Mezopotamya sanatı

Mezopotamya sanatının adı çoğu arkeolojik kayıtlarda geçer. Bu kayıtlar, erken avcı-toplayıcı topluluklardan (MÖ 10000), Sümer, Akad, Babil ve Asur imparatorluklarının yaşadığı Tunç Devri’ne kadar geçen süreyi kapsar. Sonraları bu imparatorlukların yerini Demir Çağı’nda Eski Asur ve Eski Babil imparatorlukları almıştır. Genellikle medeniyetin beşiği olarak görülen Mezopotamya, önemli kültürel gelişmeleri de beraberinde getirmiştir. Bunlardan biri de en eski yazı örnekleridir. Mezopotamya sanatı MÖ 4000 tarihinden Persli Ahameniş İmparatorluğu’nun bölgeyi fethettiği MÖ 6. yüzyıla kadar Batı Avrasya’daki en soylu, en gelişmiş ve en detaylı sanat olma yolunda Antik Mısır ile rekabet içinde olmuştur. Ana vurgu oldukça dayanıklı taş ve kilden yapılmış çeşitli heykeller üzerindedir. Çok az sayıda resim günümüze ulaşmıştır ama belirtilene göre, birkaç istisna dışında, boyamalar genellikle geometrik ve dekoratif bitkisel şekiller yapmak için kullanılmıştır. Buna rağmen çoğu heykellerin de boyandığı görülür. Ayrıca çok sayıda silindir mühür de günümüze ulaşmıştır. Küçük boyutlarına rağmen bunların çoğunun üstünde karmaşık ve detaylı sahneler vardır.

Ebih-Il Heykeli, MÖ 2400
18 Gudea Heykelinden biri, MÖ 2090 tarihlerinden bir hükümdar

Mezopotamya sanatı farklı şekillerde günümüze ulaşmıştır: Silindir mühürler, nispeten küçük ve müstakil figürler, farklı boyutlarda kabartmalar, ev eşyası olarak kullanılan, bazıları dini öğeler içeren basit levhalardan çömlekler gibi. En çok kullanılan öğeler yalnız başlarına ya da etrafında ona tapınan kişilerle birlikte betimlenmiş tanrı figürleri ve çeşitli sahnelerde betimlenmiş hayvanlardır. Bu sahnelerden bazıları şunlardır: Sürü halinde insanlarla kavga eden hayvanlar, yalnız başına insanlarla kavga eden hayvanlar ve birbirleriyle çatışan hayvanlar. Ayrıca insanların yanında duran, Hayvanların Ustası motifindeki gibi tanrının yanında duran ve Hayat Ağacı’nın yanında duran hayvanlar da betimlenmiştir.

Adak olarak sunulan, büyük ihtimalle zaferleri anmak için ve ziyafetleri betimlemek için yapılan dikilitaşlara da tapınaklarda rastlanır. Bunların aksine, daha resmi olanların açıklaması ise daha zordur; parça parça bulunan Akbabalar Dikilitaşı bu anlamda erken bir örnektir. Asurlu III. Şalmanezer’in Siyah Dikilitaşı da büyük ve iyi korunmuş bir geç dönem örneğidir.

Uruk Dönemi

Uruk Dönemi silindir mühür ve tablet, MÖ. 3000

Protoliterate [ilk okur-yazarlık] ya da Uruk dönemi, ismini güney Mezopotamya’daki Uruk şehrinden almıştır. Obeyd dönemini takiben, protohistorik Kalkolitik dönemden Erken Tunç Çağı’na kadar sürmüştür. Sonra da yerini MÖ 3100-2900 tarihine dayanan Cemdet Nasr dönemine bırakmıştır. Mezopotamya’daki şehir yaşamının oluşumuna ve Sümer medeniyetinin başlangıcına tanık olmuştur. Ayrıca Mezopotamya sanatının ilk “muhteşem yaratıcılık çağıdır. Bugün Suriye’de bulunan kuzey şehri Tell Brak da kısmen daha erken bir tarihte şehirleşmeye ve bölgesel öneme sahip olan bir tapınağın gelişimine şahit olmuştur. Göz Tapınağı olarak bilinen bu tapınak adını orada bulunan ve aslında adak için kullanılan “göz figürlerinden” almıştır. Bu, bölgenin ayırt edici bir özelliğidir. Tell Brak Kafası olarak bilinen heykel yaklaşık on yedi santim yüksekliğindedir ve sadeleştirilmiş bir yüzü betimler; buna benzer kafa heykelleri alçıdan yapılmıştır. Bunlar, günümüze ulaşamayan vücut kısımlarının muhtemelen ahşaptan yapıldığını açığa kavuşturur. Daha güneydeki tapınaklar gibi Göz Tapınağı da yaklaşık on santim uzunluğundaki kil silindirlerden yapılmış koni şeklindeki mozaiklerle süslenmiş ve sace desenler oluşturmak için farklı renklendirilmiştir.

Sümerlerin güney şehirlerinde bulunan önemli eserler, üstlerinde hayvanlar ve insanların karmaşık ve çeşitli sahnelerinin betimlendiği Warka Vazosu ve Uruk Kabı’dır. Bir de Warka Maskesi vardır. Bu, Tell Brak’ta bulunan kafa örneklerinden daha gerçekçi ve tıpkı onlar gibi ahşaptan yapılma bir bedenin üstündedir. Bu maskeden günümüze ulaşan parçaları ise yalnızca esas yapısıdır. Üstüne renklendirilmiş dolgular, altın yapraktan saç, makyaj ve mücevherler eklenmiştir. Guennol Lioness ise beklenmedik bir şekilde dayanıklı, küçük boyutlu, aslan başlı bir yaratık heykelciğidir. Büyük ihtimalle bir sonraki dönemin başlangıcına aittir.

Hayvanları betimleyen, derin kabartmaları ve taş frizleri bulunan kaymaktaşı ve taştan yapılmış birçok kap bulunmuştur. İki süsleme şekli de kapların adakları sunmak için kullanıldığı tapınaklar için tasarlanmıştır. Silindir mühürler ise oldukça karmaşık ve ince işlenerek yapılmıştır ve görünüşe göre daha sonraları çok daha büyük eserler için ilham kaynağı olmuşlardır. Tasvir edilen hayvanlar genellikle tanrıların birer temsilcisidir, bu da Mezopotamya sanatının bir başka süregelen özelliğidir. Gözle görülür bir ekonomik gelişmeye tanık olmasına rağmen, dönemin sonunda sanatın kalitesinde bir düşüş gözlemlenmiştir. Bunun nedeni büyük ihtimalle sanatçıların ihtiyacı olan malzemelerin talebi aşmasıdır.

Erken Hanedanlık Dönemi

Uruk Dönemi silindir mühür ve tablet, MÖ 2600

Erken Hanedanlık Dönemi’nin tarihi MÖ 2900-2350’ye dayanır. Kendinden önceki akımların çoğunu devam ettirirken, dönemin asıl özelliği tapınanların ve duacıların adak adadıkları ve tapınma, savaş ve mahkeme gibi sosyal sahnelerin vurgulandığı figürlerdir. Bakır bu dönemde heykelcilik için önemli bir madde haline gelmiştir. Bunun nedeni büyük ihtimalle eserlerin daha sonra maden için geri dönüştürülmesidir. Bakır heykellerin en büyüğü 2,59 metre eninde ve 1,07 metre yüksekliğinde olan Tell al-`Ubaid Lentosu’dur.

Ur’daki (MÖ 2650 dolaylarında) Kraliyet Mezarlığı’nda da birçok başyapıt bulunmuştur. Bunlara iki tane Çalılıktaki Koç figürü, Bakır Boğa heykeli ve Ur’un Lirlerinden birinin üstündeki boğa kafası da dâhildir. Ur Standardı olarak adlandırılan ama aslında işlevi belli olmayan panellerden oluşan bir set veya işlemeli bir kutu olan model de sembolik tasarımlarla ince ince işlenmiştir.

On iki tapınak heykelinden oluşan bir heykel grubu Tell Asmar Yığını olarak bilinir ama şu an birbirinden ayrılmış haldedir. Grup; tanrıları, duacıları ve kendilerini kurban eden tapınanları gösterir, hepsi farklı boyutlardadır ama aynı basitleştirilmiş tarzda yapılmışlardır. Hepsinin gözleri aşırı derecede büyük işlenmiştir. Bununla beraber en uzun heykelin, yani yerel tanrıyı betimleyen ana kült figürün gözleri, “şiddetli güce” sahip olduğunu belli edercesine muazzam derecede büyüktür. Dönemin ilerleyen zamanlarında bu geometrik tarz yerini “nesnenin fiziksel özelliklerini detaylı bir şekilde belirleyen” tamamen zıt bir tarza bırakmıştır; “keskin geçişler ve açıkça belli eklem yerleri yerine; akıcı geçişler ve son derece niteliği değiştirilmiş yüzeyler görürüz”.[1]

Akad Dönemi

Naram-Sin’in Zafer Dikilitaşı

Akad İmparatorluğu, MÖ 2271’den 2154 tarihine kadar, yalnızca Mezopotamya’yı değil aynı zamanda Levant’taki diğer tüm bölgeleri de kontrol eden ilk imparatorluk olmuştur. Akadlılar Sümer medeniyetinden gelmemiş ve Sami kökenli bir dil kullanmışlardır. Erken Sümer sanatının çoğunu devam ettirmelerinin yanında, kendi sanatlarında da hanedanlığın kralları üzerinde büyük bir vurgu vardır. Büyük eserlerde ve mühür gibi küçük eserlerde gerçekçilik düzeyi gözle görülür bir şekilde artmıştır. Ancak mühürler “acımasız savaşları, tehlike ve belirsizliğin zalim dünyasını; insanların ilgisiz ve korkunç tanrılarının akıl almaz davranışlarına maruz kaldığı, onlara hizmet ettiği ama onları sevemediği zalim bir dünyayı gösterir. Bu kasvetli hava… Mezopotamya sanatının ayırt edici özelliği olarak kalmıştır…”

Kral Naram-Sin’in ünlü Zafer Dikilitaşı onu bir tanrı-kral olarak resmeder (boynuzlu miğferiyle sembolize edilmiştir). Betimlemede kral askerlerinin üstünden bir dağa tırmanır, ayrıca diğer tarafta mağlup olmuş düşmanları Lullubiler de vardır. Şutruk-Nahunte’nin Elamlı ordusu tarafından çalınıp taşınırken üst kısmının kırılmasına rağmen, dikilitaş hala Naram-Sin’in gururunu, şanını ve ilahlığını çarpıcı bir şekilde gösterir. Dikilitaşta hikâyenin seyircilerle iletişim kurabilmesi için art arda köşegen katmanlar kullanılması, gelenekten kopulduğunu gösterir. Ancak daha küçük, kırılmış parçalarda daha geleneksel bir yöntem olan yatay kareler gözlenir. Aynı bölgede bulunan bakır Bassetki Heykeli’nin alt gövdesinin ve bacaklarının çıplak olması daha önce görülmemiş bir gerçekçilik seviyesi olduğunu gösterir. Tıpkı Louvre müzesindeki sakallı hükümdarın tunçtan yapılmış gösterişli kafa heykelinde olduğu gibi.

Akadlılar ile Asurlular arasında

Burney Kabartması, MÖ 1800

Bu dönemin yaklaşık 1300 yıllık bir siyasi tarihi vardır ve oldukça karmaşıktır. Buna Üçüncü Ur Hanedanı, İsin-Larsa Dönemi, Birinci Babil Hanedanı, Kassitlerin egemenliği altındaki ara dönem olan Eski Babil dönemi ve diğer dönemler de dâhildir. Dönem, hükümdarlığı MÖ 911 tarihinde başlayan II. Adad-nirari’nin emri altındaki Eski Asur İmparatorluğu’nun nihai savaşıyla sona ermiştir. Bu dönemde hayat oldukça değişkendir ve Sümerli olmayanlar tarafından sürekli istilalar yapılır. Dönem boyunca Babil, baskın gücün bulunduğu muhteşem bir şehir haline gelir. Bu dönemde sanatsal gelişmeler olmaz, istilacılar sanatsal enerjiyi getirmekte başarısız olurlar. Ayrıca dini sanat da oldukça muhafazakârdır, büyük ihtimalle bu Sümer değerlerinin bilinçli olarak öne çıkarılmasıdır.

Lagaş hükümdarı Gudea (MÖ 2144 -2124 tarihlerinde yönetmiştir) dönemin başlarında yapılan yeni tapınakların koruyucusudur. Bu tapınaklardan günümüze, küçük boyutlu, ince bir şekilde işlenmiş, daha çok “pahalı ve çok sert bir yeşiltaştan” yapılmış yirmi altı Gudea heykeli ulaşmıştır. Bunlar sanki ortama bir güvenlik, bir sakinlik sağlar. Kuzeyde Mari Kralları Sarayında MÖ 1800’lerden öncesine ait birçok önemli nesne bulunmuştur. Bunlara Iddi-Ilum Heykeli ve Zimri-Lim Sarayının freskleri de dâhildir.

Burney Kabartması, olağan dışı, detaylı ve nispeten geniş, terakotadan yapılmış bir levhadır. MÖ 18. ve 19. yüzyıllara dayanan levhada, ayakları yırtıcı kuş ayağına benzeyen, hizmetinde baykuşlar ve aslanlar olan, çıplak ve kanatlı bir tanrıça betimlenmiştir. Ayrıca kalıplanmış da olabilir. Evlerde bulunan adak adama yerleri veya küçük yol kenarı mabetleri için benzer parçalar, küçük heykeller ve tanrı kabartmaları yapılmıştır. Küçük, kalıplanmış terakota olanlar ise muhtemelen tapınaklarda süs eşyası olarak kullanılmıştır.

Bu dönemde yüksek kaliteli silindir mühürler genelde bulunmaz. Zaman geçtikçe yazıtlar resimlerin önüne geçmiş ve betimlenen sahneler gittikçe azalmıştır. Buna kralların tanrılara “hediye sunduğu sahneler” ve o zamanın normu haline gelen tahtta oturan kral sahneleri de dâhildir. Özellikle Kassitler döneminden günümüze kadar gelmiş birçok Kudurru taşı vardır. Bunların üstünde toprakların genişliğini, sınırlarını ve diğer resmi kayıtları gösteren yazılar vardır. Aynı zamanda tanrıların ve kralların da figürleri ve sembolleri vardır. II. Meli-Shipak buna bir örnektir.

Asur Dönemi

Asurluların sanat tarzı Babillilerin sanat tarzından farklıdır. İmparatorluklarına Sümerlileri katmadan hemen önce, yani yaklaşık MÖ 1500’lü yıllarda oluşmaya başlayan sanat tarzı; Mezopotamya’nın baskın ve önde gelen sanatı olmuştur. MÖ 612 yılında Ninova kentinin düşüşüne kadar devam etmiştir.

Nimrud kentinde bulunan Asurlu kabartması, MÖ 728

Tüm Mezopotamya’nın ve etrafındaki çoğu bölgenin Asurlular tarafından fethedilmesi, önceden bildiklerimizden çok daha büyük ve zengin bir devlet; saraylarda ve halka açık yerlerde de çok daha görkemli bir sanat anlayışı ortaya çıkarmıştır. Bu anlayışın, komşusu Mısır İmparatorluğunun şaşaalı sanatından etkilendiğine hiç şüphe yoktur. Asurlular taşların veya kaymaktaşlarının üstüne oldukça geniş planlı, kabartmalarla ince ince işlenmiş ve saraylar için özellikle renklendirilmiş hikâyeler yaparak değişik bir tarz geliştirmişlerdir. Keskince çizilmiş kabartmalarda hükümdarlık işleri, avlanma ve savaş sahneleri betimlenmiştir. Ağırlık genel olarak hayvan figürlerine, özellikle ince detaylarla belirtilmiş atlara ve aslanlara verilmiştir. İnsan figürleri nispeten daha katı ve durağandır ama aynı zamanda kuşatmalarda, savaşlarda ve birebir dövüşlerde kazandıkları zafer sahneleri dakikası dakikasına gösterilmiştir. En çok bilinen Asur kabartmaları II. Aşurnasirpal (MÖ 9. yüzyıl) ve Asurbanipal’ın (MÖ 7. yüzyıl) gösterildiği, kaymaktaşı üzerine kazınmış aslan avı sahneleridir. İkisi de Britanya Müzesinde sergilenmektedir. Kabartmalar kaya yüzeylerine de yapılmıştır. Perslerin devam ettirdiği bu tarza örnek olarak Shikaft-e Gulgu kabartması verilebilir.

Asurlular az sayıda müstakil heykel yapmışlardır. Bunlar; iri yarı gardiyan figürleri, aslanlar ve kanatlı yaratıklar, sakallı insan kafaları ve çoğunlukla insan başlı Lamassu’lardır. Lamassu’lar dikdörtgen bir bloğun iki tarafına, yüksek rölyefle kabartılmıştır ve kafaları etkileyici bir biçimde yapılmıştır. Ayrıca beş bacakları vardır, böylece iki taraftan da bir bütün halinde görülebilirler. Bunlar krallık kapılarında bulunurlar. Bu, Anadolu’dan gelen bir mimari üsluptur. Bölgeyi ele geçirmeden önce bile silindir mühür geleneklerini devam ettirmişlerdir. Mühürlerin üstünde alışılmadık bir biçimde diri ve düzenli işlenmiş betimlemeler vardır. Nimrud kentinde, kazınmış Nimrud fildişleri ve bakır kâseler bulunmuştur. Bunlar Asurlu tarzında yapılmıştır ama çoğu Yakın Doğu’nun Fenikeli ve Aramlı sanatçıları tarafından üretilmiştir.

Asurlu tarzında yapılmış kanatlı peri heykelleri Eski Yunan sanatını da etkilemiştir. Onlar da “oryantalizan döneminde” eserlerine çeşitli kanatlı mitolojik yaratıklar eklemişlerdir. Bunlara Yanartaş, Griffin, Pegasus ve “kanatlı adam” Talos örnek olarak gösterilebilir.

Eski Babil Dönemi

İştar Kapısının yeniden yapımı, Pergamon Müzesi, Berlin

Bir parçası şu an Berlin’deki Pergamon Müzesinde bulunan ünlü İştar Kapısı, Babil’in ana girişidir. MÖ 575 yılında, Yahudileri sürgün eden ve imparatorluğu MÖ 626’dan MÖ 539’a kadar süren Eski Babil İmparatorluğu kralı II. Nebukadnezar tarafından yapılmıştır. Giriş yolunu çevreleyen duvarlar, sırlı tuğla üzerine kabartılmış ve renklendirilmiş hayvan sürüleriyle dekore edilmiştir. Aslanlar, ejderhalar ve boğalar bu hayvanlardan bazılarıdır. Kapı, şehrin başka bir giriş yolunda bulunan çok daha büyük bir şemanın bir parçasıdır; buradan diğer müzelere geçiş yolları vardır. Dönem boyunca büyük ahşap kapılar, geniş ve dikey metal şeritlerle güçlendirilmiş ve dekore edilmiştir. Kabartmalarla dekore edilenlerin çoğu günümüze kadar ulaşmıştır, Balawat Kapıları bunlara birer örnektir.

Diğer geleneksel sanat tarzları da yapılmaya devam edilmiştir. Eski Babilliler kadim miraslarını vurgulamaya çok meraklıdırlar. Çok sayıda karmaşık ve çok ince bir şekilde kazınmış mühürleri günümüze ulaşmıştır. Mezopotamya, çok daha sade sanatsal gelenekleri olan Persli Ahameniş İmparatorluğunun eline düştükten sonra, Eski Yunan sanatıyla birleşmiş olan Mezopotamya sanatı, kozmopolit bir Ahameniş tarzının oluşumundaki ana etken olmuştur. Bölge Büyük İskender tarafından fethedildikten sonra, bölgedeki birçok kadim unsur, hatta Helenistik sanat unsurları bile sürdürülmüştür.

Koleksiyonlar

En önemli koleksiyonlar Louvre Müzesi, Britanya Müzesi ve Irak Ulusal Müzesinde bulunur. Irak Müzesi, Irak’ın 2003’te saldırıya uğramasından sonra kanun ve düzenin bozulması sonucu büyük ölçüde yağmalanmıştır. Ama önemli eserlerin çoğu korunmuştur. Başka müzelerde de güzel koleksiyonlar vardır, özellikle çok sayıda silindir mühürler bulunur. Suriye müzelerinde modern Suriye’deki şehirlerden toplanan önemli koleksiyonlar vardır. Berlin’de yeniden bir araya getirilen İştar Kapısı muhtemelen bir müzede bulunan en gösterişli tek parça eserdir.

Kaynakça

  1. "Arşivlenmiş kopya". 5 Mayıs 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 17 Mart 2020.
This article is issued from Wikipedia. The text is licensed under Creative Commons - Attribution - Sharealike. Additional terms may apply for the media files.