yaraların iyileşmesini geciktiriyordu [15].

Cephedeki sıkıntılardan bir diğeri de şiddetli çarpışmalar ve yoğun ateşten dolayı gömülemeyen cesetlerden etrafa yayılan koku idi. Tahammülü zor olan bu kokunun kısmen de olsa bastırılması için beyaz bez içine dikilmiş kâfur torbacıkları askerin boynuna ya da göğsüne asılmıştır[16] .

Ayrıca sıcakların artırması ile birlikte azalan su kaynakları temizliği olumsuz yönde etkilemiştir. Hâlbuki cephenin her tarafında deniz bulunmaktadır. Bu kirlilik, “bit” salgınının ortaya çıkmasına sebep oluyordu. Elbiseler bit ile kaplanmıştı. Askerlerin çoğu zaman günlerce yıkanamadığı oluyordu. Bu konuda zabitler, biraz da muziplik olsun diye siperlerde bitlenme vaziyetinde soyunarak fotoğraf çektirdikleri oluyordu [17].

Bit, askerin uyuduğu ve kullandığı eşyaya kadar her yeri sarmıştı. Muhtemel bir salgını önlemek için imkân bulundukça erlerin haftada bir kere yıkanabilmesini kolaylaştıracak yunaklar (seyyar banyo) hazırlanması, sık sık bit yoklamaları yaptırılması, özellikle “bit kırma” işlemine önem verilmesi sahra helâlarının söndürülmüş kireç ve kireç sütü ile dezenfekte edilmesi, içme sularının temiz kaynaklardan alınması, küplere musluk takılması gibi tedbirlere başvurulması istenmiştir[18] .

Yaz aylarının sinek, kötü koku ve bit sıkıntısını getirmesi gibi yaklaşan kış da, 5. Ordu için birçok sıkıntıyı beraberinde getirmiştir. Askerin giyim ve kuşamının çoğunluğunun yazlık olması daha kış gelmeden zabitleri bu konuda tedbir almaya sevk etmiştir. Lojistik desteğin anlatıldığı kısımda da işaret edildiği üzere muharebelerin ne kadar süre daha devam edeceği belli olmadığı yaz aylarında, askerler için kaputtan postala, iç çamaşırdan kışlık eldivene kadar ihtiyaç duyulacak malzemelerin gönderilmesi istenmiştir.

28 Eylül’de başlayıp iki gün süren yağmur, siperleri sular ile doldurmuş, birçok cephane sandığı da ıslanmıştı. Cephedeki sükûnet günlerinden biri de bugün olmuştur. Zira gelen sel askeri zor durumda bırakmıştır. Her iki taraf ıslanan elbiseleri kurutmak sel nedeni ile dolan ve yıkılan siperleri tamirle uğraşmışlardır [19]. 26 Ekim 1915’teki yağmur ise yirmi dört saat sürmüş, siperler, askerin göğüslerine kadar su ile dolmuştur. Yine kendiliğinden oluşan bir ateşkesle her iki taraf da siperlerden dışarı çıkarak açıkta birbirine ateş açmaksızın beklemiş, siperlerin içine dolan suları temizlerken bir yandan da kurulanmaya çalışmışlardır[20].

Havanın iyice soğuması ile birlikte don olayları da görülmeye başlanmıştır. Yaklaşan kış için alınan tedbirlerin yeterli olmayışı birçok askerin kışın dondurucu soğuklarına maruz kalmasına neden olmuştur. Özellikle Kasım ve Aralık aylarında sıcaklığın sıfır derecenin altına düşmesi ile birçok Türk askeri donarak şehit olmuştur[21].

Soğuk ve elverişsiz hava şartları müttefik askerleri içinde sıkıntı olmuştur. Soğuk ve yağışlı havalar neticesi Suvla’da 5.000 den fazla donma vakası yaşanmış, 2.000 kişi de boğularak veya donarak ölmüştür[22] . Soğuk havalar Arıburnu’nda 3.000 Seddülbahir’de ise 1.000’e yakın donma ve soğuktan kaynaklanan hastalıklara sebep olmuştur. Bazen de esen şiddetli fırtınaya bağlı olarak onlarca kişinin öldüğü olmuştur. Meselâ Anzak’ta çıkan bir fırtınada 280 Anzak askeri ölmüştür[23].

Siperlerde hayat savaşın bütün olumsuzluklarına rağmen kendi şartlarında devam etmiştir. Siper içlerinde ve gerisinde sosyal hayatın devamı için gerekli düzen tesis edilmiş, ihtiyaçlar ise imkânlar dâhilinde karşılanmaya çalışılmıştır. Öyle ki, siperlerdeki erlerin yemeğinden çayına varıncaya kadar ihtiyaçları düşünülmüştür.

[24]

Kaynakça

  1. SÜRMELİ (Temmuz 2002). ÇanakkaleCephesi’nde Arap İlmi Heyeti ve Uryanizade Ali Vahid Efendi’nîn Anıları. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi. ss. 384-385.
  2. Hamilton,Gelibolu Günlüğü, (Çev: Osman Öndeş), İstanbul,1972, s.20-21
  3. Hamilton,Gelibolu Günlüğü, s.22-23
  4. Özkök, Hidayet, Çanakkale’den Hicaz’a: Harp Hatıraları, Kayseri: İl Kültür Müdürlüğü, 1992,  s.4
  5. Servet-i Fünûn, 1257, 25 Haziran 1331 [8 Temmuz 1915]. s. 130; Münim Mustafa, s. 51.
  6. Tanin, 22 Haziran 1331 [5 Temmuz 1915].
  7. Sanders, s. 95; Ruşen Eşref Ünaydın,Çanakkale’de Savaşanlar Dediler Ki, Ankara 1990, s. 2.
  8. Ünaydın, Çanakkale’de Savaşanlar Dediler Ki, s.5, 13-14.
  9. Necati İnceoğlu, Siper Mektupları, İstanbul 2004, s. 129
  10. Ali Vahid Efendi, s. 9; eI-Bi’setü’l-İlmiyye, 117-120.
  11. Münim Mustafa, s. 444.
  12. Mehmet Fasih, Kanlısırt Günlüğü: Mehmed Fasih Bey’in Çanakkale Anıları, haz. Murat Çulcu. İstanbul: Arba Araştırma Basım Yayın, 1997. s. 67
  13. Altay, Fahrettin, Fahrettin Altay Paşa’nın Çanakkale Hatıraları II, haz. Metin Martı, İstanbul: Arma Yayınları, 2002. s. 33
  14. Münim Mustafa, s. 57.
  15. Oglander, I, 79; Bayur s. 23; Moorehead, s. 30; Steel, Hart, s. 225
  16. Hidayet Özkök, Çanakkale’den Hicaz’a: Harp Hatıraları, Kayseri 1992, s. 12
  17. Altay, Fahrettin, Fahrettin Altay Paşa’nın Çanakkale Hatıraları Çanakkale Hatıraları, II, haz. Metin Martı, İstanbul: Arma Yayınları, 2002. s.108
  18. Kemal Özbay, Türk Asker Hekimliği Tarihi ve Asker Hastaneleri, İstanbul 1976, I, 237
  19. Münim Mustafa s.118
  20. Aydın Ayhan, “Çanakkale Savaşları’nda Yaralanmalar ve Hastalıklar”, Tıp Tarihi Araştırmaları, sayı XI, 2003, s. 106
  21. Mühlman, Carl, Çanakkale Savaşı: Bir Alman Subayının Notları, çev. Sedat Umran, İstanbul: Timaş Yayınları, 1998. s. 112
  22. Oglander, C. F. Aspinall, Büyük Harbin Tarihi Çanakkale Gelibolu Askeri Harekatı: I, haz. Metin Martı, İstanbul: Arma Yayınları, 2005. s. 481.
  23. James, s. 487; Aydın Ayhan, “Çanakkale Savaşları’nda Yaralanmalar ve Hastalıklar”, s. 107.
  24. Boş kaynak (yardım)
This article is issued from Wikipedia. The text is licensed under Creative Commons - Attribution - Sharealike. Additional terms may apply for the media files.