Karacaahmet Mezarlığı

Karacaahmet Mezarlığı, Türkiye’nin en büyük, dünyanın sayılı büyük mezarlıklarındandır. İstanbul ilinde, Üsküdar ilçesinde yer alır. İstanbul’un en büyük ve aynı zamanda en eski mezarlığıdır.

Karacaahmet Mezarlığı

Mezarlık bilgileri
Açılış yılı:14. Yüzyıl
Ülke:Türkiye
Konum:Üsküdar, İstanbul
Tür:Devlet mezarlığı
Büyüklük:750 dönüm
Kabir sayısı:±2.000.000

Günümüzde içinde bulunan yollarla ve Karacaahmet Sultan Dergâhı'nın da içinde bulunduğu alanla birlikte yaklaşık 750 dönümlük bir araziyi kaplayan mezarlık; Miskinler, Saraçlar Çeşmesi, Şehitlik, Musallâ ve Duvardibi adlı beş büyük bölgeye ayrılır. Mezarlık kuzeyde Tunusbağı’ndan güneyde İbrahimağa çayırına doğru eğimli bir arazi yapısına sahiptir. Seyitahmet deresi vadisi mezarlığın en çukur kısmını teşkil eder. Güneyinde İbrahimağa çayırının devamında, Karacaahmet Mezarlığı’ndan ayrı kabul edilen Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı yer almaktadır.

Birçok kuş türüne ev sahipliği yapan Karacaahmet Mezarlığı, başta servi olmak üzere çınar, meşe, defne, çitlembik gibi ağaçları ve çeşitli bitkileriyle bir orman görünümündedir. Park ve Bahçeler Müdürlüğü, mezarlık içerisinde bulunan 9 adet servi ağacını Anıt Ağaç statüsüne almıştır.[1]

Karacaahmet Mezarlığı, 1917, 1940, 1956 ve 1974 tarihlerinde olmak üzere dört defa istimlak edilmiştir. Bu istimlaklerde, özellikle 1974'te Karayolları'nın istimlakı sırasında ciddi şekilde tahrip olmuştur.

Anadolu Yakası'nın en büyük yeşil alanlarından olan tarihi mezarlığın daha da fazla tahribata uğramasının önüne geçilmesi amacıyla, İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun kararı gereğince Karacaahmet Mezarlığı, 1991 yılında doğal ve tarihi SİT alanı olarak ilan edilmiştir. Bu karara göre, mezarlık alanı, sadece ölü gömülmesi ve buna uygun donatı alanları oluşturulması amacıyla kullanılabilir, ve mezarlık tam doluluğa ulaşıp, aktif mezarlık ömrünü tamamlasa dahi, hiçbir şekilde mezarlık kaldırılamaz, imara açılamaz veya park alanı olarak kullanılamaz.

Toplam defin sayısı, geçmişte kayıt tutulmadığı için kesin olarak bilinmemekte ama milyonlarla ifade edilmektedir. Zira, İstanbul Mezarlıklar Müdürlüğü'nün ölü kütüğü kayıtları, ancak 1937 senesinden sonra tutulmaya başlanmıştır.

Genel bilgi ve tarihçe

Mezarlık adını, İstanbul'a Hacı Bektaş-ı Veli tarafından İslam dinini yaymak üzere gönderilen Karaca Ahmet'ten alır. Mezarlıkta hiçbir zaman Roma veya Bizans lahdine rastlanmaması, mezarlığın Türk yerleşimiyle beraber geliştiğini tasdik eder niteliktedir.

İlk olarak İstanbul'un Müslümanlar tarafından kuşatılması sırasında şehit olan askerlerin buraya gömüldüğü sanılmaktadır. Mezarlığın ilk tam olarak ne zaman kullanılmaya başlandığına dair kesin bir kanıt yoksa da, çoğu tarihçi Orhan Gazi'nin, Bizans idaresindeki Üsküdar'ı fethetmesinden sonra, bölgeye Türk halkın iskanı ile birlikte mezarlığın geliştiğine dair mutabık kalmıştır. Dolayısıyla mezarlığın oluşmaya başlaması, 14. yüzyıl ortasına denk gelmektedir.

Sultan I. Murad döneminde Müslüman nüfusun artmasına paralel olarak genişlemeye başlayan mezarlık, 1453 yılındaki İstanbul'un fethi sonrasında daha da büyümüştür.

Karacaahmet'in resmen mezarlık haline getirilmesi 1582 senesinde, III. Murat’ın annesi ve II. Selim’in eşi Nurbanu Sultan'ın kendi arazisinden 124 dönümlük bir araziyi mezarlık olmak üzere ayırması ve buralara serviler diktirmesiyle olmuştur. Ayrıca, bu servi ağaçlarının muhafazası için 13 kişiyi korucu ve defin işleri için de 24 kişiyi mezarcı olarak tayin etmiştir.

Resmî kaynaklarda ismi ilk kez 1698 yılında Karacaahmet Sultan Mezarlığı olarak geçen mezarlığın, bir diğer ismi de 'Üsküdar Mekabir-i Müslimini' dir.

Başlangıçta boş, uçsuz bucaksız, temiz bir defin sahası olan bu mezarlık, yüzyıllarca İstanbul halkı tarafından hep tercih edilen bir yer olmuştur ve kurulduğu günden bu yana kesintisiz olarak hizmet vermektedir.

Karacaahmet'in tercih sebebi, Osmanlı halkı arasında Üsküdar'ın Asya kıtasının uzantısı olması ve dolayısıyla Mekke-Medine ile ilişkilendirilmesi sonucunda Kabe toprağı olduğuna dair inanıştır. Bu sebepten ötürü, Avrupa yakasında vefat edenlerin cenazeleri, yüzyıllar boyunca kayıklarla Üsküdar'a, Salacak iskelesine taşınmıştır.

Karacaahmet Mezarlığı, gerek Sünni, gerekse Alevi olmak üzere tüm İslam mezhepleri tarafından mübarek bir defin sahası olarak görüldüğünden, özel bir konuma sahiptir.

İranlılar mezarlığı olarak da bilinen Seyitahmet bölümü, Karacaahmet'in önemli bölümlerinden birini oluşturmaktadır. Şii mezhebine mensup ölülerin defnine tahsis edilen alanın, 1850 tarihinden önce oluşturulduğu düşünülmektedir. Bu bölüm, aynı zamanda Türkiye'deki Caferilerin de ölülerini defnettikleri bir alandır. Bu bölümde defnedilen ünlü kişiler arasında Abdülbaki Gölpınarlı, Cem Karaca gibi isimler vardır.

Bir matem ayı olarak bilinen Muharrem ayının onuncu gününe denk gelen Aşure Günü, günümüzde hala Caferiler'in Karacaahmet Seyit Ahmet Deresi bölümünde bulunan İranlılar Mescidi'nde matem törenlerine ev sahipliği yapmaya devam etmektedir.

İstimlakler ve imar faaliyetleri öncesinde, Karacaahmet mezarlığı’nın başlangıç noktası geçmişte Menzilhane denilen, günümüzdeki Gündoğumu Caddesi’nin başı iken, bu nokta Cumhuriyet döneminde kuzeydeki Tunusbağı Caddesi nihayeti ve burada hâlen mevcut olan 1681 tarihli Hacı Faik Bey Çeşmesi olmuştur.

Karacaahmet Mezarlığı civarında ve içinde, Osmanlı döneminde tesis edilmiş 6 tekke ve namazgah, 3 cami, 7 çeşme, 2 okul, 1 hastane ve 1 kireçhane bulunmaktaydı. Ayrıca, sahipsiz ve eski mezarlardan toplanan kemiklerin muhafazası amacıyla bir kemik havuzu oluşturulmuştur, burası Havuz kapısı bölümü adıyla bilinmektedir.

Karacaahmet Mezarlığı hakkında birçok araştırma yapmış olan Prof. Dr. Süheyl Ünver, aslında bu kemik mahzenlerinin mezarlığın muhtelif bölgelerinde 3 adet olmak üzere Mimar Sinan'a yaptırıldığını ve bunlardan birisinin girişinin 'Miskinler Tekkesi' olarak da bilinen cüzzamhanenin yakınlarında olduğunu, ancak zamanla toprak altında kaldığından bugün yerinin belli olmadığını belirtmiştir.

Süheyl Ünver, mezarlığın yüzyıllar boyunca çok talep gören bir bölge olması dolayısıyla, bazı hayır sahibi kişiler tarafından, maddi durumu iyi olmayan halktan kişilerin kullanımına mahsus lahit mezarlar inşa ettirildiğini, defnedilen cenazelerin tamamen toprağa karışıp çürümesinden sonra kemik bakiyelerinin mezardan çıkarılmak suretiyle, bu kemik havuzları olarak bilinen mahzenlere yerleştirildiğini ve boşalan mezarlara yeni cenazelerin defnedildiğini aktarmıştır.

Bu da, kısıtlı bir alana nasıl milyonlarca defin yapıldığı hakkında fikir vermesi açısından önemlidir.[2]

Mezarlık, Türk siyaset ve kültür hayatının önemli pek çok isminin mezarlarını barındırmaktadır. Şahideler ve lahitler değişik türlerdeki başlıklarıyla önemli bir sanat özelliği arz eder. Şahidelerin üzerindeki kitabeler eğer bir hattatın eliyle hazırlanmışsa sanat değeri taşımaktadır. Başlıklar mezarda yatan kişinin cinsiyeti, mesleği, rütbesi, sosyal mevkii, ailesi, felsefi ve dünya görüşü, ölüm şekli ve yaşadığı dönemle ilgili bilgiler verir. Bu özelliği ile şahideler birinci dereceden belge niteliği taşımaktadır. Ayrıca şahide ve lahitlerin üzerinde bulunan değişik motifler taş işçiliğinin şaheserleri kabul edilmektedir. Çiçek ve meyve motifleri, değişik bitki betimlemeleri en sık kullanılan motifler olmuştur. Mezarlık büyük tahribata uğramış ve paha biçilemez pek çok değerli şahide imha edilmiştir. Özellikle yeni gömü alanı elde etmek için yapılan tahribatlarda sayısız kıymetli şahide ve lahit yok edilmiştir. Mezarlıkta birçok ünlü yatmaktadır. Ancak büyük kısmının mezarları günümüze ulaşmamıştır.

Karacaahmet'te 16. yüzyıldan kalma mezar taşı hemen hemen yok gibidir. Yer yer 1698 sonrasına ait mezar taşları görülebilmektedir. Mevcut en eski mezar taşı Şeyh Hamdullah Efendi'ye ait olup 1520 tarihlidir. Geçmişten günümüze gelebilen eski taşların çoğunluğu 19. yüzyıla aittir.

19. yüzyıl başlarında, tahminen 1812 yılında İstanbul'u kasıp kavuran büyük veba salgını esnasında ölmüş olan birinin Karacaahmet'te bulunan mezar kitabesinde şu şiir bulunmaktadır:

Dâr-ı dünyada gezerken gül gibi, Nazik tenime ansızın geldi, Veba vermedi hiç emn-ü aman.

Henüz on yaşında iken hayattan göçüp gitmiş bir çocuğun kitabesinde ise şunlar yazılıdır:

Olmadı bu âlemi süflî bana cây-i karar, Bir melektim âlemi lâhûte ettim intikal. Görmeyince gülşen-i fânîde anı rahatı, On yaşında mürg-ı ruhum eyledi tahrik-i bâl. [3]

Nişancı Hamza Paşa’nın üstü kubbeli açık mozolesi, halk arasında yanlışlıkla “At mezarı” olarak bilinmektedir.

Mezarlıkta Osmanlı döneminde taş kapaklarla mezar odacığı şeklinde gömü ile, veya tahta kapaklarla doğrudan toprağa gömme tarzında iki çeşit defin uygulanmıştır. Mükerrer defin olarak da bilinen, yakın akrabaların koyun koyuna, üst üste gömülmeleri ise daha çok baba-oğul ve anne-kız gibi aile üyeleri arasında yaygındı. Günümüzde de, aile mezarlıklarında mükerrer defin uygulaması devam etmektedir ve üst üste gömülebilmek için aradan 5 yıl geçmesi şartı aranmaktadır. Günümüzde inşa edilen mezarlar, betonarme lahit mezar tipinde olup, altı toprak bırakılarak taş kapak ve mezar odacıkları şeklinde inşa edilmekte ve bir mezar yeri, aynı aileden 3-4 kişiye üst üste gömülme imkânı vermektedir.[4]

Karacaahmet Mezarlığı'nda medfun bulunan Çanakkale şehitleri

Mezarlığın orta yerinde bulunan Şehitlik Cami civarında, 2. ada üzerinde Çanakkale Savaşı esnasında şehit düşen birçok askerin gömülü olduğu bilinmektedir. Buradaki şehitliğin, Haydarpaşa hastanesi ve civarındaki hastanelere gemilerle tedavi olmak üzere getirilen yaralı askerlerin, vefat etmeleri sonucunda defnedilmesiyle oluştuğu bilinmektedir. 1916 tarihli bir kitabede üzerinde eski yazıyla şehitlik yazan bir ibare bulunmaktadır, ancak bugün şehitlerin ne mezar yerleri, ne de isimleri belli değildir.

Sanat ve edebiyatta Karacaahmet Mezarlığı

Ünlü İngiliz şair Lord Byron Üsküdar ve Karacaahmet Mezarlığı'na şu mısralarında yer vermiştir:

“Ey Üsküdar! Bembeyaz evlerin binlerce mezara bakar, ve o mezarların üstünde, paylaşılmamış bir aşka benzeyen sonsuz yas yapraklarına işlemiş, o her zaman yeşil ağaç, o narin ve karanlık servi yükselir.”

Karacaahmet Mezarlığı'nın yol genişletilmesi maksadıyla, Karayolları tarafından istimlak edilerek, sanatsal emsali bulunamayacak taşların geri getirilemeyecek şekilde yok edilmesine tepki verenlerden biri de; şair, ressam ve düşünce adamı Bedri Rahmi Eyüboğlu'dur.

Eyüboğlu, Karacaahmet Mezarlığı'nın değerini ve tahribatından dolayı duyduğu büyük üzüntüyü, şu ifadelerle dile getirmiştir:

“Mezar taşlarının başına gelenleri şiirin dışında, ancak sinema anlatabilir. Bu yazıda ikide bir şairliğimiz tutuyorsa bağışlayın. Eğer siz de benim gibi yirmi yıldan beri Karacaahmet’i sağından solundan, ortasından geçse idiniz, taşlarla kurduğum dostluğu daha iyi anlardınız. Bu mezar taşları arasında öyleleri var ki, bunu yirmi defa büyütüp herhangi bir alana dikseniz, dünyanın sayılı anıtlarından birini armağan etmiş olurdunuz. Demin de söyledim, yirmi yıldır yolum Karacaahmet’ten geçiyor. Hele son üç yıl içinde yolumuz Karacaahmet’e öylesine saplandı ki, bir bıçak gibi... Yeni yol; selvi, mezar, mezar taşı, demir parmaklık, çiçek, fidan demeden tümünün köküne kibrit suyu sıkmış. Benim bu mezarlıkta yatan can ciğer arkadaşlarım vardı. Belki her Allah’ın günü dört tekerleğimle onları dört defa çiğniyorum. Taşları nerede, başları nerede, elleri avuçları nerede?” [5]

Mezarlık, etkileyici görünümü ve mimari ihtişamıyla yüzyıllar boyunca yabancı seyyahları büyülemiş, birçok seyyah hatıralarında bu mezarlıktan söz etmiştir. Hatıratında mezarlığı anlatanların başında yer alan Fransız şair ve edebiyatçı Theophile Gautier, Karacaahmet'in Doğu'nun en büyük mezarlığı olduğunu söyleyerek hayranlığını dile getirmiştir. Ayrıca, Polonyalı Kont Edward Raczynski 1814'te İstanbul ve Çanakkale'ye Seyahat adlı eserinde, ve yine Alman mareşal Helmuth Karl Bernhard von Moltke Türkiye'den Mektuplar adlı kitabında Karacaahmet Mezarlığı'na büyük bir yer ayırmışlardır.

Kont Edward Raczynski, mezarlığın büyüklüğünün o zaman sadece 40.000 kişilik nüfusu barındıran Üsküdar ile orantısız olduğunu, başkentte yaşayan Türkler'in Asya yakasına gömülme arzusundan ötürü Üsküdar'da oluşan bu devasa ölüler şehrinin nüfusunun, yaşayanlar dünyasından çok daha fazla yer tuttuğunu belirtmiştir.

Karacaahmet'in yer altı nüfusunun İstanbul'un yaşayan nüfusundan çok daha fazla olduğunu hesap eden Mareşal Moltke ise 1836 yılında şöyle diyordu: İstanbul’daki halkın ortalama ömür uzunluğuna bakılırsa, Türklerin İstanbul’u aldığından beri geçen 400 sene içinde, sadece bu şehirde beş milyona yakın Türk ölmüş demektir. Buna göre yalnızca Karacaahmet mezarlığındaki mezar taşlarının miktarını tasavvur edebilirsiniz. Bu taşlarla büyük bir şehir kurulabilir.

Danimarkalı ünlü yazar ve masal ustası Hans Christian Andersen, Moltke'den yalnızca 5 sene sonra, 1841 yılında İstanbul'u ziyareti esnasında büyüklüğünden etkilendiği Karacaahmet Mezarlığı'nı, Moltke'yi tasdik edercesine şu şekilde tasvir etmiştir: Bu kabristanın alanı öyle genişmiş ki, buğday ekilse bütün kenti doyururmuş, buradaki bütün mezar taşları kullanılsa İstanbul'u kuşatacak yeni bir sur inşa edilebilirmiş. [6]

Karacaahmet Mezarlığı hakkında en detaylı bilgi verenlerden Fransız seyyah Olivier, 1793 yılının Haziran ayında Üsküdar ve civarını gezdiğinde şu notları düşmüştür: Mezarlık, sık ve yüksek ağaçlarıyla imparatorluğun en gösterişlisidir.

19. yüzyılda Batılı bir kadının gözüyle, İngiliz şair, yazar ve seyyah Julia Pardoe gözlemlerini şu şekilde satırlara dökmüştür: Türk mezarlığı, kışlanın arkasındaki tepenin yamacına kurulmuş ve vadinin derinlerine kadar uzanıyor. Sık dikilmiş serviler koyu bir gölge oluşturur, bu gölgenin altında uzun mezartaşları beyaz ve dehşet verici bir görünümle parlar. Daha kapalı yerlerin koyu karanlığına daldığınızda, bir an kendinizi harap bir kentin yıkıntıları arasında sanırsınız. Çevrenizde muazzam bir bütünün ufak parçalarıymış gibi görünenler, aslında kasvetin aldatmacısıdır. Bir nekropolün, ölüler şehrinin tam ortasındasınız. Ayaklarınızın dibinde yüzükoyun yatan ya da sanki her an düşüverecekmiş gibi yana kaykılmış oymalı taş bloklar, ilk bakışta size devrilmiş koca bir sütunun parçaları olarak görünür; her yandan yükselen sarık biçimli taşlar, yanlarında yatan altın yaldızlı ve yazıtlı taşlar. Bütün bunlar hayattan kopup gitmiş olanların anısına dikilmiş anıtlardır.

Batılı seyyahlar ve yazarlar söz birliği etmişçesine, mezarlığın çok sık servi ağaçlarıyla kaplı olmasından ötürü güneş ışığını pek almadığını ve buranın koyu yeşillikler içerisinde bir orman görünümünde olduğunu, kasvetli havasına rağmen insanda hüzün yaratmadığını, aksine huzur verdiğini belirtmişlerdir.

Tarihte adına şiirler yazılmış ender mezarlıklardandır. Karacaahmet'i konu alan belki de en bilinen şiir, Necip Fazıl Kısakürek'in Karacaahmet adlı eseridir. Kısakürek, Canım İstanbul adlı şiirinde ise, yine mezarlığa şu mısralarında yer vermiştir:

Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet; Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet

Yazar ve şair Hasan İzzettin Dinamo'nun 1960 yılında yayımlanan, Karacaahmet Senfonisi adlı bir şiir kitabı bulunmaktadır.

Ayrıca, ünlü şairler Faruk Nafiz Çamlıbel ve Oktay Rifat'ın yine 'Karacaahmet' temalı şiirleri bulunmaktadır.

Mezarlığa ait en eski fotoğraflar 1852-1854 yıllarında Ernest de Caranza tarafından çekilmiş, onu Abdullah Biraderler, Bergren ve Foto Sabah takip etmiştir. İstanbul'da İngiliz Elçisi Lord Strangford'un 1820'den itibaren özel papazı olan Anglikan din adamı Robert Walsh ise, burasını eğimli bir arazi içinde geniş yollarla ayrılmış büyük bir ormana benzetmiştir. Onun tasvir ettiği sahne, İngiliz ressam Thomas Allom tarafından gravür olarak resmedilmiştir.

Divan edebiyatının ünlü şairlerinden Nâbî, Nedîm, Enderunlu Vasıf ile Emin Hâkî, Nabizâde Nâzım, Mirzazâde Ahmed Neylî de Karacaahmet’te medfundur.

Galeri

Mezarlıkta yatan bazı ünlüler

Listesi için Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilenler listesi sayfasına bakınız

Ayrıca bakınız

Kaynakça

Genel
  • Necdet İşli arşivleri, Karacaahmet Defterleri
  • Fazıl Ayanoğlu, Şinasi Akbatu ve M. Mesut Koman’ın şahsî arşivleri
  • Hilmi Ahıskalı, Karacaahmet Mezarlığı Tarihçesi ve Önemi
  • Hikmet Turhan Dağlıoğlu, Sanat Bakımından Mezarlar ve Mezartaşları ve Karacaahmet Mezarlığı
  • İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitâbeleriyle Üsküdar Tarihi. 2 cilt, İstanbul 1976-1977, c. 2, s. 481-508.
  • Behçeti İsmail Hakkı el-Üsküdarî, Merâkid-i Mu´tebere-i Üsküdar. Ünlülerin Mezarları. Yayına Hazırlayan: Bedi N. Şehsuvaroğlu. İstanbul (TTOK) 1976
  • Hans-Peter Laqueur, Hüve´l-Baki. İstanbul´da Osmanlı Mezarlıkları ve Mezar Taşları. (= Tarih Vakfı Yurt Yayınları 46) 2. baskı, İstanbul 2007. ISBN 975-333-060-X. s. 9-16.
  • Osman Öndeş, Mezarlıklar Özel Sayısı; “Karacaahmet Mezarlığı”, Hayat Tarih Mecmuası, XI/1 [CXXII/2], İstanbul 1975
  • Prof. Dr. Mehmet Alaaddin Yalçınkaya, III. Selim ve II. Mahmud dönemlerinde batılı seyyahlara göre Üsküdar
  • Serhat Başar gezi notları
Özel
  1. Yüzyılların Görkemli Tanıkları Mısralardan Gönüllere Üsküdar'ın Anıt Ağaçları Üsküdar Belediyesi, 2004
  2. Prof. Dr. Süheyl Ünver; 626 yıldır doymak bilmeyen toprak: Karacaahmet , Tercüman Gazetesi, 22.VIII.1978.
  3. Prof. Dr. Süheyl Ünver; İstanbul halkının ölüm karşısındaki duyguları , Yeni Türk Mecmuası, 1938, No. 68, s. 312-321.
  4. "Arşivlenmiş kopya". 24 Eylül 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 12 Ocak 2017.
  5. Eyüboğlu, Bedri Rahmi: “Bir Değer Bilmezlik Örneği: Anıtlarımız Bile Mezar Taşları Yanında Çocuk Oyuncağı Kalıyor”, Milliyet Sanat, sayı 112, 1975
  6. İstanbul'da İki İskandinav Seyyah , Hans Christian Andersen, Knut Hamsun

Dış bağlantılar

This article is issued from Wikipedia. The text is licensed under Creative Commons - Attribution - Sharealike. Additional terms may apply for the media files.