Şecere-i Türkî
Şecere-i Türkî. Hârizm Özbek Hükümdarı Ebu'l Gazi Bahadır Han'ın efsanevî devirlerden başlayıp daha sonra hanedanının geldiği Cengiz ve oğullarına geçerek Cuci Han yolu ile onların devamı olan Şeyban-Özbek hanları sülâlesinin kendisine kadar süren safhası ile,cağının kaynaklarının elverdiği nisbette, Orta Asya tarihini anlatan bu eserini (1663) Çağatay lehçesinden Türkiye Türkçesi'ne aktararak millî tarihimizin Osmanlı Türklüğu'nün bilgisine uzak kalmış bir sahasını tanıtmak istemiştir.
Şecere-i Türki
28 Eylül 1863-23 Şubat 1864 arasında diğeri gibi Tasvir-i Efkâr gazetesinde kitap sayfası şeklinde tefrika edilip (nr.131, 14 Rebîülâhir 1280-nr. 173, 16 hicri 1280) orada çıkanı kadarıyla ayrıca 152 sayfalık bir kitap halinde ortaya konan bu tercüme, dokuz babdan meydana gelen eserin baştan sadece üç bablık kısmını vermektedir.
Tefrikanın bu noktada kesilmesinden sonra devamının sonraki bir vakte bırakıldığı ilân edilmiş ise de {Tasvîr-i Efkâr, nr. 175, 23 Ramazan 1280/1 Mart 1864}, tercüme tamamlanamadan bu kadarı ile kalmıştır.
Bâblar
Cengiz Han'in hayatının anlatıldığı üçüncü babda, onun oğullarını Hârizm fethine yollamasına ait faslın sonlarında kesilen bu tercüme, bilhassa Orta Asya Türklüğü'nün Moğollarla birlikte efsanevî tarihini nakleden ilk iki kısmı ile ülkemizde geniş bir ilgi çekerek, Türklüğün Anadolu'ya gelmeden önce anayurttaki geçmişini tanıtmak gibi bir millî tarih hizmetini yerine getirmiştir.
A. Vefik'in neşri, Desmaisons'un neşir ve Fransızca tercümesinin 1872 den beri ortada olmasına rağmen. Necip Âsım'dan Ziya Gökalp ve 1920 den önceki yazıları ile Fuad Köprülü'ye kadar birçok türkologa Oğuz Han menkıbesi ve diğer millî efsaneler konusunda doğrudan doğruya kaynaklık etmiştir.
Eserin kapağına başlık olarak konulan, 1824 Kazan Hanlığı baskısının başında mevcut "Uşal Şecere-i Türkî" ibâresindeki "bu, işbu" mânasına gelen Çağatayca "uşal" sözünün mahiyetinin bilinmemesi yüzünden, Ahmed Vefik'in tercümesinin adı yanlış bir okuyuşla yakın zamanlara kadar hep "Evşâl-i Şecere-i Türkî" ve daha da tahrife uğrayarak "Şecere-i Evşâl-i Türkî" şeklinde gösterilmiştir.
Tanzimat Aydınları ve Şecere-i Türki
Şecere-i Türk adlı eserin tesiriyle Türklerin menşeinin Orta Asya’ya dayandığını keşfeden Tanzimat aydınları, bu etkiden olsa gerek, Orta Asya’da o devirde hâlen kullanılmakta olan Çağatay Türkçesini de Türk dilinin aslı saymışlardır. Hattâ bazı aydınlar daha da ileri giderek Osmanlı Türkçesini, asıl Türk dili kabul ettikleri Çağatay Türkçesinden bozulma galat bir dil olarak görmeğe başlamışlardır. Tanzimat aydınları içinde Çağatay Türkçesinin Türk dilindeki yeri hususunda en doğru ve günümüzde de hâlâ geçerli olan tespiti, bu dille ilgilenen ilk aydın olmasına rağmen, yine Ahmed Vefik Paşa yapmıştır. Ahmed Vefik Paşa, ilk baskısı 1888 yılında neşredilen Lehce-i Osmânî adlı sözlüğünün mukaddimesinde, Çağatay Türkçesini şöyle tanımlamaktadır: “Uygur dili Çin taraflarından Kâşgar’a doğru yayılıp, ondan yedi yüz tarihlerinde Cengiziyân akvâmı Türk ve İslâmiyete duhûl eylediklerinde, Çağatay lisânı mütevellid olup, sekiz yüz â’vâmında ziyâde şüyû bulmuştur.” O, Türk dilini de Oğuz, Kıpçak ve Uygur olmak üzere üç ana şubeye ayırarak bizce doğru bir tasnifte bulunmuştur.[1]
Kaynakça
- Prof.Dr Mesut,Şen,"TANZİMAT AYDINLARININ “ÇAĞATAY TÜRKÇESİ”NE BAKIŞI VE ŞEMSEDDÎN SÂMÎ’NİN TESİRİ",Türkoloji Makaleleri 31 Mart 2016 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.