Aşk

İngiliz edebiyatının ünlü aşıkları Romeo ve Juliet. Frank Bernard Dicksee'nin eseri, 1884.

Aşk, bir başka varlığa duyulan derin sevgi.[1]

Türleri

Sevginin türlerine ilişkin ilk psikiyatri dalında çalışma Sigmund Freud tarafından yapılmıştır. Freud, sevginin her türlüsünün kaynağının cinsellik olduğunu öne sürer. Bu görüşüyle çok büyük eleştirilere maruz kalsa da, biyolojik olarak sevginin, hormonlar ya da kimyasallar bakımından cinsellikten başka bir kaynağı yoktur. Freud'a göre sevginin bütün diğer türleri (aile sevgisi, tanrı sevgisi) uygarlıkla gelişen yüceltmelerin sonucudur ve cinsellikten türemiştir. Bu konuda özellikle yerli kültlerindeki totem-tabu anlayışı üzerinde durarak inceleme yapar.

Psikanalist Erich Fromm, sevgiyi insanlığın sorunlarına bir yanıt olarak, kişideki aktif ve yaratıcı gücün kaynağı bir enerji olarak ve bu söz konusu yaratıcılıkla sevmeyi de bir sanat olarak tanımlar. Bu çerçevede sevgiyi biyolojik kaynağı ne olursa olsun beş türde sınıflandırır: kardeşçe sevgi, anaç sevgi, cinsel sevgi, öz sevgi ve tanrı sevgisi.[2]

Kardeşçe sevgi

Bu, sevginin en temel türüdür. Diğer bütün türlerin içinde yer alır. Sorumluluk, saygı ve başka insanları düşünme gibi davranışlar bu türdedir.

Anaç sevgi

Annenin çocuğuna duyduğu koşulsuz sevgidir. Anaç sevginin en belirgin özelliği, koruyuculuk davranışıdır. Kardeşçe sevgideki gibi sorumluluk ve başka insanları önemseme davranışı burada da görülür. Ancak aradaki fark, sevginin, annenin çocuğuna zaten bağlı olduğu için bir karşılık ya da koşul sorgulamadan gerçekleşmesidir. Bu bağ determinist değil, annenin kendiyle bütün bir şeyi sevmekte olduğu için dönüşlüdür ve böylece öz sevgi içerir. Anne karşılık sorgulamaz, çünkü çocuğu sevmekle zaten kendini sevmektedir. Elbette sevginin bu türü anne-çocuk arasında sınırlı kalmaz. Bu biyolojik bağın olmadığı yerde de insan ilişkilerinde anaç sevgi görülebilir.

Cinsel sevgi

Karşılıklı koruyuculuk, onaylama davranışlarını içerir. Diğer türlerden en belirgin farkı, cinsel sevgide eşitlik anlayışının olmamasıdır. Söz gelimi baba sevgisi bütün çocuklara eşittir. Kardeşini seven de bütün kardeşlerini sever. Ancak cinsel sevgide tek bir kişi seçilir ve cinsellik davranışı o kişiyle sınırlandırılır. Özellikle erkek canlı türleri çok eşlilik davranışı gösterse de, bu hormonlardan kaynaklanmaktadır. Erkek bireyler etkin biçimde fazla sperm salgıladıkları için, bu spermleri olabildiğince fazla sayıda dişi bireye aktarmayı isterler. Dişi bireylerde ise çok eşlilik yaygın görülmez, çünkü onlar yumurtalarına çok önem verir ve bu yüzden eş konusunda seçicidirler.

Tek eşlilik, iyi eş seçimiyle verimli bireylerin doğması bakımından, biyolojik olarak önemli ve gereklidir. Çok eşlilik davranışı biyolojik olarak verimsizdir. Sevgi kuramı, erkek bireylere bir oto kontrol önerir. Çünkü sevmenin bir sanat olması bakımından sevgi, olgunluk ve çaba gerektirir.

Öz sevgi

Öz sevginin diğer bütün sevgi türlerinin ön koşulu olduğuna dair spiritüel gruplarca ve özgüvenle ilgili kitaplarda ifade edilen yaygın bir kanı vardır. Bu psikoloji literatüründe tartışma konusudur. Kanının sunulan önde gelen bilimsel dayanaklarından biri, Erik Erikson'un istikrarlı bir kimlik tanımının bireyin bir başkasıyla yakınlık sağlaması için ön koşul olduğunu ifade eden çalışmalarıdır. Buradaki kimlik tanımının öz sevgiye yol açtığına dair bir bulgu olmadığından bu Erikson'un çalışmalarının yanlış yorumudur. Maslow'un gereksinimler hiyerarşisine göre de, aidiyet (yani sevilme) hissi, kendini gerçekleştirme (öz sevgi buna dahildir) hissine göre daha temel bir ihtiyaçtır; dolayısıyla başkalarınca sevilmek öz sevgi için bir ön koşuldur. Özellikle narsist kişiliklerde öz sevginin başkalarınca sevilmekle arttığına dair bulgular mevcuttur.[3]

Etik olarak, Aristoteles erdem etiği anlayışı çerçevesinde öz sevgi kavramının kişinin mantık dışı tutkularıyla barışık olması anlamında ve dolayısıyla olumsuz yönde kullanılmasına karşı çıkar. Aristoteles'e göre, öz sevgi, kişinin en iyi ve güvenilir tarafı olan aklını (nous) sevmesidir. Bu doğrultuda ruhunun bu parçasıyla barışık olan ve aklının dilediğini yapan bireyler, en asil icraatlarda bulunacaklardır. Aristoteles bu tür öz sevgiyi arkadaşlara olan sevgi ve vatan sevgisinin kaynağı olarak görür.[4]

Öpmek
Resim: William Bouguereau (1890).

Bilimde

Aşkın kimyasal kökeni

Aşkın ve sevginin hormonlarla da ilgili olduğu kanıtlanmıştır. Örneğin, annenin çocuğuna duyduğu karşılıksız, sonsuz sevginin kaynağı doğum sonrası salgılanan hormonlardır. Bu hormonlar yalnız kadınlarda (ve memeli hayvanların dişilerinde) bulunur ve yalnız doğum sonrası salgılanmaya başlar. Ancak aşk olarak tanımlanan ve karşı cinse veya hemcinse duyulan tutkulu sevgide farklı hormonlar görev yapar. "Aşk hormonu" olarak tanımlanabilen tek bir hormon henüz bulunamasa da yapılan çalışmalarda bir deneğe âşık olduğu kişi gösterilince kanında mutluluk hormonu, cinsel istek hormonu, stres hormonu ve adrenalinin arttığı tespit edilmiştir. Aşk olgusunda birden çok hormonun rol oynadığı ve bu hormonların görsel, işitsel veya psikolojik etkilerle salgılandığı öne sürülmüştür.

Bazı deneysel çalışmalarda PET (Position Emission Tomography) ve MRI (Magnetic Resistant Imaging) yardımıyla beyindeki aktif bölgeler gösterilerek, aşkın beyindeki merkezi gösterilmeye çalışılmıştır. Bulunan bazı verilerin olmasına karşılık hala tam olarak bir fikir bütünlüğüne varılamamıştır.

Stanford Üniversitesi araştırma ekibi yaptığı deneylerle aşkın "analjezik" ağrı kesici özelliği olduğunu göstermiştir.

Biyolojide

Biyolojiye göre aşk tüm hayvan ve insanlarda olması gereken ve yaşamın devam etmesi için önemli olan duygudur. Aslında hayvanların çoğu aşk yaşamazlar. Aşk genel olarak memelilerde görülür. Şehvet ve cazibe aşkı oluşturan önemli öğelerdir. Şehvet cinsel istek duygusudur. Romantik ve erotik ortamlarda bu duygu açığa çıkar ve vücutta birçok değişime neden olur. Şehvet cinsel arzuyu oluşturan ve çiftleşmeyi sağlayan aynı zamanda insanlarda bir takım kimyasalların salgılanmasına neden olur. Testosteron ve östrojen şehvet sonucu salgılanması artan hormonlardır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda nörobilim âşık insanların beyinlerinde gerçekleşen olayları incelemeye başladı. Âşık olan birinin beyninde feromon ve tiroksin salgısının arttığı gözlenmiş norepinefrin ve serotonin salgısının da âşık olan kişide tuhaf davranışlara sebep olduğu açıklanmıştır. Bu salgıların beyni uyaran dopamin'i arttırdığı ve dopamin beyin uyarıcısı'nın ise genelde uyuşturucu kullananlarla aynı oranda arttığı gözlenmiştir. Dopamin'in fazla uyarılması her ne kadar keyif verse de yan etkileri kaçınılmazdır. Bunlar: kalp hızının artışı, kan basıncında yükseliş, iştah kaybı, uykusuzluk, heyecanı tetiklediği gözlemlenmiştir. Kalp hızının aşırı artışı kalp krizine neden olabilir. Fakat bu kalp hızının aşırı artışı gençlerde değil de genellikle yaşlılarda ölüme neden olmaktadır. Aşk'ın yok olması var olmasından daha tehlikelidir. Bir aşkın bitişi intiharlara neden olabilir. Bunun nedeni aşkın bitmesi ile oluşan üzüntü sonucu norepinefrin salgısı artar. Norepinefrin vücuttaki sinirleri besler. Aynı zamanda kalp hızı üzerinde önemli bir etkisi vardır. Eğer bu salgı fazla artarsa aşırı sinirlenme, öfke, sebepsiz yere ağlama krizleri, kalp çarpıntısı görülebilir. Enzo Emanuele aşk acılarının aşırı norepinefrin salgısı sonucu sinir büyüme faktörü'ünü (NGF) arttırdığını bunun ise beyindeki sinirlere zarar verebileceğini söyledi. Bu yüzden çoğu roman ve dizilerde aşk için ölen insanlar vurgulanıyor. Aşk için ölen veya intihar eden insanların sayısı az değildir.

Psikolojide

Psikoloji aşkı bilişsel ve sosyal fenomen olarak gösteriyor. Psikolog Robert Sternberg bir formülle aşkı açıkladığını savundu. Psikoloğun aşk üçgen teorisi şöyledir; aşk üç bağdan oluşur bunlar: yakınlık, bağlılık ve tutkudur. Eğer bu üçünden biri yok olursa aşk biter. Aşk ilk önce samimiyetle başlar. Aslında en başlangıç aşaması hoşlanma ve beğenmedir. Sonra samimiyet ön plana çıkar. Daha sonra âşık olunan kişi ile gülüşmeler ve selamlaşmalar başlar. Sonra yakınlık ve sohbet başlar. İşte aşkın üç bağından biri oluşmuş oldu. Yakınlık kuruldu. Daha sonra arkadaşlık duygusu kazanılır. Eğer ona yeterince güven verdiğinizi anlamanızı istiyorsanız size sırrınızı açıklamasını bekleyin. Eğer sır veya özel bir paylaşımınız olduysa ikinci bağda kurulmuş demektir. Son aşama artık arkadaşlıkla olacak bir şey değil itiraf etmeniz gerekir. Onu sevdiğinizi ve hoşlandığınızı direkt söylemenize gerek yok. Bunu belirtebilirsiniz. Mesajla, çiçekle, sürprizler ile bunu açıklayabilirsiniz. Eğer gerçekten birbirinizi seviyorsanız son aşamaya geçebilirsiniz. Ve aşkın en son aşaması tutkuya geldik. Aşkın son ve yaygın şeklidir. Diğer adı ile cinselliktir. Günümüzde aşklar bu aşamalara uğramadan en son tutkuya ulaşmaktadır. Amerikalı psikolog Zick Rubin'e göre aşk kendi arasında üçe ayrılır: Romantik aşk, sahiplenici aşk, kullanılan aşk. Romantik aşk her iki tarafında tutku ile birbirine bağlı olduğu ve mutlu edici aşktır. Sahiplenici aşk bir tarafın diğer kişiye aşırı derece sahip çıkması ve onun her konuştuğu kişiyi kıskanması sonucu ortaya çıkar. Bazıları ölümle bitebilir. Kullanılan aşk ise genelde zengin kadın ve erkeklerin aşkını paraya çevirmektir. Kendisini seven adam veya kadının parası ile yaşamak olarak da tanımlanabilir. Psikolog Erich Fromm aşkın sadece duygudan ibaret olmadığını aynı zamanda aşkın davranış ve eylemlerle de belli olabileceğini vurgulamıştır. Aynı zamanda Fromm, aşkın bilinçli bir bağlılık olduğunu söylemiş ve sadece şehvetten oluşmayacağını dile getirmiştir.

Sosyolojide

Aşk, sosyolojide toplum yapısını oluşturan en önemli etkenlerden birisidir. Fakat bazı aşklar ölümle ve cinayetle sonuçlanabilir. Günümüzde de işlenen namus cinayeti veya aşk için yapılan cinayetler az değildir. Genellikle aşk cinayetlerinin kurbanı kadınlar olur. Cinayetlerin çoğu aldatılma veya terk edilme sonucu işlenir. Bazen bir aşka mani olanları ortadan kaldırmak için de cinayetler işlenebilir. Aşk sosyolojik açıdan küçümsenecek bir şey değildir. Aşk sadece karşı cinslerle olmaz. Nesnelere, siyasi partilere, kendi cinsiyetlerine veya birliklere de âşık olabilirler. Mesela futbol aşkı birçok olaylara neden olmuştur. Bir takım için insanlar birbirlerini öldürmekte veya kavga edebilmektedir. Bu da bir aşktır. Örneğin siyasi partilere de âşık olunabilir. Parti mitinglerinde çıkan kavgalar ya da bir parti başkanına laf atan birinin linç edilmeye kalkılması bunlarda aşkın, şiddet ile ortaya çıkışıdır. Bazen aşk sapıklıklara da neden olmaktadır. Çoğu seri katil ölülerle seks yapma eğilimi veya ölülere âşık olma sapkınlığı taşır. Bu yüzden öldürdükleri kurbanlara tecavüz ederler. Aşkın en büyük ve en yaygın gerçekleşen problemi ise tecavüzdür. Karşılıksız aşklar tecavüzle veya ölümle sonuçlanbilir; ama her karşılıksız aşk böyle bitmeyebilir. Platonik aşk olarak adlandırılan geçici karşılıksız aşklar da vardır. Sosyoloji, aşkın bireylere değil topluma etkisini inceler ve toplumda aşk bazı problemlere neden olmaktadır.

Kültürde

Antik Yunan

Sevginin Yunan mitolojisinde önemli bir yeri vardır. Birçok tanrı sevgi duygusuyla ilgilenir.

Agape (ἀγάπη): Etimolojik anlamı "kardeşçe sevgi" olan bu tanrının görevi, ideal aşkı sağlamak fiziksel çekiciliği arttırmaktır. Eros (ἔρως): Cinsel sevgi anlamındaki bu sözcük, okçu tanrı Eros'a dayanır. Philia (φιλία): Bozulan aşkları düzeltir. Storge (στοργή): Anaç sevgiyle ilgilenir. Xenia (ξενία): İnsanlar arasındaki kini ve düşmanlığı aşka dönüştürür. Afrodit (Αφροδίτες): Aşk ve güzellik tanrıçasıdır.

Çin

Çince aşk

Çin geleneğinde aşkın önemli bir yeri vardır. Konfüçyüsçülük öğretisi için aşk ana kavramdır. Ren aşk anlamındaki sözcük konfüçyüsçülük öğretisinin ana kavramıdır. Mohism öğretisi ise evrensel sevgiyi destekler. Çinli filozof Mozi tarafından geliştirdiği bir harf ile tanınır. Çin dili bilindiği üzere her kelime için ayrı bir harfe sahiptir. Çince aşk kelimesi için geliştirilen bu harfte kelimenin alt kısmında kalp sözcüğü için kullanılan harf üst kısmında hissetmek için kullanılan harfler birleştirilerek aşk sözcüğünü oluşturmuştur. Çince aşk böyle ifade edilir: 爱 ve aî şeklinde de okunur. Bu harf alt ve üst şeklinde ikiye ayrılırsa 2 sözcük daha çıkar. Mozi bu geliştirdiği harfle tanınmasına rağmen kendisi evrensel sevgiyi yaymak için çok şey yapmış hatta akım bile çıkarmıştır. Mohism akımı aşkı sadece canlılara değil cansız olan şeylere de uygulamayı öğütler. Çin budizmininde'de aşk çok önemlidir. Aydın olmak için sevmek gerekir. Sevgi ne kadar fazla ise budist dininde de aydın olma olasılığı o kadar fazladır. Çince seni seviyorum wo aî ni olarak okunur ve bu şekilde yazılır. (我爱你)

Fars

Fars kültüründe aşık şairleri Hafız ve Sa'di gibi isimlerdir. Bu şairlerin aşkı kadına, doğaya veya güzelliklere değil ilaha'dır. İlahi aşk Fars kültüründe çok yoğundur. Neredeyse her şair şiirlerinde İlah aşkı işler. İslam'ın etkisiyle Tasavvuf İslam Geleneği yaygınlaşır. Bu aşkı şairler sadece şiirlerine değil yaşamlarına da yansıtmışlardır. Aşklarını şiirlerinde ifade ederken en süslü sözcükleri ve en güzel kafiyeleri kullanmışlardır. Fars edebiyatında aşkın etkileri yoğun olarak görülmektedir. Şiirlerde hep sevgi ve aşk sözcüğü kullanılır. Farsça aşk sözcüğü "eşk" olarak okunur bu şekilde yazılır: عشق)

Japonya

Japonya'daki Budizmde de aşk güzel bir şeydir. Aydın biri olmak için muhakkak gereklidir. Bencil olanlar veya fedakâr olamayanlar ne yaparlarsa yapsınlar aydın olamazlar. Japoncada aşk aynı Çincedeki gibi ifade edilir. Aynı şeklide okunur. Japon kültüründe aşk sadece kadınlara, erkeklere, doğaya değil anneler ve çocukları arasındaki aşk'da çok önemlidir. Amae (甘え) yani Japonca düşkünlük olan kelimeden kendilerine öğreti geliştiren Japon anneler çocuklarına hizmet ederler. Hizmetlerinin karşılığı ise sadece kucaklamadır. Japonya'da kanunen bir zorunluluk olmasa da karılarını aldatan erkekler eğer karıları aldatıldığını öğrenirse kendilerini öldürürler. Bazı sosyologlar bu olayları Japon öğreti ve onurlu davranışları olan amae ve seppukuya bağlıyorlar.

Türkiye

Türk kültüründe de dilinde de aşkın etkisi büyüktür. Türk kültüründe aşka olan ilginin artması İslam'ın kabul edilmesi ile başladı. İslam dininin kabul edilmesi ile sofizm akımı yaygınlaştı. İnsanlar şiirlere önem vermeye başladı. Şairler arttı. Şairler şiirlerinde aşka yer verdi. Fakat Türk kültüründeki aşk da tıpkı Fars kültüründeki gibi ilahi aşktır. Tabi sadece ilahi aşka değil kadına, doğal güzelliklere yönelik de şiirler yazılmıştır. Türk edebiyatında aşkın etkisi hissedilmektedir. Türk edebiyatındaki aşk şairleri: Yunus Emre, Baki, Nedim, Şeyh Galip gibi isimlerdir. Bu isimler arttırılabilir. Türk diline'de aşk ile ilgili birçok deyim girmiştir. Âşık olmak, aşk ateşi, aşkından kül olmak, aşka gelmek, aşk yuvası gibi birçok deyim vardır. Aynı zamanda Türk kültüründe tasavvuf edebiyatı da yaygındır. Türk kültüründeki hem doğunun hem de batının etkileri görülmektedir.

Ayrıca bakınız

Kaynakça

  1. TDK, Felsefe Terimler Sözlüğü, 1975
  2. Erich Fromm, Sevme Sanatı, ISBN 9753880671
  3. Campbell ve Baumeister (2003). Fletcher, Garth J.O.; Clark, Margaret S. (Edl.). Blackwell Handbook of Social Psychology: Interpersonal Processes. Blackwell Publishing. ss. 438-445. ISBN 9780631212294. 26 Şubat 2019 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 10 Ekim 2020.
  4. Tessitore, Aristide (1996). Reading Aristotle's Ethics: Virtue, Rhetoric, and Political Philosophy. Albany: State University of New York Yayınları. ss. 91-93. ISBN 9780791430477. 26 Şubat 2019 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 10 Ekim 2020.
This article is issued from Wikipedia. The text is licensed under Creative Commons - Attribution - Sharealike. Additional terms may apply for the media files.