Merv Savaşı
Merv savaşı - 2 Aralık 1510 yılında meydana gelen ve Safevi devletinin Şeybani üzerinde kritik galibiyetiyle tamamlanmış savaş. Sonuçta, Safeviler Horasanı kontrol altına aldılar (kuzey-doğu ve doğu İran, batı ve kuzey Afganistan, ayrıca şimdiki Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan'ın belirli bölümleri).[4]
Merv savaşı | |||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
Safevi-Şeybani Savaşları | |||||||||
Çehel Sütun Sarayı'nın duvar resminde Merv savaşının tasviri. Ortada kılıçla tarif edilen Şah I İsmail. | |||||||||
| |||||||||
Taraflar | |||||||||
Safeviler devleti | Şeybani Hanlığı | ||||||||
Komutanlar ve liderler | |||||||||
Şah I. İsmaill | Muhammed Şeybani | ||||||||
Güçler | |||||||||
17 000[2] | 28 000 | ||||||||
Kayıplar | |||||||||
10 000[3] |
Savaş Öncesi
Horasan bölgesi, Safevî Devleti ile Özbek Hanlığı arasında tampon bölgeydi ve Çağatay-Özbek çatışması nedeniyle Horasan'da yaşanan gelişmeler iki ülke arasındaki rekabeti gün yüzüne çıkarmıştı. Hem Şah İsmail hem de Şeybanî Han,lideri oldukları devletler için bir fetih politikası hazırlamışlar ve bu çerçevede önce Horasan'a sonra birbirlerinin ülkelerine göz koymuşlardı. Sonrasında da birbirlerine gönderdikleri mektuplar vasıtasıyla bu düşüncelerini açıkça ifade etmişlerdir. 1510 yılında vuku bulan Merv savaşına kadar Şah İsmail ile Şeybanî Han'ın birbirlerine yazdığı birçok mektup bulunmaktadır. Ancak sadece üçü günümüze kadar ulaşmıştır. Bunlardan biri Şeybanî Han tarafından kaleme alınmışken diğer ikisi Şah İsmail tarafından Şeybanî Han'a hitaben yazılmıştır. Bu noktada eldeki mektuplara dayanarak ve Safevî kroniklerinde yer alan bilgiler ışığında tarafların birbirlerine yazmış oldukları tüm mektuplara ışık tutmaya çalışılmıştır. Şeybanî Han'a ait olan ve sadece Şah İsmail'in cevabî mektubu vasıtasıyla varlığından haberdar olduğumuz ilk mektubun, 1508 yılı itibarıyla Horasan üzerinde akınlara başlayan ve Herat'ı ele geçiren Özbek Hanı tarafından bu fethe müteakip kaleme alındığını tahmin etmekteyiz. O dönemin tarihi olaylarına kısaca değinilecek olursa Şeybanî Han,1506 yılından itibaren Hüseyin Baykara'nın çocukları Bediüzzaman Mirza ve Muzaffer Hüseyin Mirza ile Maveraünnehr hâkimiyet nedeniyle mücadeleye girişti. 1507 yılında İl Aman adında bir emirini Horasan'a gönderdi. Nitekim bu Özbek emiri ile Çağataylar arasında aynı yıl içerisinde çatışma vuku buldu. Bu karşılaşmada Özbekler kaybeden taraf olmasına rağmen Hüseyin Baykara'nın çocukları Muzaffer Hüseyin Han ile Bediüzzaman Mirza, Kabil hâkimi Babür'den yardım istemek durumunda kaldılar. Bunun üzerine Babür Sultan derhal Herat'a yöneldi. Şeybanî Han ise emirinin yenilgisinden sonra bizzat Buhara'dan Belh üzerine yürüdü ve burayı ele geçirdi.Özbeklerin Belh kuşatmasındaki başarısı karşısında Babür Sultan, Kabil`e geri dönmek zorunda kaldı. Çağatay Mirzaları da Herat'a yerleştiler[5] . Karşı tarafın geri çekilip sessiz kalması üzerine Şeybanî Han kendisine yeni bir hedef belirledi. Amacı Babür`ün kardeşi Cihangir Mirza`nın yönetimi altında olan Kandahar Vilayeti'ni ele geçirmekti. Cihangir Mirza, Şeybanî Han`ın planından haberdar olunca beraberindeki 5.000 kişiyle şehri korumak üzere kale dışında hazır bekledi, kaledeki hazineyide Kabil'de bulunan Babür Sultan'a gönderdi. Cihangir Mirza, kaleye Özbek tarafından ilk ulaşan askeri birliği mağlup etmiş olmakla birlikte akabinde Şeybanî Han`ın gelmesiyle çaresizliğe kapıldı ve kalesine geri dönüp savunma pozisyonuna geçti. Ancak Şeybanî Han`ın yanında toplamda 60.000 kadar asker yer almaktaydı. Cihangir Mirza bunu öğrendiğinde özrünü bildirmek ve af dilemek üzere Han`ın yanına bir adamını gönderdi. Şeybanî Han da onu affetti ve Babür Sultan'a meydan okuyan mesajını iletmesi için Kabil tarafına gönderdi[6]. Kendisi de Kandahar'dan yola çıkıp Çağatay Sultanlarını cezalandırmak ve Herat'ı ele geçirmek üzere yola koyuldu.[7]
sultanları arasında 7 Muharrem 913/19 Mayıs 1507 yılında çatışma gerçekleşti. Kalabalık Özbek ordusunun başında Şeybanî Han‟ın oğlu Timur Sultan ile kardeşi oğlu Ubeydullah Han görevlendirildi. Karşı tarafta ise Horasan hâkimi Emir Zülnun ile birlikte hareket eden Çağatay şehzadeleri yer alıyordu. Özbekler sayıca üstün oldukları için Çağatay ve Horasan birliklerini mağlup etmeyi başardı ve Emir Zülnun katl edildi. Böylece Herat savunmasız kaldı ve Özbekler derhal şehre hücuma geçti. Herat‟ta bırakılan vekil Emir Muhammed Burnadık, bu durumu öğrenince, Herat‟ı terk etti ve Sebzvar‟a sığındı. Herat‟ın önde gelenleri ise Özbek gücünden korktukları için şehri teslim etmeye karar verdiler. Sonuç itibarıyla Herat, Şeybanî Han‟ın eline geçti, camilerde onun adına hutbe okutuldu ve bu suretle Herat‟taki Özbek hâkimiyeti resmen ilan edilmiş oldu. Bediüzzaman Mirza Kandahar‟a kaçarken, Muzaffer Hüseyin ise Esterabad‟a sığındı.[8] Bediüzzaman Mirza, Özbek ordusunun Horasan akınına devam edeceğini anlayınca beraberindeki 10.000 kişiyle Irak tarafına gitti. Amacı Şah‟a sığınmak ve Özbeklere karşı ondan destek almaktı. İlk önce Meşhed‟e gidip kardeşi İbn Hüseyin Mirza‟yı Özbek seferi hususunda bilgilendirdi. Hüseyin Mirza, Özbeklere karşı Meşhed‟i korumak üzere yerinden ayrılmazken Bediüzzaman Mirza Irak‟a doğru yürüyüşüne devam etti[9] . Şeybanî Han‟ın bir sonraki hedefi Meşhed‟di. Kendisi Herat‟taki yönetimi yapılandırırken, oğlu Timur Sultan ile yeğeni Ubeydullah Han‟ı bir grup askerle bu şehir üzerine sevk etti. Köpek Mirza ve Ebu‟l Hasan Mirza idaresindeki Meşhed‟de vuku bulan Çağatay-Özbek mücadelesi Özbeklerin lehine neticelendi ve şehir Ubeydullah Han tarafından zapt edildi. Akabinde Sebzvar yönetimi de Özbek Hanlığına dâhil edildi.[10] Şeybanî Han‟ın ilk mektubunu bu büyük zaferin ardından ve Bediüzzaman Mirza‟nın sığınma talebinin Safevî yönetimi tarafından olumlu karşılanması üzerine Şah İsmail‟i uyarmak düşüncesiyle kaleme aldığı tahmin edilmektedir. Günümüze ulaşmayan bu mektubun içeriğine Şah İsmail‟in cevabî mektubunda yer verilmiştir. Buna göre Şeybanî Han, Şah İsmail‟e Horasan bölgesinde ele geçirdiği yerlerin ecdadından kendisine intikal ettiğini, bu nedenle amacının tüm bu yerleri yeniden ihya edip refaha kavuşturmak ve adaleti sağlamak olduğunu söylemiştir. Ayrıca hâkim olduğu yerlerde mescitlerin ve diğer hayır vakıflarının tamir edilip halkın hizmetine sunulması amacıyla Şah‟dan ülkesindeki mâhir mühendis ve ustaları Horasan‟a göndermesini rica etmiştir. Akabinde Kâbe-yi Muazzama ziyaretinin Müslümanlar için farz olması hasebiyle Kâbe‟ye uzanan yolların emniyet içerisinde olması ve yeniden tanzim edilmesi arzusunu dile getirmiştir15. Mektubun tam tarihi bilinmemektedir. Ancak Şah İsmail‟in bu mektuba cevaben gönderdiği mektup 1 Rebiülahir 914/30 Temmuz 1508 tarihlidir. Bu tarihten daha önce yazılmış bir mektuba ya da var olduğu bilgisine ulaşılamadığı için her iki mektubun da ilk yazışmaları teşkil ettiği düşünülmektedir. Şah İsmail cevabî mektubunda Şeybanî Han‟ın mektubunun kendisine ulaştığını ve içindekilere vakıf olduğunu belirtip akabinde iki ülke arasında seyahat eden yolculardan Şeybanî Han‟ın kendisine muhalif tavırlar sergilediğine dair duyumlar aldığını ifade ediyordu. Bunun üzerine ona geçmişteki dostluk ve arkadaşlıklarını hatırlatıyor, aynı Allah‟a, aynı peygambere itikat ettiklerini söylüyordu. Bu tarz bir üslupla Şah İsmail belki tarafların aynı safta olduklarını ima etmek istiyor, olası bir çatışmayı önlemeye çalışıyordu. Belki de Özbek Hanı‟nı bu şekilde oyalamak ve onu savunmasız bir halde yakalamayı hedefliyordu. Mektubun devamında Allah‟ın bazı şahıslara padişahlığı nasip ettiğini ve onları kâfirler karşısında konumlandırdığını söyleyerek kendisinin ve devletinin de bu amaç için ortaya çıktığını belirtti. Hatta bununla da yetinmeyip Şeybanî Han‟a İslam ve peygamberinin yolundan ayrılmadan kâfirler karşısında bir olmayı teklif etti. Şayet bu teklifi kabul edilirse dünya üzerindeki fesat ve kötülüklerin ortadan kaldırılacağını söyledi. Sonra Şah, tekrar Allah‟a ve peygambere bağlığını ve hayatlarını peygamberin sahih sözleri ışığında sürdürdüklerini ifade ederek bir kez daha inanç ortaklıklarına vurgu yaptı. Özbek Hanlığı‟yla aralarındaki ortak noktaları belirten ve ittifak çağrısı yapan Şah İsmail farklılıklarını da dile getirmekten çekinmemişti. Zira mektubun devamında kendilerinin Ali ve imamlara olan saygısını ve hürmetini zikretmesi buna delalet etmekteydi. O, Ali ve ailesine olan sevgisini şu sözlerle aktardı:
“ | “Doğudan batıya kadar her yerde imamlar olsa
Bizim için Ali ve ailesi kâfidir” |
„ |
Mektubun devamında ise:
“ | “Bizim ecdadımızın itikadı, kurtarıcı yani mehdi‟dir. Eğer
sizin bu mezhebe karşı bir şüpheniz varsa tüm din adamlarınızı ve fazıl kişilerinizi gönderin biz bu şüphelerinize deliller sunalım. Allah biliyor ki bizim bu dünyadaki amacımız Şia ve Fırka-i Nâcîye (kurtarıcı) hükümlerini yaymaktır. Din muhaliflerinin zulümlerini yeryüzünden kaldırmaktır. Safevî Devleti‟nin ve büyüklerinin dünyevi işlerle ve de saltanatlıkla ilgisi ve alakası yoktur.” |
„ |
demiştir.
Şah, bu sözlerle açıkça Safevîlerin Şia mezhebine olan inancını ortaya koymakta ve Sünni Özbeklerin Şia‟yı kabul etmelerini ve bu dine mensup kişilere saygı duymalarını istemektedir. Şah‟ın böyle bir isteği, farklılıkların kabullenilmesi noktasında dostluğun devam etmesi için söylemiş olabileceği akla gelmektedir. Nitekim o, mektubun devamında yolcu ve tüccarların Özbeklerin düşmanca tavırlar sergiledikleri yönündeki sözlerine inanmadığını iki ülke arasında fitne ve fesâd çıkaranları en kısa zamanda ortadan kaldıracağını ve eski dostluğun sürdürülmesi için her türlü çabayı göstereceğini söyleyerek beklentisini alenen dillendiriyordu. Şah İsmail, Şeybanî Han‟ın
“ | “Kâbe‟yi ziyaret etmek İslam‟ın en önemli farzlarındandır” | „ |
sözüne iktibas yapıp her ne zaman
bu arzunuzu gerekleştirmek isterseniz sizi en iyi şekilde karşılayacağız ve her türlü yardımı göstereceğiz diyerek bir kez daha niyetinin sâlih olduğunu gösteriyordu. Şah, Şeybanî Han‟ın mahir mühendis ve usta isteğini de olumlu karşılayıp
“ | “hayır
kurumlarını tamir ve tazim etmek bizim vacip işlerimizdendir” |
„ |
diyerek Irak‟taki ünlü ustaları
en kısa zamanda göndereceğini bildirerek mektubunu sonlandırıyordu.[11] Bu sırada Şeybanî Han, Horasan‟daki seferlerini devam ettiriyordu. Nitekim Herat‟taki başarısızlığın ardından Esterabad‟a yerleşen Bediüzzaman Mirza, 914/1508-1509 yılında Özbeklerin bu şehre saldırması üzerine Irak ve Azerbaycan tarafına yönelmişti. Damğan‟da bulunan Çağatay şehzadeleri ise Özbek askerleri tarafından kuşatma altına alınmıştı. Özbekler karşısındaki tüm bu mağlubiyetler üzerine çaresiz kalan Çağatay şehzadeleri, elçiler vasıtasıyla Şah İsmail‟den yardım talep ettiler[12] . Aynı yıl Özbeklerin elinden kurtulmayı başaran Bediüzzaman Mirza da Şah İsmail‟e sığındı18[13]. Hem bu gelişmeler hem de Şeybanî Han‟ın 915/1509-1510 yılında Kirman üzerine saldırıya geçip burayı yağmalatması nedeniyle Şah İsmail, Horasan seferini başlatma kararı aldı. Akabinde Şeybanî Han‟a bir mektup gönderdi[14] . Bu yıl itibarıyla padişahların birbirlerine gönderdikleri mektuplar üslup olarak bir öncekinden farklılık arz etmektedir. Taraflar Horasan‟ı fethetme isteklerini açıkça dillendirmekte, ayrıca mutedil ifadeler yerine tehditkâr bir söylem tercih etmektedirler. İlk mektubu yine Şeybanî Han kaleme aldı ve Horasan‟a gerçekleştireceği seferi Şah İsmail‟e bu sözlerle bildirdi.
“ | “Bizim Irak‟ın harap mülküne tamahımız yoktur,
Mekke ve Medine‟yi ele geçiremedikten sonra bir önemi yoktur” |
„ |
Şeybanî Han, bu beyitle Horasan seferiyle amacının İran ve Irak ülkesini ele geçirmek olmadığını, Mekke ve Medine‟ye giden yolların güvenliği için buraların hâkimiyetini istediğini ifade ediyordu. Şah İsmail de hiç vakit kaybetmeden Şeybanî Han‟a cevabî mektubunu elçisi Kadı (Kâzi) Ziyaeddin Nurullah ile gönderdi ve ona şu beyitle seslendi.
“ | “Her kim ki Ali‟nin kulu değilse,
Yüz kere de Mekke ve Medine‟yi ele geçirse ehemmiyeti yoktur” |
„ |
Şah, Şeybanî Han‟ın Şia mezhebinden olmadığına vurgu yaparak, onun yanlış yolda olduğunu belirtmekte ve muhtemelen onu kendi mezhebine davet etmekteydi. Nitekim böyle bir olay zuhur ettiği takdirde Şah İsmail rakibi olan Şeybanî Han üzerinde siyasi otoritesini de kurmuş olacaktı. Çünkü Safevî Devleti‟nde Şah, hem devlet hem de din lideriydi. Şia mezhebinden olanlar Şah İsmail‟i ve ondan sonra gelen Şahları imamları olarak kabul etmekte ve dini vecibelerde onları referans alıp her türlü emirlerini yerine getirmekteydi[17] Bu bağlamda Şeybanî Han, Şia mezhebini kabul ettiği takdirde Şah İsmail onun da imamı olacaktı. Horasan ve Maveraünnehir toprakları da savaşılmaksızın kontrol altına alınabilecekti. Ancak kendisini Timur soyuna dayandıran ve onun hâkimiyet sahası üzerinde hak iddia edecek kadar kendine güvenen Şeybanî Han gibi bir liderin böyle bir daveti kabul edeceğini düşünmek ya da beklemek boşa zaman kaybıydı. Bunun farkında olan Şah‟ın da böyle bir teklifi sunarken, amacının din kardeşi olduğu Özbeklerle savaşmayı mubah kılmak olabileceği düşünülebilir. Elimize geçen bir diğer mektup, Şah İsmail tarafından Şeybanî Han‟a yazılmıştır. Ancak bu cevabî mektup niteliğindedir. Şeybanî Han‟dan gelen mektubun zamanı ve içeriği konusunda arşivden ve de kroniklerden bir bilgiye ulaşılamamakla birlikte Şah‟ın, Şeybanî Han‟ın sözlerine kendi mektubunda yer vermesi hasebiyle mektubun konusu hakkında genel bir kanaatimiz oluşmaktadır. Buna göre Şeybanî Han gönderdiği mektubuyla 913/1507-1508 yılında Hüseyin Baykara‟nın oğullarına karşı başlattığı savaşı ve onları mağlup ederek Herat‟ı ele geçirişini anlatmıştır. Ayrıca ele geçirilen Çağatay şehzadelerinin de fermanı üzere katl edildiğini Şah‟a haber vermiştir. Şah onun bu sözlerine cevaben kaleme aldığı mektubunda, Şeybanî Han‟ın yaptığı gibi 913/1507 senesinde vuku bulan büyük başarısını dile getirmişti. Nitekim bu yılın yaz aylarında Şah, Diyarbekir hâkimi Alauddevle‟ye karşı bir sefer gerçekleştirmişti. Dulkadirliler‟den 150.000 kişiyi savaş esnasında öldürülmüş, 115.000 kişi ise Safevî ordusunun önünden kaçarken Fırat nehrine düşüp boğulmuştu. Kaçmaya çalışan Alauddevle ise savaş esnasında aldığı yara nedeniyle kısa süre sonra vefat etmişti[18] . Bu mektup vesilesiyle Şeybanî Han‟ı uyarmak isteyen Şah, Herat‟taki başarısıyla çok da sevinmemesini zira Çağatay Sultanlarına yaptığı zulmün kendi başına da geleceğini aşağıdaki beyitle ifade etmiş ve adeta Şeybanî Han‟a meydan okumuştur.
“ | “Ey dost, düşmanının cenazesine ne yaptıysan Sevinme ki senin başına da aynısı gelecektir” | „ |
Mektubun devamında Şah, İmam Rıza‟nın türbesinin bulunduğu Meşhed‟i ziyaret etme isteğini dile getirmiş ve buna hiç kimsenin mani olamayacağını vurgulamıştır. Meşhed‟e vardığında da en önemli işinin Horasan seferi için tüm hazırlıkları yapmak olduğunu söylemiştir. Bu noktada Şah‟ın, gerçekleştireceği Horasan seferi hakkında Şeybanî Han‟ı bilgilendirmesi onun kendine ve ordusuna olan güvenini ortaya koyması açısından önemlidir[19] . Bu açık tehdidin dışında Şah, Özbek Hanı‟nı gizli ifadelerle de uyarmaktadır. Bu gizli ifade Alauddevle ve ahalisinin başına gelenlerin anlatımında aranmalıdır. Şah‟ın çok güçlü bir orduya sahip olan Alauddevle‟yi nasıl dize getirdiğini ayrıntılı olarak anlatması manidardır. Nitekim aynı taktiği Şeybanî Han da mektubunda kullanmış Herat seferindeki başarısıyla gücünü Şah‟a göstermek istemişti. Şu durumda her iki padişahın kendilerine olan öz güveni şaşırtıcı olmakla birlikte tarihin 915/1509-1510 yılına işaret ettiği o günlerde Şeybanî Han ve Şah İsmail‟in kendi sahalarında elde ettiği başarılar ve küçük gruplar halinde yaşayan halklardan büyük ve güçlü bir devlet oluşturdukları düşünülürse doğal karşılanmalıdır. Mektupların sonuncusunu Şeybanî Han‟ın tahminen 915/1509-1510 yılında gönderdiği ve 916/1510 yılında Şah İsmail‟e ulaşan mektup teşkil eder. Nitekim Şeybanî Han, 916/1510 yılında Safevî üzerine hücuma geçmiş ve mektubunda dile getirdiği iddialarını gerçekleştirmek üzere gayret sarf etmiştir. Şeybanî Han bu namesinde; Allah‟ın kendisine bahşettiği hükümranlık ve imamlık vasfının Şah İsmail‟inki ile kıyaslanamayacağını belirtmiş ve ona “İsmail-i Daruğa” yani Vali İsmail olarak hitap etmiştir. Böylece Şah İsmail‟i sadece İran Mülkünün yöneticisi olarak gördüğünü ve ona hükümranlık sıfatını yakıştırmadığını açıkça belirtmiştir. Buradan hareketle İsmail‟in kendisine direnmemesini, Şeybanî hilafetini kabul edip kendisine itaat etmesini istemiştir. Çünkü ona göre bu yerlerin imamlığı için Allah onun ceddini yani Şeybanî hanedanlığını tayin etmiştir. İmamlık babadan oğula geçtiğine göre Maveraünnehir, Horasan hatta İran‟ın yeni imamı da Şeybanî Han‟dır. O, kendisini güneşe benzetmektedir. Nitekim güneş doğudan doğmaya başladığında batıdaki yıldızlar birer birer söndüğü gibi Şeybanî Han‟ın aydınlığı da Sufioğlunun devletini söndürecektir. Tüm bunların dışında Şeybanî Han‟ın bir isteği daha vardır, o da Mekke ve Medine‟ye giden yolların Şah tarafından tamir ve tanzim edilip yolculuğa uygun hale getirilmesidir. Şeybanî Han, ikinci bir kez Hac ziyaretinin tüm Müslümanlar için farz olduğunu hatırlatmakta askerlerinin bu yolculuğu ne kadar arzuladıklarını mektupta dile getirmektedir. Şayet yollar seyahate elverişli hale getirilirse, Şeybanî Han, Mekke ve Medine‟ye doğru yola çıkacaktır. Bu noktada Şah‟dan talebi şudur ki kendisi seyahate çıkmadan önce Şah, Özbek ordusunu karşılamak için hazırlıklar yapsın, hâkim olduğu yerlerde Özbek Hanlığı adına hutbe okutup para bastırsın, kendileri oraya ulaştığında da huzuruna gelip hediyelerini ve itaatini arz etsin. Şayet onun bu istekleri yerine getirilmezse tutumunun nasıl olacağını da mektupta kaleme almıştır. Şeybanî Han, istekleri yerine gelmediği takdirde oğlu Ubeydullah Bahadır Han`ı Buhara, Semerkand, Hazara, Nokuderi, Gur, Gürcistan ülkesindeki emr ve askerlerle birlikte Safevî ülkesine gönderecek ve bu devleti ortadan kaldırmak amacıyla savaş başlatacaktır. Şayet Ubeydullah Han başarısız olursa diğer şehzade Timur Bahadır Han, Kunduz, Boklan, Hisar-ı Şadman, Bedehşan ve Türkistan‟a bağlı bölgelerdeki emir ve askerlerle Kızılbaş seferine çıkacaktır. Bir kez daha başarısız olunursa Şeybanî Han kendi ordusunu bu göreve tayin edecektir. Ordunun başına en büyük oğlu Ebu‟l Nasr Kemaleddin Sevincek Muhammed Bahadır Han‟ı getirip, emirlerinden Hamza Bahadır Han‟ı sağ cenahta Selimeddin Mehdi Bahadır Han‟ı da sol cenahta görevlendirecektir. Bu büyük orduyu aynı zamanda Andican, Şahruhiye, Gandebadam, Taşkent, Şehr-i sebz, Otrar, Seyran, Ürgenç, Harezm, Ceyhun kenar, Kaşgar ve Mangıt‟tan Kıpçak ve Kalmuk bölgelerine kadar olan yerlerden askerle takviye edecektir[20] . Han‟ın gerçekleştireceği İran seferine dair mektupta bu kadar ayrıntıya yer vermesi ilginçtir. Ancak bir amaca hizmet ettiği de muhakkaktır. Şeybanî Han bu şekilde Safevî ülkesine gerçekleştireceği sefer için her türlü hazırlığı yerine getirdiğini bildirmekte, ayrıca ele geçirdiği memleketlerle birlikte askeri gücünün ne kadar fazla olduğunu Şah‟a göstermektedir. Dolaylı olarak da Şah‟a karşısındaki Özbek gücünün büyüklüğünü bildirerek onu uyarmaktadır. Şeybanî Han, bu mektubu elçi tayin ettiği Kemaleddin Hüseyin Ebiverdi ile birlikte Şah‟a göndermiştir[21] . Özbek Han‟ı, gönderdiği elçi vasıtasıyla ayrıca Safevî devletine sığınan Timurlu şehzadelerinin de kendisine iade edilmesini istemiştir. O, bu mektubu hazırlatıp elçiye gerekli direktifleri verdikten sonra emirlerinden Can Vefa Mirza ile Beyaku Bahadır‟a dönüp “amacım Şeyh oğlunu gaflet uykusundan uyandırmaktır” demiş ve bu emirlerin 10.000 askerle Tabes yolundan Kirman ve Yezd tarafına gitmesini kararlaştırmıştır27[22] .
Savaş
Şah İsmail büyük hızla Horasan'a ulaştı. Şeybani hanı Özbek kabilelerinden ek yardım beklemek için Merv kalesine çekildi. Şah İsmayl sonra yalandan geri çekildi, Özbekler onu takip etmek için kaleyi terk etti, ama Safevi ordusu tarafından yenilgiye uğratıldı.[4]
Kaynakça
- SAVORY, ROGER. ESMĀʿĪL I ṢAFAWĪ. Encyclopedia Iranica. Erişim tarihi: 23 Ocak 2011.
- Ismāʿīl I 27 Şubat 2015 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. at Encyclopædia Britannica
- Savory, Roger, Iran Under the Safavids, Cambridge University Press, 2008,ISBN 0521042518,page 36.
- http://az.wikipedia.org/wiki/M%C9%99rv_d%C3%B6y%C3%BC%C5%9F%C3%BC
- Rumlu, Ahsenü't-Tevârîh, C. II, s. 1014-1015; Âlem Ârâ-yı Safevî‟de Belh hakimi olarak Cani Sultan ismi verilir ve bura hakiminin Şeybanî Han'ı üç gün ağırladığı ve dördüncü günü Şeybanî Han'ın Kandahar'a taraf yola koyulduğu ifade edilir. Anonim, Âlem Ârâ-yı Safevî, s. 267.
- Babür`e gönderdiği mesajda onun Kabil`de kalmasını ve Şeybanî Han`ın devletine hiçbir şekilde zarar vermeyi aklına getirmemesini buyurdu. Anonim, "Âlem Ârâ-yı Safevî, s. 267".
- Anonim, Âlem Ârâ-yı Safevî, s. 268.
- Rumlu, Ahsenü‟t-Tevârîh, C. II, s. 1022-1023.
- Anonim, Âlem Ârâ-yı Safevî, s. 269.
- Rumlu, Ahsenü‟t-Tevârîh, C. II, s. 1024-1025; Münşi, Âlem Ârâ-yı Abbasi, C.I, s. 270.
- Ali EkberVilayetî, Tarih-i Revâbıt-ı Harici İran der Ahd-ı Şah İsmail Safevî, İntişarat-ı Vezaret-i Umur-ı Harice, Tahran 1375, matbu basım için bkz. s. 36-42; mektubun fotokopi nüshası için bk. 42-47.
- Tüm bu zaferlerinden sonra Özbekler Timurlu ve Babürlülerin elinden Horasan‟ı almış Bistam vilayetinden Türkistan ülkesinin doğudaki son hududuna kadar olan yerleri tasarruflarına geçirmiş oldular. Rumlu, Ahsenü‟t- Tevârîh, C. II, s. 1034, 1036; Anonim, Âlem Ârâ-yı Safevî, s. 270; Hasan Bey Rumlu Esterabad‟ın ele geçirilişi hususunda biraz daha ayrıntıya girerek Esterabad‟da bulunan şehzadelerin Özbek kuşatması karşısında birkaç gün beklediklerini ancak sonunda çaresizlikten Şeybanî Han‟ın yanına elçiler göndererek ondan aman dilediklerini yazar. Şeybanî Han da bunun üzerine Muhammed Mirza‟nın Azerbaycan tarafına gitmesine müsaade eder. Diğer şehzade Fereydun Hüseyin Mirza ise Etrük nehri tarafına gidip Yaka Türkmenleri arasına karışır. Rumlu, Ahsenü‟t- Tevârîh, C. II, s. 1034.
- Rumlu, Ahsenü‟t-Tevârîh, C. II, s. 1037.
- Rumlu, Ahsenü‟t-Tevârîh, C. II, 1040.
- Rumlu, Ahsenü‟t-Tevârîh, C. II, s. 1040. Mektubun aslına ulaşamadığımız gibi önde gelen İran tarihçilerinden Menuçehr Pardadust da Şah İsmail adlı çalışmasında bu beyitin yer alığı mektubun günümüze ulaşmadığını söyler. Menuçehr Parsadust, Şah İsmail-i Evvel Padişahi ba Eserha-yı dirpay der İran ve İrani, İntişarat-ı Sihami, Tahran 1381, s. 316.
- Rumlu, Ahsenü‟t-Tevârîh, C. II, s. 1040. Mektubun aslına ulaşamadığımız gibi önde gelen İran tarihçilerinden Menuçehr Pardadust da Şah İsmail adlı çalışmasında bu beyitin yer alığı mektubun günümüze ulaşmadığını söyler. Parsadust, Şah İsmail-i Evvel s. 316.
- V. Minorsky, Tadhkirat al-Muluk A Manual of Safevîd Administration, University of Cambridge press, İngiltere 1980, s. 125-126.
- Burada zikredilen rakamlar dikkate alındığında Dulkadirli ordusunun toplamda 265 bin kişiden oluştuğu görülmektedir. Bir Venedik seyyahı olan Giovanni Maria Angiolello ise seyahatnamesinde Safevî tarafının 70.000 askerden müteşekkil olduğunu söyler ki iki rakam arasındaki uçurum ve de sadece bir beylik konumunda olan Dulkadirli ordusunun mevcudunun abartılı olduğunu gösterir. Tufan Gündüz, Seyyahların Gözüyle Sultanlar ve Savaşlar Giovanni Maria Angiolello, Venedikli Bir Tüccar ve Vincenzo D‟Alessandri‟nin Seyahatnameleri, İstanbul 2007, s. 85; Günümüz İran tarihçilerinden Menuçehr Parsadust, Şah İsmail‟in Dulkadirli Beyliğine gerçekleştirdiği seferi uzun uzun anlatır ancak asker sayıları hususunda herhangi bir bilgiye yer vermez. Parsadust, Şah İsmail-i Evvel, s.296-300, Kazvin‟i savaşı kısaca anlatır ve Alauddevle‟nin oğlu Sarukaplan lakaplı Kasım Bey‟in başı kesilerek öldürüldüğünü aktarır. Budak Münşi Kazvinî, Cevâhirü‟l-Ahbâr, hzl. Muhsin Behram Nejad, İntişarat-ı Miras-ı Mektub, Tahran 1378, s. 123-124; Kummî, Şah İsmail‟in bu beylik üzerine Azerbaycan, Şirvan, Karabağ ve Irak‟taki birliklerle sefer düzenlediğini söylemekle birlikte herhangi bir sayı vermez. Savaş esnasında yaklaşık 8.000 Dulkadirli askerinin öldürüldüğünü söyler. Kadı Ahmed bin Şerafeddin el Hüseyn el Hüseynî Kummî, Hulâsatü‟t-Tevârîh, C. I, hzl. İhsan İşrakî, İntişârât-ı Danişgâh-ı Tehran, Tahran 1383, s. 89-93
- Şah İsmail Safevî Mecmû„a-yı Esnâd ve Mekâtibât-ı Târîhî Hemrâh Bâ Yâddâşthâ-yı Tafsîlî, hzl. Abdul Hüseyin Nevaî, İntişarat-ı Erguvan, Tahran, 1368, s. 71-73, Mektubun aslı ve fotokopisi için bkz. Vilayetî, Şah İsmail Safevî, s. 54-57, 58; Bu mektupta tarihe dair herhangi bir ibare olmamakla birlikte kroniklerde de ne zaman yazıldığına dair bir bilgiye ulaşılamamaktadır. İlk mektubun 914 yılında kaleme alındığı önemli bir husustur. Diğer ipucu seyyah Angiolello‟nun da kaleme aldığı üzere Şeybanî Han‟ın 914 yılı itibarıyla Horasan seferini başlatması buna karşın Şah İsmail‟in İsfehan‟a gelip savaş için hazır beklediği sırada Şeybanî Han‟ın Özbek askerinin Mekke‟ye gitme ve bunun içinde İran topraklarından geçme isteğini Şah‟a iletmesidir. Gündüz, Sultanlar ve Savaşlar, s. 87. Şu durumda mektup en iyi ihtimalle H. 914 yılının sonlarında ya da H. 915 yılında yani M. 1510‟da Şah‟a ulaşmıştır
- Mektup, “Seyadet-i penah saltanat-ı destgah İsmail Daruğa” ifadesiyle başlamaktadır. Mektubun fotokopi baskısı ve matbu şekli için bk. Vilayetî, Şah İsmail Safevî, s. 48-50, 51-53; Sadece matbu formatı için bk. Nevaî, Şah İsmail, s. 81-84; Rumlu, Ahsenü‟t-Tevârîh, C. II, s. 1043-1045. Kroniklerden bazılarında da mektubun özet hali yer almaktadır. Anonim, Âlem Ârâ-yı Safevî, s. 270, İsfahanî, Holdeberrîn, s. 183-185; Hurşad bin Kubad el-Hüseynî, Tarih-i Elçi-i Nizâm Şâh (Tarih-i Safevîye ez Ağaz ta sal 972 Hicri/Kameri), adlı eserinde Şah İsmail ile Şeybanî Han‟ın birbirlerine yazdığı iki mektuba yer vermiştir. Şeybanî Han‟ın Şah İsmail‟e gönderdiği mektup yukarıda zikrettiğimiz mektupla özellikle Özbek şehzadelerinin İran üzerine sefere gönderileceği hususlarında benzerlik göstermesine rağmen muhtemelen aynı mektuplar değildir. Hatta Hüseynî‟nin özet halinde takdim ettiği bu mektubun Şeybanî Han‟ın Şah İsmail‟e yazdığı ilk mektup olma olasılığı da vardır. Çünkü Hüseyni‟ni bu mektuba karşılık Şah İsmail‟in gönderdiği name, aslından tespit ettiğimiz üzere 1 Rebiülahir 914 tarihlidir ve cevap mahiyetli bu mektupla Şeybanî Han‟ın yukarıda zikrettiğimiz mektubu arasında belirgin farklılıklar vardır. Hurşad bin Kubad el-Hüseynî, Tarih-i Elçi-i Nizâm Şâh (Tarih-i Safevîye ez Ağaz ta sal 972 Hicri/Kameri), hzl. Mehmed Rıza Nasırî, İntişârât-ı Encümen-i Âsâr ve Mefahir-i Ferhengî, Tahran, 1379 s. 38-45.
- Vilayetî, Şah İsmail, s. 48. Anonim, Âlem Ârâ-yı Safevî, s. 270‟de bir elçi tayin edildiği söylenir ama isim belirtilmez.
- Anonim, Âlem Ârâ-yı Safevî, s. 270; Rumlu asker sayısı vermemekle birlikte sayının çok olduğunu ifade etmekle yetinmiştir. Rumlu, Ahsenü‟t-Tevârîh, C. II, s. 1040.