Çanakkale Savaşı

Çanakkale Savaşı veya Çanakkale Muharebeleri, I. Dünya Savaşı sırasında 1915–1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası'nda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir.[9] İtilaf Devletleri; Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'u alarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü ele geçirmek, Rusya ile güvenli bir erzak tedarik ve askeri ikmal yolu açmak, başkent İstanbul'u zapt etmek suretiyle Almanya'nın müttefiklerinden birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletleri'ni zayıflatma amaçları ile ilk hedef olarak Çanakkale Boğazı'nı seçmişlerdir. Ancak saldırıları başarısız olmuş ve geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Kara ve deniz savaşı sonucunda iki taraf da çok ağır kayıplar vermiştir.

Çanakkale Savaşı
I. Dünya Savaşı Osmanlı Cephesi

Saat yönünde: Anafartalar Cephesi'nde Mustafa Kemal ve silah arkadaşları; Gelibolu'ya çıkarma yapan Anzaklar; Gelibolu sırtlarındaki Anzak askerleri; Osmanlı askerlerinin bulunduğu bir siper ve Çanakkale Boğazı'ndan çekilen İtilaf Devletleri'ne ait savaş gemisi
TarihDeniz: 19 Şubat 1915 – 18 Mart 1915
Kara: 25 Nisan 1915 – 9 Ocak 1916
Bölge
Sonuç

Kesin Osmanlı zaferi

Taraflar

Britanya İmparatorluğu

Fransa
Osmanlı İmparatorluğu
Alman İmparatorluğu
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu
Komutanlar ve liderler
Horatio Herbert Kitchener
Ian Hamilton
John de Robeck
Aylmer Hunter-Weston
William Birdwood
Alexander Godley
Henri Gouraud
Maurice Bailloud
Enver Paşa
Otto Liman von Sanders
Cevat Paşa
Mehmet Esat Paşa
Erich Weber
Kaçı Vehip Paşa
Fevzi Paşa
Çolak Faik Paşa
Mustafa Kemal Bey
Yakup Şevki Bey
Cafer Tayyar Bey
Ahmet Fevzi Bey
Halil Sami Bey
Kâzım Karabekir Bey
Selahattin Adil Bey
Çatışan birlikler
MEF
Doğu Seferi Kuvvetleri
5. Ordu
Güçler
Britanya İmparatorluğu:
489,000[1]
Fransa: 79,000[1]
[2][3][4]
Osmanlı İmparatorluğu:
315,500[1][not 1]
Kayıplar
45.000-50.000 ölü bütün İtilaf Devletleri[2]
: 205.000 zayiat[1]
: 47.000 zayiat[1]
Toplam zayiat İtilaf Devletleri: 252.000[1]
56.000 muharebede ölen[1]
21.000 hastanede ölen[1]
Toplam ölü: 77.000[1][5]
97.000 yaralı[1]
11.000 kayıp[1]
64.000 savaş dışı veya hasta[1][not 2][5][not 3]
Toplam zayiat: 250.000[1][5][6][7][8][not 4]

Osmanlı İmparatorluğu, Almanya'nın Rusya'ya savaş ilan ettiği 1 Ağustos 1914'ün hemen ertesi günü, Almanya ile bir ittifak antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşma, imparatorluğun kesin olarak Almanya'nın ana gücünü oluşturduğu İttifak Devletleri safında fiilen savaşa gireceği anlamına gelmektedir. Enver Paşa, fiilen savaşa girmeyi, seferberliğin tamamlanmamış olması ve Çanakkale Boğazı savunmasının tamamlanmaması gibi gerekçelerle ertelemeye çalışmıştır. Ancak Almanya, bir an önce savaşa fiilen girilmesi için baskılarını sürdürmüştür. Bu baskılar, Akdeniz'de Britanya donanması önünden çekilen Goeben ve Breslau savaş gemilerinin İstanbul'a gelmesiyle bir oldubittiye getirilmişti. Daha sonra Osmanlı Donanması'na bağlı bir grup gemiyle Karadeniz'e açılan bu gemiler 27 Ekim 1914 tarihinde Rus limanlarını bombalayınca Rusya, Osmanlı İmparatorluğu'na savaş ilan etmiştir.

Birleşik Krallık Savaş Konseyi sekreteri Albay Hankey Winston Churchill'in de desteğiyle, 1914 yılı Eylül ayında Çanakkale Boğazı'nın donanmayla geçilerek İstanbul'un işgalini öngören bir planı savaş konseyine sunmuştur.[10] Plan, çeşitli evrelerden geçerek uygulamaya kondu ve Birleşik Krallık ve Fransa gemilerinden oluşan bir donanmanın Boğaz'a geniş çaplı saldırıları 1915 Şubat ayında başlatıldı. Özellikle 19 Şubat 1915 ve 25 Şubat 1915 bombardımanları sonucu Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Çobanlı giriş tabyalarının geri hatta çekilmesi emrini uygulatmıştır. En güçlü saldırı ise 18 Mart 1915 günü uygulamaya konuldu. Ancak Birleşik Donanma ağır kayıplara uğradı ve deniz harekâtından vazgeçmek zorunda kalındı.

Deniz harekâtıyla İstanbul'a ulaşılamayacağı anlaşılınca bir kara harekâtıyla Çanakkale Boğazı'ndaki Osmanlı sahil topçu bataryalarını ele geçirmek planı gündeme getirilmiştir. Bu plan çerçevesinde hazırlanan Britanya ve Fransa kuvvetleri 25 Nisan 1915 şafağında Gelibolu Yarımadası'nın güneyinde beş noktada karaya çıkarılmıştır. Britanya ve Fransa çıkarma kuvvetleri her ne kadar Seddülbahir ve Arıburnu sahillerinde köprübaşları oluşturmayı başardılarsa da Osmanlı kuvvetlerinin inatçı savunmaları ve zaman zaman giriştikleri karşı taarruzlar sonucunda Gelibolu Yarımadası'nı işgalde başarılı olamadılar. Bunun üzerine sahildeki kuvvetler takviye edilmek için Arıburnu'nun kuzeyinde Suvla Koyu'na 6 Ağustos 1915 tarihinde yeni kuvvetlerle bir üçüncü çıkarma yapılmıştır. Ancak 9 Ağustos'ta Kurmay Albay Mustafa Kemal'in Birinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen karşı taarruzunda İngiliz Komutanlığı ihtiyat tümenini ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı ancak başarabilmiştir. Mustafa Kemal ertesi gün KocaçimentepeConk Bayırı hattında yeni bir karşı taarruz gerçekleştirmişti, bu hattaki Anzak birliklerini de geri atmıştır. Britanya ve Anzak kuvvetlerinin İkinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen genel taarruzları ise Osmanlı savunmasını aşamamıştır. Tüm bu gelişmelerin sonrasında İngiliz, Anzak ve Fransız kuvvetleri Gelibolu Yarımadasını 1915 yılı Aralık ayı içinde tahliye etmiştir.

Harekat öncesi

I. Dünya Savaşı

Sanayi Devrimi'nden itibaren giderek büyüyen üretim bir yandan ham madde gereksinimini sürekli artırırken diğer yandan yeni pazarları gerektiriyordu. Diğer yandan giderek büyüyen sermaye birikimi, yeni yatırım alanları bulmaya yöneliyordu.[11] Avrupa'nın büyük devletleri 19. yüzyıl boyunca farklı hızlarda gelişmişlerdi ve gelişmelerini sürdürebilmek için etki alanlarını genişletmek için sıkı bir rekabet içindeydiler. Birleşik Krallık, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Rusya farklı ilgi alanlarına sahip olsalar da bu alanlar çok yerde iç içe girmektedir. Sonuçta bu rekabet, 20. yüzyılın başlarında bir savaşı kaçınılmaz olarak gündeme getirmişti.[12] Bu ülkeler arasında süreç içinde oluşan ittifaklar da olası savaşın Avrupa çapında bir savaş olmasına yol açacaktır. Bu dönemde netleşen bu ittifaklar, Birleşik Krallık, Fransa ve Çarlık Rusyası'nın oluşturduğu İtilaf Devletleri ile Almanya, Avusturya–Macaristan İmparatorluğu ve İtalya'nın oluşturduğu İttifak Devletleri bloklarıdır.[12] Bu şekilde bir bloklaşma 1882 yılında Almanya, Avusturya–Macaristan İmparatorluğu ve İtalya arasındaki bir ittifakla, bir bloku oluşturmuştu. Kısa süre sonra 1894 yılında Fransa–Rusya, 1904 yılında Birleşik Krallık–Fransa, 1907 yılında da Birleşik Krallık–Rusya arasında antlaşmalar yapılarak diğer blok şekillenmiştir.[13] Birleşik Krallık ve Fransa arasındaki 1904 yılı antlaşması ilginçtir. Birleşik Krallık, Fransa'nın "Kuzey Afrika'nın en iyi parçalarını" almasına göz yumuyordu, Fransa ise Mısır'daki Britanya varlığına karışmayacaktı.[14] Birleşik Krallık ile 1907 yılında Çarlık Rusyası arasındaki antlaşma da 1904 antlaşmasına benzer biçimde, esas olarak tarafların Avrupa dışı ilgi alanlarını düzenliyordu. İran, Afganistan, Çin ve Tibet'teki iki ülkenin çıkarları arasındaki çekişmelere çözüm getiriyordu.[15] Tüm bunların ortaya koyduğu haliyle Avrupa'daki bu bloklaşmalar, esas olarak Avrupa dışı paylaşımı konu almaktaydı. Dolayısıyla bu bloklaşmanın sonunda ortaya çıkacak olan Avrupa çapındaki topyekün savaş, esas itibarıyla Avrupalı büyük güçlerin, Avrupa dışını yeniden paylaşımı mücadelesi olarak görülmektedir.

I. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde Balkanlar da iki kampa ayrılmıştı. Bir bakıma İtilaf Devletleri'nin himayesinden olan Yunanistan, Romanya ve Sırbistan bir tarafı oluştururken İttifak Devletleri'ne daha eğilimli görünen Bulgaristan diğer tarafı oluşturuyordu. Dolayısıyla bu bölgeyle ilgili hesaplarda Bulgaristan'ın durumu hesaba katılmak zorundaydı. Nitekim 1914 yılının Haziran ayında Bulgaristan yüklüce bir borç anlaşmasıyla de facto İttifak Devletleri safına kaymıştır.[16] Sonuç olarak özellikle Avrupalı büyük devletler arasında oluşan bu bloklaşma, yerel bir çatışmanın bile Avrupa'nın en azından dört büyük devletinin işe karşımasını gerektirecekti.[17]

Sonuçta ortaya çıkan da bu oldu. Avusturya–Macaristan İmparatorluğu veliahtı Franz Ferdinand 28 Haziran 1914 günü bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürüldü.[18] Bunun üzerine Avusturya–Macaristan İmparatorluğu Sırbistan'a 48 saat süreli bir ültimatom vermiştir. Sırbistan'ın tüm oyalama çabalarına karşın 28 Temmuz Belgrad'ı bombalamaya başlayarak bu ülkeye savaş ilan etti. Ardından Çarlık Rusyası genel seferberliğe gitti.[19] Ancak Almanya daha önce Rusya'nın seferberlik ilanını, savaş ilanı olarak kabul edeceğini tüm devletler nezdinde deklare etmiştir.[20] Bunun üzerine 1 Ağustos'ta Rusya'ya, 3 Ağustos'ta da Fransa'ya savaş ilan etti.[19] Bu savaş ilanlarının ardından İtalya tarafsızlığını ilan ederek Almanya–Avusturya blokundan ayrılmış, bir yıl sonra yeniden katılmıştır.

Almanya, geçmişten beri, daha net olarak Bismarck'tan beri iki cepheli bir savaştan kaçınmaktaydı ancak bu değişmez kaderi gibi görünüyordu. Doğuda Çarlık Rusyası, batıda ise Fransa gibi iki güçlü devlet vardı. Alman İmparatorluğu'nun 1891–1905 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığını üstlenen Schlieffen, bu tehlikeli durum için bir plan geliştirmişti ve doğal olarak Schlieffen Planı olarak biliniyordu. Bu plan, Rusya'nın seferberliğini bir ay içinde tamamlayabileceği hesabına dayanmaktadır. Almanya, tüm gücüyle batıya saldırarak kesin sonuç elde edecek ve bunun üzerine seferberliğini anca tamamlamış olan Rusya'ya saldıracaktı. Böylelikle iki cephede savaşma durumunda düşmekten kaçınacaktı.[20] Almanya bu stratejiyi uygulamak için 3 Ağustos'ta Fransa'ya savaş ilan eder etmez hiç vakit kaybetmeden, bu ülkeye Belçika üzerinden saldırı hazırlığına girişmiştir. Belçika'dan geçiş için izin istendiyse de olumlu yanıt alınmadı ve bunun üzerine Alman orduları 4 Ağustos'ta Belçika'ya saldırdı.[21] Ancak kısa süre içinde bu stratejinin uygulaması başarısız oldu ve Alman Orduları Marne'de Fransa–Britanya savunmasını aşamadı ve 12 Eylül'de Marne hattında durduruldular. Artık Schlieffen Planı işlemeyecekti.[22] Bu durumda Almanya yine iki cepheli savaşla karşı karşıyaydı. Doğuda Rusya ile, batıda da Britanya ve Fransa kuvvetleriyle çarpışmak durumundaydı. Ancak iki cephede de güçlü olamazdı, bir tarafa öncelik vermeliydi. Güçlü olmayı seçtiği cephe Batı Cephesi'ydi, doğuda zayıf kuvvetlerle oyalama muharebesi verecek, diğer deyişle savunmada kalacak, kuvvetlerinin büyük kısmını Batı'da kullanarak burada kesin sonuç elde ettikten sonra esas kuvvetlerini Rusya Cephesi'ne aktaracaktı.[23]

Avrupa içlerindeki bu gelişmeler, Birleşik Krallık ve Fransa’yı müttefikleri Rusya’yı desteklemek zorunda bırakmıştı.[24] Zaten Rusya, Almanya üzerinde yeterince güçlü bir baskı yapamamaktaydı. Kısıtlı endüstriyel kapasitesi dolayısıyla Britanya ve Fransa desteğine gerek duyuyordu.[24][25] Ancak Almanya'yı yenilgiye uğratabilmek için Rusya'nın muazzam insan kaynaklarından yararlanmak gerekiyordu. Bunun için de Rusya mühimmat, silah ve mali olarak desteklenmeliydi. Özellikle mühimmat yönünden bu zorunluydu. Çünkü Rus ordusu mühimmat stoklarını büyük ölçüde tüketmiş durumdadır. Bu durumda ondan taarruzi bir hareket beklenemezdi.[26] Fransa ve Birleşik Krallık'ın bu desteği sağlaması için olası dört yol vardır. Kuzey ulaşım hatlarından ikisi olanaksızdır. Arktik Okyanusu, yılın çok büyük bölümünde donmuş olduğundan deniz ulaşımına olanak vermemektedir, Baltık Denizi ise Alman Donanmasının denetimindedir.[27] Orta ulaşım yolu olan Avrupa karayolu ise Alman denetimindedir. Olası dördüncü yol ise Osmanlı İmparatorluğu’nun denetiminde bulunan Çanakkale ve İstanbul boğazlarının oluşturduğu denizyoludur. Sonuçta Rusya ile müttefiklerinin irtibatı kesilmiştir. Sadece Rusya'ya yardım konusu değil, Rus buğdayının ve petrolünün Avrupa'ya getirilmesi de artık olanaksızdır.[28] Sonuç olarak Rusya ile tek bağlantı boğazlardır.[26] İtilaf Devletleri'nin Birleşik Krallık, Fransa ve Rusya olarak doğu–batı parçaları arasındaki tek ulaşım hattı boğazlardı. Üstelik Rus savaş sanayi, savaş sırasındaki mühimmat sarfiyatını karşılayacak kapasitede değildi ve mühimmat açığı her geçen gün büyümekteydi.[29]

Osmanlı İmparatorluğu'nun ittifak arayışı

Osmanlı İmparatorluğu, 20. yüzyılın başlarında neredeyse 200 yıldır Gerileme Dönemi'ndeydi.[30] Bu süre boyunca uğranılan askeri yenilgilere 1912-13 yıllarında yaşanan Balkan Savaşı eklenmiş, Balkanlar'daki toprakların bütün bütün elden çıkmış olmasının ötesinde en iyi eğitimli ve en iyi teçhiz edilmiş ordular bu savaşta kaybedilmişti. Dahası büyük miktarda silah ve mühimmat da terk edilmişti.[31]

Avrupa devletleri I. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nun tarafsız kalacağını varsayıyorlardı.[32] Nitekim Osmanlı İmparatorluğu savaşın ilk aylarında "savaş dışı" durum ilan etmiştir. Bu durum İtilaf Devletleri arasında olumlu karşılanmıştır. Bu sayede Boğazlar ticari deniz trafiğine açık kalacaktır.[33] Osmanlı İmparatorluğu açısından da I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde en doğru politika tarafsız kalmak gibi görünüyordu. Ancak "bu yeterli bir çözüm müydü? Bir de mümkün müydü?".[34] Avrupalı devletlerin Osmanlı toprakları üzerindeki niyetleri biliniyordu. Rusya, yüzyıllardır sıcak denizlere inebilmek için Boğazlar'ı istiyordu. Birleşik Krallık, Hindistan yolunun güvenliği için Filistin'i, petrolü için de Irak'ı istiyordu. Fransa, Lübnan, Suriye ve Kilikya'yı, İtalya ise Antalya'yı istemektedir.[35] Bunları bilen Osmanlı yöneticileri, söz konusu devletlerin bu emellerine ulaşmak için, savaş sırasında ya da savaştan hemen sonra Osmanlıyı rahat bırakmayacaklarını rahatlıkla seziyorlardı.[34] Gerçekten de Avrupa'nın büyük devletleri arasındaki gerginliklerin bir Avrupa savaşına varmasının nedenlerinden biri de Osmanlı toprakları üzerindeki emelleriydi ve İmparatorluğun parçalanması sorunuydu. Diğer deyişle her devlet, kendi ilgi alanının rakiplerinden önce kontrol altına almak istiyordu.[36]

Fakat Osmanlı İmparatorluğu için en vahim tehlike Rusya'nın durumuydu. Çarlık, Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa katılması durumunda, savaş sonrasında İstanbul'u terk etmek zorunda kalacaklarını hesaplıyor, şimdiden durumu sağlama bağlamayı gerekli görüyordu. Bunun için dönemin Dışişleri Bakanı Sergey Sazonov, 1914 yılı ilkbaharında İngiliz ve Fransız hükûmetleriyle görüşmeler yaptı. Birleşik Krallık Hükûmeti'nin yanıtı oldukça açıktır.[32]

« Eğer savaş zaferle bitecek olursa İngiltere, kendilerinin Osmanlı İmparatorluğu arazisine ya da başka yerlerdeki arazilere (özellikle İran) yapacakları taleplerinin olumlu karşılanması kaydı ile İstanbul ve Boğazlar hakkındaki Rus taleplerini tasvip edecektir. »

Fransa ise bir süre Rus talebine karşı tutum takınmıştır. Ancak Akdeniz'de Alman tehdidi ortaya çıktıktan sonra karşı çıkmaktan vazgeçmiştir.[37] Osmanlı topraklarının İtilaf Devletleri arasında gizli antlaşmalarla, savaşın sona ermesinden önce paylaşılmasının bir diğer örneğini Fransa vermiştir. Fransa'nın Suriye ve Adana bölgesini alması, Birleşik Krallık ve Rusya tarafından prensip olarak kabul edilmiştir. Daha sonraki görüşmelerde Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Batı Karadeniz Bölgesi'nin Rusya'ya bırakılmasında anlaşma sağlandı. Fransa'ya verilecek toprakların çerçevesi de genişletildi. Paylaşmanın bir diğer uzantısı Britanya ile Haşimi Ailesi'nden Şerif Hüseyin arasında yapılan anlaşmadır.[38] Birleşik Krallık yönünden Şerif Hüseyin önemli bir kozdu, çünkü Peygamber ailesinden kabul ediliyordu.[38] Böylelikle Osmanlı Halifesi'nin İslam Dünyası üzerindeki otoritesini sarsacak güçte kabul ediliyordu.[38] Şerif Hüseyin de Arap Yarımadası'nı ve tüm Ortadoğu'yu içine alacak bir krallığı olsun istiyordu.[38] Görüşmeler sonunda Arap Yarımadası, Irak ve Suriye'yi kapsayan bir krallık kurması üzerinde 1916 yılı Ocak ayında anlaşma sağlanmıştır.[38] Ancak bu durum Fransa'yı harekete geçirdi. Birleşik Krallık ile Fransa arasıda 9-16 Mayıs 1916 tarihlerindeki bir dizi resmi mektuplaşmanın ardından Fransa'nın hakimiyet alanı yeniden belirlendi. Bu mutabakat, 29 Nisan 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması ile resmileştirilmiştir.[38]

Diğer tarafta Osmanlı yöneticileri de Batılı devletlerin bu emellerini seziyor ve Rusya'nın en büyük tehlike olduğunu görüyorlardı. Bu durumda Osmanlı yöneticilerinin, imparatorluğun güvenliği için bir desteğe ihtiyaçları vardı.[34] En mantıklı görünen, hem savaşta Rusya'nın ittifakı içinde olmak, hem de aynı ittifak içinde yer almakla Birleşik Krallık ve Fransa'nın desteğini sağlamak gibi görünüyordu. Bu amaçla Maliye Bakanı Cavit Bey Britanya makamlarıyla, Bahriye Nazırı Cemal Paşa ise Fransız makamlarıyla bir süredir temas halindedir. Ancak ne Britanya tarafı ne de Fransız tarafı bu ittifak yaklaşmasına sıcak bakmadılar. Rusya'nın da bu işe kesin olarak karşı olmasının da bu durumda payı olduğu kabul edilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu'nun Britanya ile ittifak girişimine olumlu yaklaşılmamasında, Jön Türk yönetiminin kısa sürede çökeceği yönündeki öngörü etkili olmuştur.[39] Jön Türkler yerine Alman yanlısı olmayan bir iktidarın Almanya'nın Orta Doğu'daki tehdidini ortadan kaldıracağı hesap edilmektedir.[40] Diğer yandan Almanya ve Avusturya–Macaristan İmparatorluğu da savaş öncesinde Osmanlıyı ittifaka almaya yakın değillerdi.[34]

Osmanlı İmparatorluğu'nun dış politikası, İkinci Meşrutiyet'in ilk yıllarından (1908) itibaren Almanya'dan yavaş yavaş uzaklaşırken Birleşik Krallık'a yaklaşmıştır.[41] Hatta Birleşik Krallık ile bir ittifak kurulması yönünde İttihat Terakki Merkez Komitesi'nden Ahmet Rıza Bey ve Nazım Bey, 1908 yılı içinde Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey ile bir görüşme yapmışlardır. İzleyen yıllarda bir dizi olayın da etkisiyle, artık şekillenmeye başlayan İtilaf Devletleri'ne yakınlaşma sürmüştür.[42] İtilaf Devletleri'yle bir yakınlaşma arayışlarının bir başka örneği de 1914 Mayıs ayında Mehmet Talat Paşa'nın Kırım'da Çar II. Nikolay ve Dışişleri bakanı Sazanov'la görüşmesidir. Ancak Çarlık Rusyası, diğer müttefiklerinden ayrı bir antlaşmaya yanaşmamıştır. Diğer yandan Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın Fransa görüşmeleri de bir sonuç vermemiştir.[43]

Almanya ile ilişkiler ise Balkan Harbi sonrasında bir kesiti dönemi geçirmiştir. Balkan Harbi öncesinde bir dönem Osmanlı Ordusu Alman generali Von der Goltz düzenleme desteğini alıyordu. Ancak yenilgi sonrasında Alman desteğine güven hırpalandı ve Osmanlı Ordusu Kurmay Başkanlığı Yardımcısı görevinden ayrıldı. Bu ayrılmadan 1913 yılı Aralık ayına kadar geçen süre içinde İstanbul'da etkili olacak bir Alman politik - askeri varlığı olmamıştır. Bu ayda Liman von Sanders başkanlığında bir Alman subay grubu İstanbul'a gelmiştir. Bu grubun yetkileri oldukça geniştir. Liman von Sanders bu yetkilere dayanarak üç ay içinde Osmanlı Ordusu içinde büyük ölçüde hakim duruma gelmiştir.[44]

Ancak İttihat Terakki'nin 1913 yılı Ocak ayında iktidara gelmesiyle Osmanlı dış politikası yeniden Almanya'ya yakınlaşmaya başlamıştır.[41] Zaten İtilaf Devletleri ile yapılan tüm ittifak görüşmeleri boşa çıkmıştır. Bu durumda Osmanlı İmparatorluğu'nun, eğer Avrupa Savaşı öncesinde bir ittifaka girmesine zorunluluk gözüyle bakılıyorsa, tek seçenek Almanya'dır.[43] Bir başka açıdan bakıldığında Enver Paşa'nın, Almanya'nın Avrupa'nın en güçlü askeri gücüne sahip olduğu ve bir Avrupa Savaşı'nda kesin olarak kazanan taraf olacağına güçlü bir inanç beslediği, genellikle kabul edilmektedir.[45][not 5] Fakat esas önemlisi 1890'lı yıllardan itibaren Osmanlı ekonomisinde Alman sermayesinin etkinliğinin artıyor olmasıdır.[46] Özellikle Bağdat Demiryolu inşaasının bir Alman firmasına ihale edilmesi, Osmanlı topraklarında Alman sermayesinin Yakındoğu'ya uzanan güçlü bir rekabet durumu yaratmıştır.[16] Bu arada Almanya'nın özellikle İstanbul'daki Türkçülük hareketini, Osmanlı'nın Rusya ile yakınlaşmasının önleyici bir manevra olarak desteklediği bilinmektedir.[46]

Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa katılması

Sadrazam (Başbakan) ve Hariciye Nazırı Sait Halim Paşa Avusturya–Macaristan İmparatorluğu'nun Sırbistan'a savaş ilanından bir gün önce 27 Temmuz akşamı geç saatlerde Alman Büyükelçisi'ni çağırtmış, iki devlet arasında Rusya'ya karşı bir savunma antlaşması yapma teklifinde bulunmuştur. Yirmi dört saate kalmadan Almanya bu teklife olumlu yanıt vermiştir.[47] Bu mutabakat üzerine Osmanlı İmparatorluğu, Almanya'nın Rusya'ya savaş ilan etmesinden bir gün sonra, 2 Ağustos 1914 günü Almanya ile bir ittifak antlaşması imzalamıştır.[43][48][not 6] Eylül sonları ve Ağustos başlarında İstanbul'daki Birleşik Krallık Büyükelçisi izin kullanmaktaydı. Dolayısıyla Britanya'nın bu olaylar üzerine müdahalesi oldukça sınırlı kalmış olmalıdır.[49] Antlaşmadan sadece Sadrazam (Başbakan) ve Hariciye Nazırı Sait Halim Paşa'nın, Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın, Dahiliye Nazırı Talat Paşa'nın ve Meclis-i Mebusan Başkanı Halil Bey haberdardır. Diğer meclis ve hükûmet üyelerinin, dahası Sultan Mehmet Reşat'ın dahi haberi yoktur.[50]

Antlaşmanın imzalanmasında Osmanlı İmparatorluğu'nun savaş hazırlıkları tamamlanana kadar tarafsız görünmesine karar verilmiştir. Diğer deyişle antlaşma gizli tutuldu, Osmanlı "silahlı tarafsızlık" ilan etti. Ertesi gün ise seferberlik hazırlıklarına başlanmıştır.[51]

Antlaşmanın ana teması Osmanlı İmparatorluğu'nun Avusturya ve Sırbistan arasındaki çekişmede tarafsız kalması, bu çatışma Almanya ve Çarlık Rusyası arasında bir savaşa yol açarsa Almanya yanında savaşa girmekti. Diğer yandan Almanya, Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü korumayı kabul etmektedir. Aslında bu antlaşma imzalandığında Almanya ile Çarlık Rusyası zaten savaş durumuna geçmiş bulunmaktaydılar.[46]

Ekim ayı başlarında Almanya'nın savaşta kısa süre içinde kesin sonuç alma umutları sönmeye başlamıştı. Alman ordularının Batı Cephesi'nde durdurulmaları, Çarlık ordularının Galiçya'da başarılı harekâtları durumu sıkışık hale getirdi. Bu durumda Almanya, kilitlenmiş durumu başka bir bölgedeki girişimlerle çözmenin yollarını aramıştır. Bu girişimlerin ip uçları Yakın Doğu'da aranmaya başlandı. Alman İmparatoru Alman Üst Komutanlığı'na emri, Osmanlı Kabinesi'nin oluru alınamazsa bile durum bir oldubittiye getirilerek Osmanlı İmparatorluğu'nun fiilen savaşa çekilmesinin sağlanması yönündedir.[52] Sonuç olarak Almanya ile ittifak antlaşması imzalandıktan hemen sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun bir an önce fiilen savaşa girmesi konusunda Alman baskıları başlamıştı. Bu baskılar aralıksız sürmüştü. Örneğin Alman Krupp Fabrikaları'nda hazırlanan dört adet 28 cm’lik sahil topuna Alman Denizcilik Bakanlığı el koyduğu 11 Eylül 1914 tarihli telgrafla İstanbul'a bildirilmiştir. Alman Denizcilik Bakan Vekili'nin Berlin ataşemiliteri Cemil Bey'le bir görüşmesindeki sözleri çok nettir, "Süveyş'e hareket ediniz, sahil toplarını alırsınız"[53]

Almanya'nın, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir an önce savaşa fiilen girmesi yönünde baskısının bir taktik nedeni de Kafkasya Cephesi'ndeki Osmanlı askeri tehdidinin Almanya'nın Galiçya Cephesi kuvvetleri karşısındaki baskıyı hafifleteceğinin hesaplanmasıdır.[46] Ekim ayına gelindiğinde Birleşik Krallık ve Rusya'nın seferberlik hazırlıkları tamamlandığı ve cepheye daha fazla kuvvet getirdikleri görülmektedir. Almanya'nın kısa sürede Batı'da kesin sonuç elde etme planı bütünüyle başarısız olmuştur. Buna bağlı olarak Osmanlı'nın savaşa girmesi yönünde baskılar artıyordu.[54] Öte yandan Britanya Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü garanti ediyor, kapitülasyonlar'ın kaldırılmasına olumlu yaklaşıyor ve mali yardım öneriyordu. Osmanlı İmparatorluğu zaten 17 Ağustos'ta kapitülasyonları kaldırdığını ilan etmişti.[55]

Almanya'dan, bir an önce savaşa fiilen girilmesi yönündeki baskılar, Enver Paşa tarafından savaş hazırlıklarının henüz tamamlanmadığı gerekçesiyle oyalanıyordu. Ancak iki Alman savaş gemisinin girişimi, bir oldubitti durumu yaratarak Osmanlı İmparatorluğu'nun fiilen savaşın içine çekmiştir.[56]

Goeben ve Breslau harekatı

Almanya ile Osmanlı arasında ittifak antlaşması imzalandığında Alman Akdeniz Filosu (tümeni) Komutanı Wilhelm Souchon elinde iki yeni, hızlı ve muharebe gücü yüksek gemi vardır. Bunlar ağır kruvazör Goeben ile hafif kruvazör Breslau'dur. Antlaşmadan iki gün sonra, 4 Ağustos'ta Amiral Souchon'a iletilen şifreli telgraf mesajında İstanbul'a hareket etmesi emredilmiştir.[57] Almanya, 4 Ağustos'ta Belçika'ya saldırmıştı ve Akdeniz'de bu iki gemi, Britanya kontrolündeki Cebelitarık'tan ya da Süveyş Kanalı üzerinden Akdeniz dışına çıkamazdı. İki gemiden açıkça daha güçlü olan Britanya ve Fransız filoları karşısında zor durumdaydı.[23] Ancak iki gün sonra İstanbul'a gitme emri iptal edildi. Buna karşın Britanya zırhlılarının yakın durumundan endişelenen Amiral 8 Ağustos'ta İstanbul'a gitmeye karar vermiştir. Emrindeki bir gemiyle İzmir'deki Alman deniz ateşesine, İstanbul'a giriş için izin istenmesini bildirdi.[58] Akdeniz'deki dokuz günlük bir kovalamanın sonunda gemiler 10 Ağustos'ta Çanakkale Boğazı önlerinde gelmiştir.[56][59] Enver Paşa, Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı'na "Akdenizde bulunan Alman zırhlılarının, İngiliz filosu ile muharebeye girmiş olması muhtemeldir. Söz konusu Alman Zırhlılarının boğazdan geçişini sağlayınız." talimatını vermiştir.[56] Talimatın verilişi, bir bakıma alınışı, Başkomutanlık Vekaleti'nde göre yapan Alman subayı Baron Kress von Kressenstein tarafından kaleme alınan anılarında anlatılmaktadır. Baron von Kressenstein, Çanakkale Müstahkem Mevkii'nden gelen telgrafı Enver Paşa'ya ilettiğini, Enver Paşa'nın gemilerin Çanakkale Boğazına girmesi için karar verme yetkisi olmadığını ifade ettiğini anlatmaktadır. Bunun üzerine von Kressenstein itiraz etmiş ve "gemiler içeri alınsın" talimatını almıştır. Daha sonra takipteki Britanya gemileri Boğaz'a girmeye çalışırsa sahil bataryaları tarafından ateşle karşılanması yönünde emir istemiş, Enver Paşa yine yetkisi olmadığını ileri sürünce yine itiraz etmiş ve ateş açılması talimatını almıştır.[60]

Uluslararası antlaşmalar gereği ya gemiler 24 saat içinde Osmanlı karasuları dışına çıkacak ya da silahtan arındırılarak enterne edilecektir. Ancak Alman büyük elçisinin şiddetle karşı çıkışı üzerine gemilerin Osmanlı İmparatorluğu'nca satın alındığının ilan edilmesi gibi bir çözüme gidilmiştir. Gemilerin 80 milyon marka satın alındığı 11 Ağustos'ta ilan edilmiştir. Gemilere Osmanlı bayrağı çekilir. Goeben'in adı Yavuz, Breslau'nun adı da Midilli olmuştur.[61] Bu iki Alman gemisi, bir bakıma Birleşik Krallık'ın el koyduğu Sultan Osman ve Reşadiye'nin yerine alınmış olmaktadır.

Abluka

Sonuç olarak Almanya, ileride Karadeniz'deki Rus limanlarına karşı kullancağı ve Osmanlı İmparatorluğu'nu bir oldubitti ile fiilen savaşa sokacağı bu iki güçlü silahını Karadeniz'e atmış bulunmaktadır. Bu durum İtilaf Devletleri nezdinde bir bakıma alarma yol açacaktır.

Bu tarihe kadar Malta Üs Komutanı olan İngiliz Amiral Carden, 20 Eylül'de Abluka Filosu Komutanlığı'na atanmıştır. Emrinde Britanya Indomitable ve Indefatigable muharebe kruvazörleri, Dublin ile Glochester hafif kruvazörleri, Verite ve Suffren Fransız muharebe gemileri ve 12 muhrip, üç denizaltı bulunmaktadır.[62] Denizaltı sayısı daha sonra üçü Britanya ve üçü Fransız olmak üzere altıya çıkmıştır.[63]

Çanakkale Boğazı'nı ablukaya alan Britanya filosu, 27 Eylül'de Boğazdan çıkan Akhisar torpido botunun yolunu keserek Osmanlı savaş gemilerine ateş açılacağını bildirmiştir. Bunun üzerine boğazlar tüm yabancı gemilere kapatılmıştır. Artık ticari gemiler de boğazları kullanamayacaktır.[55]

Yavuz ve Midilli Olayı

Bu iki güçlü savaş gemisinin Osmanlı Donanmasına katılması bir süredir zaten Donanma'nın ve Osmanlı halkının hayaliydi. Osmanlı İmparatorluğu, halktan toplanan yardım paralarıyla finanse edilen iki savaş gemisini Birleşik Krallık tersanelerine sipariş etmişti. "Sultan Osman" adı verilen geminin inşası mayıs ayında tamamlandığında, parası ödenmiş olan bu geminin teslimi, "Reşadiye" adı verilen diğer geminin teslimine ertelenmişti. Ağustos ayına kadar ertelenen teslim, 3 Ağustos günü tümüyle iptal edilmiştir.[64] Esasen bu iki gemi Ege Denizi'nde Yunan deniz üstünlüğünü ortadan kaldıracağı gibi Karadeniz'de de Rus Karadeniz Donanmasına karşı belirgin bir üstünlük sağlayacaktı.[33] Britanya resmî tarihine göre Türkler tarafından "haydutluk" olarak nitelendirilmiş olan bu Britanya tutumu, bir bakıma askeri zorunluluktu, bu denli güçlü gemilerin "düşman eline geçmesine kesinlikle müsaade edilemezdi".[64] Sonuç olarak gemiler, Britanya'ya kadar gitmiş olan Osmanlı deniz müfrezesine teslim edilmedi.[64] İlginç bir denk geliştir ki aynı gün, 3 Ağustos'ta Goeben ve Braslau İstanbul önlerine gelmiş bulunmaktadır.[65]

Esasen Goeben ve Breslau, Almanya ile ittifak antlaşması imzalandığı 2 Ağustos'tan kısa bir süre sonra, 10 Ağustos'ta Osmanlı karasularına girmişti ve hemen hemen aynı tarihlerde Alman Üst Komutanlığı bu gemileri Karadeniz'de kullanmayı istediğini Osmanlı makamlarına iletmeye başlamış, dahası baskı yapmıştır. Berlin ataşemiliteri Cemil Bey'in 12 Ağustos 1914 tarihli şifreli telgrafından bu konu belirtilmektedir.[53] Bir sonraki gün Enver Paşa'nın Cemil Bey'e söyledikleri ise, "seferberlik bitmeden, Bulgaristan'la tamamiyle anlaşmadan" diğer deyişle Çanakkale Boğazı savunması hazırlanmadan bu gemilerin Karadeniz'e çıkmasına izin verilmeyeceği yönündedir. Enver Paşa, bu durumda Britanya Donanması'nın Boğazı geçeceğini düşünmektedir. Enver Paşa'nın Bulgaristan konusundaki tutumu da Berlin–Viyana–İstanbul ulaşım hattıyla ilişkilidir.[53]

Bu oyalamalara karşın Amiral Souchon 9 Eylül 1914 tarihinde Osmanlı Donanma Komutanlığı'na atanmıştır.[66] Hemen ertesinde Marmara'da atış talimleri ve manevralar başlatıldı.[66] Öte yandan Karadeniz'de, İstanbul açıklarında Rus Donanması'na bağlı gemiler, Çanakkale Boğazı dışında da Birleşik Krallık ve Fransa gemileri devriye gezmektedir.[66] Bu arada Amiral Souchon, tatbikatlara Karadeniz'de devam etmek üzere Osmanlı yetkililerine baskı yapmaktadır.[66]

Yavuz ve Midilli’nin de içinde bulunduğu on bir parça gemiden oluşan bir Osmanlı filosunun Amiral Souchon komutasında 29 Ekim 1914 günü Karadeniz'e açılması, Osmanlı'nın fiilen savaşa girmesi sonucunu doğurmuştur. Bu gemiler İstanbul Boğazı açıklarındaki Rus gemilerine ateş açtıktan sonra Karadeniz'in kuzey kıyılarındaki Odessa, Sivastopol, (29-30 Ekim gecesi[38]) Norvosiski ve Feodosya limanlarını bombalamışlardır.[28] Bu taarruz, Enver Paşa'nın 25 Ekim'de Amiral'e verdiği yazılı emre dayanmaktadır. Esasen Bakanlar Kurulu'nun aynı tarihli kararına aykırı olan bu emirde "Bütün filo Karadeniz'de manevra yapmalıdır. Vaziyeti uygun bulduğunuz anda, Rus filosuna hücum ediniz. Çarpışmaya başlamadan evvel, bu sabah size verdiğim gizli emri açınız." Gizli emirde ise "Türk filosu Karadeniz'de zorla üstünlük sağlamalıdır. Rus filosunu arayınız. Nerede bulursanız, harp ilan etmeksizin hücum ediniz."[67]

Rusya'nın askeri tepkisi 1 Kasım 1914 günü Kafkasya üzerinden Osmanlı topraklarına taarruz etmek olmuştur. Aynı gün Britanya gemileri İzmir ve Kızıldeniz'deki Akabe limanlarını bombaladılar. İki gün sonra 3 Kasım'da Britanya birlikleri Basra Körfezi'nde Osmanlı topraklarına çıkarıldılar. Aynı gün iki Britanya ve iki Fransız savaş gemisi Çanakkale Boğazı'ndaki Osmanlı istihkâmlarını ateş altına aldılar.[68]

Esasen Osmanlı Donanması'nın Karadeniz Rus limanlarını bombalaması, fiilen savaşa girme yönündeki baskılara direnen Enver Paşa'yı bir oldubittiye getirme manevrası olarak görülmesi gerekir. Sonuç olarak Yavuz ve Midilli Olayı, Osmanlı İmparatorluğu'nu savaşa sokan olaydır.[53]

Harekât

İtilaf Devletleri'nin Çanakkale Boğazı'na karşı bir askerî harekât kararı almalarına varacak kilometre taşlarından biri Çar II. Nikola'nın Birleşik Krallık'a yönelik talebidir. Çar bu talebinde –Boğazlar'dan söz etmeden- Osmanlı İmparatorluğu'na karşı bir askeri hareket ve askeri malzeme yardımı talep etmiştir. Birleşik Krallık Savaş Bakanı Lord Kitchener bu soruların askerî harekât yanına olumlu yanıt vermişti.[69] Çarlık'ın böyle bir askeri hareketten beklentisi Osmanlı'nın Kafkasya'dan bir kısım birliğini çekmek zorunda bırakılması, bunun da Rusya'nın bu cephedeki yükünü hafifleteceğidir.[70] Diğer önemli bir kilometre taşı ise Yunanistan Başbakanı Venizelos'un, bir çıkarma yapılması durumundan Yunanistan'ın bu harekâta askeri olarak katılabileceğini Britanya'ya bildirmesiydi.[35] Venizelos, 19 Ağustos 1914 tarihinde Çanakkale Boğazı'na taarruz etmeye dayanan ayrıntılı bir planı Britanyalı yetkililere iletmiş, bu taarruza Yunanistan'ın da birlik verebileceğini belirtmişti. Ancak Venizelos'un planında Bulgaristan'ın da İstanbul'a saldırması koşulu vardı. Britanya askerî makamları planı incelemiş ve fazla şarta bağlı olması dolayısıyla uygulanmasının olanaksız olduğu yönünde rapor vermişti.[71] Bulgaristan meselesi son derece akıllıca seçilmiş bir koşuldur. Osmanlı Ordusu'na her türlü Alman desteği için kullanılabilir tek ulaşım yolu olan demiryolu Bulgaristan üzerinden geçmektedir. Bu destek hattının kesilmesi, ancak Bulgaristan'ın İtilaf Devletleri tarafına geçmesiyle olanaklıdır.[72] Diğer yandan Birleşik Krallık'ın İstanbul Büyükelçisi Sir Louis Mallet, Ağustos ayında Boğazların yabancı savaş gemilerine kapatılmasının ardından Boğazların zorla geçilmesi yönünde bir öneriyi rapor etmiştir. Mallet, donanmanın geçmesinden sonra Boğazların kara birliklerince işgal edilmesi gerektiği görüşünü öne sürmekteydi.[73] Bir yandan bu savaş planları yapılırken Birleşik Krallık Hükûmeti Osmanlı İmparatorluğu'nu savaşın dışında tutmaya çabalıyordu. Osmanlı savaşa girdiğinde ilk askerî harekâtının Süveyş Kanalı üzerine olacağı tahmin ediliyordu.[74] Bu bölgeye Batı Cephesi'nden o sıralarda birlik kaydırılmasına olanak yoktu. Müstemlekelerden kuvvet aktarmak ise aylar alırdı.[74] Diğer yandan müslüman ülkelerin, ki birçoğu İngiliz müstemlekesiydi, Müslüman halkında ayaklanmalar olmasından ciddi biçimde çekiniliyordu.[74] Bu endişelerin boşuna olduğunu zaman göstermiştir, Osmanlı davası uğruna müslüman ülkelerden, hatta kendi tebaasından dahi kayda değer bir destek olmamıştır. Bütün bu endişelerle Birleşik Krallık Hükûmeti, Osmanlı'nın savaş dışı kalması şartıyla bir kısım öneri getirmiştir. Bu önerilere Fransa'nın, hatta Rusya'nın da desteği sağlanmıştı. Öneriler, Çanakkale Boğazı'nın ticari gemilere açılması ve Alman askeri personelinin sınırdışı edilmesi şartlarını içermektedir.[75] Goeben ve Breslau üzerinde ısrar ediliyordu. Bu gemilere, Ege'ye çıktıkları takdirde, eğer Alman askeri personeli taşıyorlarsa, Alman savaş gemisi işlemi uygulanacaktı, yani ateş açılacaktı.[76]

Çanakkale Boğazı'nın geçilerek İstanbul'un zorlanması fikrinin Birleşik Krallık Parlamentosu'nda ilk olarak 25 Kasım 1914 tarihindeki Birleşik Krallık Başbakanlık Toplantı Salonu'ndaki olağan toplantıda Churchill tarafından ortaya sürüldüğü kabul edilmektedir.[77] Mısır'ın savunulması konusunda alınacak ek önlemlerin konuşulmasının hemen ardından söz alan Deniz Bakanı (Denizcilik Birinci Lordu) Churchill,[77] Mısır ve Süveyş Kanalı'nı yerinde savunmanın pasif bir tutum olacağını öne sürerek konuşmasına başlamıştır. Bu bölgedeki kuvvetlerin büyük bölümünü, Avrupa'dan bir kısım kuvvetle takviye ederek Osmanlı İmparatorluğu'nun en zayıf noktasında saldırmanın daha uygun olacağını belirtmiş ve bu noktayı, başkent İstanbul olarak işaret etmiş,[77] Böylesi bir harekâttan Churchill'in beklediği amaçlar, Rusya'ya yardım edilmesi, Bulgaristan ve Romanya gibi tarafsız ülkeleri, hatta Almanya yanında savaşa girmeye yaklaşan İtalya'yı ve taraf konusunda kararsız Yunanistan'ı etkilemek, Fransa ve Rusya cephelerinde kilitlenmiş görülen savaşa, Balkanlar üzerinden bir kuşatma ile çözüm bulmaktı.[77] Diğer yandan Churchill, bol silah ve mühimmatla desteklenecek Rus Çarı'nın, milyonluk nüfusunu savaşa sürerek, Almanya'yı bu insan seli karşısında yıkacağını belirtmektedir.[78] Bu ifadelere karşın o günkü toplantıda bu konu üzerinde bir görüşme açılmamıştır.[79] Sonraki toplantılarda Savaş Bakanı Lord Kitchener, Fransa Cephesi'nin durumu nedeniyle Çanakkale için asker veremeyeceğini kesin olarak ifade etmiştir. Fransız orduları Başkomutanlığı da Batı Cephesi'nden başka bir yer için asker alınmasına şiddetle karşıdır.[73]

Bu durumda Churchill Çanakkale Boğazı'nı kendi komutasında olan donanmayla geçmenin yollarını aramıştır.[70] Bunun üzerine 3 Ocak 1915'te Akdeniz'deki Amiral Sackville Carden'e "Boğazları sadece deniz kuvvetleriyle zorlama" konusunda görüş soran bir mesaj göndermiştir. Mesajda, mayın hatlarına kömür gemileri sürerek durumun değerlendirilebileceği notu vardır. Ancak Amiral Carden bunu mümkün görmediğini, bunun için büyük bir kuvvet gerekeceğini bildirmiştir. Churchill, bu kez "Tasarladığınız harekatın niteliğini, istediğiniz kuvvetin miktarını ve bunu nasıl kullanmayı düşündüğünüzü lütfen bildiriniz" içeriğinden bir mesaj göndermiştir. Amiral'in 11 Ocak'taki yanıtı ile bir görev kuvveti şekillenmeye başlamıştır.[80] İki gün sonraki, 13 Ocak'taki Yüksek Savunma Konseyi toplantısında, Çanakkale Boğazı'nın sadece donanmayla zorlanması konusunda Deniz Bakanlığı'na ön yetki verilmiştir.[81] Churchill hazırlıklarını sürdürürken Fransız Hükûmeti tarafından, harekât için Amiral Guépratte komutasında dördü zırhlı, dördü denizaltı olmak üzere 26 parçalık bir filo tahsis edileceği bildirildi. Churchill de Britanya gemilerini Amiral Carden komutası altına girmek üzere bölgeye hareket ettirmiştir.[81] Harekât için kesin karar ise Konsey'in 28 Ocak 1915 tarihli toplantısında alınmıştır.[26]

Harekat planı ve amaçlananlar

Sonuç olarak denizden ya da karadan hareketle İstanbul'un alınması planlarının dayandığı bir dizi amaç ortaya çıkmıştır. Bu amaçlar ana başlıklar halinde şu şekilde görünmektedir.

  • Rusya'nın silah ve mühimmat gereksinimini karşılamak,[82]
  • Rus petrolünü boğazlar üzerinden Avrupa'ya taşımak,[82]
  • Balkanlar'daki devletleri İtilaf Devletleri safına çekmek,[82]
  • Osmanlı İmparatorluğu'nun Mısır'a yönelik tehdidini ortadan kaldırmak,[82]
  • Avrupa'daki savaşın, kanlı çatışmalara karşın kesin sonuç vermemesinin, Almanya'nın müttefiklerinden birine saldırma fikrini çekici hale getirmesi[83]
  • Osmanlı İmparatorluğu'nun savaştan çekilmesi ve İstanbul'un Britanya kuvvetlerince işgal edilmesiyle Almanya ve Avusturya–Macaristan İmparatorluğu bloku güneyden kuşatılmış olacaktı.[82]
  • Birleşik Krallık savaşın sona ermesinden önce İstanbul'u fiilen ele geçirmekle, Rusya'nın boğazlar üzerindeki istekleri karşısında güçlü bir durumda olacaktı.[82][84]
  • İstanbul işgal edilerek Rusya'nın Almanya ile tek başına hareket ederek bir antlaşma yapmasını güçleştirmek[85]
  • Osmanlı'nın Kafkasya Cephesi'ne daha fazla kuvvet aktarmasının önüne geçilerek Rus ordusunun tüm gücüyle Almanya üzerine yüklenebilmesine olanak vermek[85]
  • Teşkilât-ı Mahsusa'nın Müslüman ülkelerde yürüttüğü "İttihad-ı İslam" propagandasını durdurmak.[38]

Esasen Birleşik Krallık'ın hesabı Rus petrol ve buğdayıdır. Karadeniz limanlarında toplam 350 bin ton taşıma kapasiteli ticaret gemileri hareketsiz kalmıştır. Boğazlar açıldığı takdirde bu gemiler Rus buğday ve petrolünü Avrupa'ya rahatlıkla taşıyacaktır.[82]

Planlar ve kuvvetler

İtilaf Devletleri

İtilaf Devletleri ordusu değişik etnik ve dinsel gruplardan gelen askerlerden oluşmaktadır. Bu orduda İngiliz, İskoç, İrlandalı, Fransız, Hint, Kuzey Afrikalı (Cezayirliler, Zuaveler), Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerle Rum ve Yahudi gönüllüler bulunmaktadır.[86] Anzak askerleri her ne kadar gönüllü olarak orduya yazılmışlarsa da Birleşik Krallık ile dominyonları arasında yapılan antlaşmaya göre bu askerlere günde altı şilinden hesaplanarak ayda dokuz pound maaş ödeniyordu. Bu haliyle Anzak askerleri gönüllüden çok paralı asker sayılmaktadır. Anzak birlikleri içinde başta Polinezya Adaları'ndan Maoriler[not 7] olmak üzere Okyanusya adaları yerlilerinden unsurlar da bulunmaktadır. Bu unsurlar da Gurkalar gibi savaşçı gelenekleriyle lanse edilmiştir.<Burhan Sayılır, Sh.: 321</ref> Tüm bu unsurlar üzerinde, Türklerin esirleri kestiği imajının, bir propaganda hedefi olarak uyandırılmış olduğu, savaş esirlerinin kayda geçirilen ifadelerinden anlaşılmaktadır. Açıkça kafalara sokulan "teslim olmaktansa intihar edin"dir.[87]

Askeri tarihte II. Dünya Savaşı'na kadar görülen en büyük çıkarma harekatıdır.[88]

Savaşın aşamaları

Su üstü harekâtları

Birleşik Krallık denizaltısı E11, İstanbul Boğazında Osmanlı nakliye gemisi Stamboul 'a torpidoyla saldırırken, (25 Mayıs 1915, Illustrated London News)

İngilizler, boğazları ele geçirmek için donanmanın yeterli olacağına inanıyorlardı. Bahriye Nazırı Churchill’in planları Akdeniz filosu komutanı Amiral Sackville Carden tarafından da desteklenince, Birleşik Krallık Donanması Komutanı Lord Fisher’in başarısını şüpheli gördüğü bu harekatın donanma ile yapılmasına karar verildi. Fisher, kara harekatınca desteklenmeden deniz kuvvetlerinin "böyle bir maceraya atılmasının" hatalı olduğu görüşündedir.[89] İtilaf Devletleri Savaş Konseyi'nin 28 Ocak 1915 tarihli oturumunda harekât karara bağlanmıştır. Konsey tutanağında harekât amacı şu şekilde tanımlanmıştı,

« Bahriye Nazırlığı hedef İstanbul olmak üzere, Gelibolu Yarımadası'nı döve döve zaptedecek bir deniz harekatına Şubat ayında başlayacaktır.[26] »

Zaten Birleşik Krallık Donanması'nın önemli bir kısmı Amiral Carden emrinde olmak üzere Ege Denizi'nde toplanmaya 13 Ocak kararının hemen sonrasında başlamıştır. Harekâta geçme meselesi, Savaş Konseyi'nin kararına bağlıydı.[90] Askeri tarihçi İbrahim Artuç, Çanakkale Deniz Harekatları'nın "hemen hemen yalnız bir kişinin, Churchill'in yorulmaz gayretlerinin eseri" olduğunu belirtmektedir.[26] Bununla birlikte Savaş Konseyi kararındaki, bir karanın, deniz topçusunca "döve döve" nasıl zaptedilebileceği çok açık değildir. Deneyimli ve yetenekli Amiral Fisher'in de karşı çıktığı budur. İtilaf Devletleri’nin deniz harekâtı [91] 19 Şubat 1915'te başladı[92]. 13 Mart 1915'e kadar düşman gemileri tabyaları top ateşine tuttu, mayın tarama gemileri olabildiğince yol açtı. Boğazları zorlayarak geçebileceklerine inanan düşman kuvvetlerinin, kararlı ve dirençli bir karşılık almaları bu işin o kadar da kolay olmadığını gösteriyordu. Bir ay boyunca yapılan binlerce mermi atışının ardından çok da büyük bir gelişme elde edilememişti.

Birleşik Krallık'a ait HMS Ocean'ını alabora eden Seyit Ali Çabuk

İtilaf devletleri, kısa bir aranın ardından bir sonraki saldırıyı 18 Mart'ta gerçekleştirmişlerdir. Hedef, Çanakkale Boğazı'nın sadece 1 mil genişliğindeki en dar noktasıdır. Amiral John de Robeck komutasındaki aşağı yukarı en az 16 savaş gemilik dev donanma Çanakkale'yi geçmeye kalkmıştır. Ancak her gemi Nusret Mayın Gemisi adlı Osmanlı mayın gemisinin boğazın Asya tarafına yerleştirdiği deniz mayınları tarafından hasar almıştır. Bazı balıkçılar, İngilizler tarafından mayın toplama işiyle görevlendirilmiştir; ama Osmanlı ordusunun açtığı top atışlarıyla korkarak kaçmışlar, mayınlara dokunulmamıştır. Yerinde kalmış bu mayınlar İngiliz HMS Ocean, HMS Irresistible ve Fransız Bouvet adlı üç zırhlıyı batırmıştır. Ayrıca İngiliz Inflexible ve Fransız savaş gemileri Suffren ve Gaulois çok ağır bir şekilde hasar almıştır. 18 Mart’a kadar geçen bu dönemde boğazın girişinde bulunan Rumeli yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyaları ile, Anadolu yakasındaki Kumkale ve Orhaniye tabyaları tahrip edilmişti. Boğaza giriş kapıları aralanmış ama hala ileride olacaklar belirsizdi. Sonuç olarak, 18 Mart 1915'te, deniz mayınları ve kıyılardaki Osmanlı topçu bataryalarının isabetli atışları denizden geçişin mümkün olmayacağını göstermiş, İtilaf Devletleri Gelibolu Yarımadası'na asker çıkararak Boğaz topçu bataryalarını etkisiz hale getirmeyi hedeflemiştir. + Ve 18 Mart 1915 sabahı geldiğinde kimse günün sonunda neyle karşılaşacağını bilmiyordu. Gelibolu Yarımadasında Müttefik çıkarmaları yarımadanın güney bölümündeki altı kumsala, iki cephede yapılmıştır. Seddülbahir Cephesi’ne Britanya 29. Tümeni ile Fransız Kolordusu (Fransız Doğu Sefer Kuvveti) çıkarma yaparken Arıburnu Cephesi’nde ise Anzaklar Kolordusu çıkarma yapmıştır. Bu beş tümene ek olarak bir hafta içinde İskenderiye'den getirilecek olan Hint Tugayı, muhtemelen Seddülbahir Cephesi'nde kullanılmak üzere ordu ihtiyatını oluşturacaktı.[93] Plana göre; 18 Mart sabahı 2 deniz tümeninden oluşan düşman filosu boğazda belirdi. Filonun en güçlü gemilerinden oluşan 1. Tümen bizzat Amiral de Robeck tarafından kumanda ediliyordu.

Birleşik Krallık Kraliyet Donanması'na ait HMS Queen Elizabeth, HMS Agamemnon, HMS Lord Nelson muharebe gemileri ve HMS Inflexible muharebe kruvazöründe oluşan ilk tümen, saat 10:30'da boğazdan içeri girdi. Filonun önündeki muhripler savaş alanını tanıyorlardı. Planlanan noktaya ulaşıldığında HMS Queen Elizabeth'in hedefi Rumeli Mecidiye Tabyası, HMS Lord Nelson'un hedefi Namazgah Tabyası, HMS İnflexible'nin hedefi ise Rumeli Hamidiye Tabyasıydı. "A Savaş Hattı" olarak adlandırılan bu plan 11.30'da uygulanmaya başlandı ve merkez tabyalarına ateş başlatılmıştı.

Bu arada düşman gemileri Kumkale'den gelen tedirgin edici ateş hattına da girmişlerdi. Obüslerden üstlerine ateş yağıyordu. Yine de mesafe uzak olduğundan Türk bataryaları savaş gemilerine karşılık veremiyordu. Saat 12.00 sularında Çimenlik, Rumeli Hamidiye ve Anadolu Hamidiye ateş almıştı. B Hattı diye adlandırılan Amiral Guepratte komutasındaki 3. Tümen Suffren, Bouvet, Goulois, Charlemagne adlı dört Fransız gemisiyle Triumph ve Prince George adlı iki Britanya muharebe gemisinden oluşuyordu. Plana göre bu tümen 1. Tümenin arkasından hareket geçti ve B hattı önündeki yerini aldı. Yavaş yavaş yaklaşan gemiler Türk bataryalarından düşen mermi ateşi altında B hattına vardılar. Şiddetli yapılan karşılıklı çatışmalarda aradaki bataryalar sustuysa da merkez bataryalar ateşe devam ediyorlardı. 900 yarda kadar içeri sokulduklarından şiddetli ateş bu gemilerin üzerine yağıyordu. 3. Tümene ait olan iki Britanya gemisi Triumph ve Prince George A hattının kıç omuzluklarında yerlerini almış Rumeli Mesudiye ve Yıldız Tabyalarını hedeflemişlerdi. Rumeli merkez bataryaları çok yoğun bir ateş altındaydı. Mermilerin çoğu tabyalar içine düşmüş, telefon hatlarını bozmuş, yangınlar çıkarmıştı. Rumeli Mecidiye tabyası topçuların şehit olması ile devre dışı kalmıştı.

Planın ikinci aşamasında Türk bataryaları üzerinde yeteri kadar üstünlük sağlanabilirse Albay Hayes Sadler komutasındaki 2. Tümen devreye girecekti. Ocean, İrresistible, Albion, Vengeance, Swiftsun ve Majestic’ten oluşan 2. Tümen, 3. Tümenin yerini alacak ve B Hattından son olarak yakın muharebe yapılarak Tabyalar içinde olmayıp mayın hatlarını savunan toplar tahrip edilerek bombardımandan hemen sonra mayın tarama işlemlerine başlanacaktı. Fakat 3. Tümenin yerini alacak 2. Tümen gelmeden önce beklenmedik bir şey oldu. Saat 14:00’e doğru Suffren büyük bir hızla boğazı terk etmekte ve Bouvet’de onu izlemekteydi. A hattını geçmek üzereyken Fransız gemisi Bouvet’de bir iki patlama oldu ve Anadolu Hamidiye tabyasınca ateş altındayken 3 dakikada suların altına gömüldü. Derin bir şaşkınlık yaşanıyordu. Queen Elzabeth ve Agamemnon dışındaki bütün gemiler ateşi kestiler. Muhripler ve istimbotlar personeli kurtarmaya gittiklerinde 20 kişi kurtarılabilmiş, 603 kişi sulara gömülmüştü. Bu arada 12.30 sularında Goulois isabet almış ve ağır yaralarla boğazı terk ediyordu. 15.30 sularında mayına çarpan Inflexible’ın durumu kötüydü ama yoğun çabayla Bozcaada’ya ulaştı. 2. Tümen Britanya gemileri, 3. Tümenin yerini aldığında bu manzara ile karşılaşmıştı. Saat 14.30’da ateşe başlayarak 10 yardaya kadar yaklaştılar. Namazgah tabyasını bombardıman ediyordu. Saat 15.00’te Rumeli Hamidiye daha sonra da Namazgah aldığı isabetle savaş dışına kalmıştı. Anadolu Hamidiye tabyası hasar görmemişti ve İrrisistible’a ateş ediyordu. Saat 15.14'te İrrisistible’ın yanında korkunç bir patlama duyuldu. Saat 16.15’te tabyalarda uzaklaşmak isterken bir mayına çarptı. Bu bölgede bir gece önce Nusret’in döktüğü mayınlar hiç hesapta yokken can alıyordu. Bölgenin mayınlı olduğunu anlayan Amiral de Robeck 2. Tümenin geri çekilmesi için emir verdi. 18.05’te geri çekilirken Ocean da mayına çarpmıştı. Güçlü top ateşine rağmen Ocean’ın personeli muhripler tarafından boşaltıldı.

18 Mart'ta yaşananlar şaşkınlık yaratmıştı. HMS Lord Fisher gibi ordusuz bir donanmanın başarıya ulaşamayacağını söyleyenler haklı çıkıyor, de Robeck ve Churchill gibi hala donanma ile boğazları zorlayıp İstanbul'a çıkılabileceği düşüncesi yeni hareket planları doğuruyordu.

Denizaltı harekâtları

Kara muharebeleri

Çanakkale Savaşları’nda Deniz Harekâtı’nın başarısızlığı umutları Kara Harekâtı’na çevirmişti.Daha 1 Mart’ta Yunanistan, Gelibolu yarımadasını işgal etmek, mümkün olduğu takdirde İstanbul üzerine yürümek üzere Birleşik Krallık'a üç tümenlik bir kuvvet önermişti. İngiliz ve Fransızlara kalsa öneri kabul edilebilirdi. Ancak Rus Çarı, Birleşik Krallık Büyükelçisi’ne, hiçbir şart altında Yunan askerinin İstanbul’a girmesine izin vermeyeceğini bildirerek bu tasarıyı önledi.

Askeri durumu tetkik için Çanakkale’ye gönderilen General Sir William Birdwood, 5 Mart’ta Kitchener’a gönderdiği raporda, Donanmanın tek başına Boğaz’dan geçemeyeceğine inandığını, kuvvetli bir ordunun karadan donanmayı desteklemesi gerektiğini bildiriyordu. Bu rapor Kitchener’in bütün tereddütlerini giderdi. 10 Mart’ta 29’uncu Tümenin Ege’ye gönderileceğini açıkladı. Ayrıca bir Tümen de kendilerinin göndermeleri için Fransızları ikna edeceğini ilave ediyordu.

Böylece Mısır’daki Anzak Tümenleri ile birlikte 70 bin kişilik bir kolordu bu işe ayrılmış oluyordu.

Birdwood’un raporuna rağmen, hala donanmanın tek başına Boğazı geçebileceğini düşünenler vardı. Bu karışıklık içinde Kara kuvveti hazır olana kadar Donanmanın harekâtını geri bırakmasını, bu suretle Kara ve Deniz Kuvvetlerinin müşterek harekâta başlamasının en iyisi olacağını hiç kimse aklına getiremiyordu.

O sıralarda Londra’ya hakim olan bu kargaşalık ve belirsizliği, ne yapacağı belli olmayan Sefer Kuvveti’nin Komutanlığına yapılan atamadan anlamak mümkündür. Bu komutan, Kitchener’in Güney Afrika savaşlarından eski bir arkadaşı General Sir Ian Hamilton’du.

Donanma asıl saldırısını yapana kadar, Hamilton’un birlikleri işe karışmayacaktı. Eğer deneme başarıya ulaşmazsa Hamilton Gelibolu yarımadasına çıkarma yapacak, başarıya ulaşırsa yarımadaya zayıf bir kuvvet bırakıp doğrudan doğruya İstanbul üzerine yürüyecekti. Oradan İstanbul Boğazına çıkarılmış bir Rus Birliği ile birleşmesi umuluyordu.

Türk tarafı ise, 18 Mart’ta kazandığı zaferden dolayı kendisine olan güvenini tazelemiş, Çanakkale’nin Boğazlar’dan geçilemeyeceğini tüm dünyaya göstermişti. Bu zaferin ardından, İtilafların kaçınılmaz kara harekâtına karşı Türk tarafı da son sürat hazırlıklara başlamıştı. Gelibolu‘da 5. Ordu oluşturulmuş başına da Mareşal Liman von Sanders getirilmişti. Kıyılara dikenli tellerle çevriliyor, birlikler önemli yerlere yerleştiriliyor, müttefiklerin her hareketi gözleniyordu. Müttefik çıkarmasını bekleyen bir başka kişi ise 19. İhtiyat Tümeni’nin başında bulunan yarbay Mustafa Kemal'di.

İtilaf Devletleri

"The Trumpet Calls (Trompet Çağırıyor)": Avustralya'da 1914-1918 arasında kullanılan askere alma posteri (Norman Lindsay)

General Hamilton emrine verilen kuvvetler ve savaşçı mevcutları şöyledir.

  • Anzak Kolordusu 25.700
  • Britanya 29. Tümeni 17.000
  • Fransa 1. Tümeni 16.700
  • Britanya Kraliyet Deniz Tümeni 10.800
  • Anzak Tugayı 4.800

Böylece harekât için 75 bin kişilik bir kuvvet oluşturulmuştur.

General Hamilton, Gelibolu Yarımadasındaki çeşitli çıkarma alanlarına kuvvet çıkartarak yarımadanın denetimini, böylece Osmanlı kıyı topçusunu etkisiz hale getirmeyi amaçlamıştır. Bunun için iki ana çıkarma bölgesi belirlenmiştir. Bunlardan biri, yarımadanın en güney ucu olan ve Seddülbahir olarak bilinen bölge, diğeri ise daha kuzeydeki Kabatepe-Küçük Arıburnu arasındaki kumsaldır. Bu iki çıkarma bölgesinden Seddülbahir’e ağırlık verilmiştir. Seddülbahir bölgesine ağırlık verilmesi üç taraftan da donanma topçu ateşiyle desteklenebilir bir bölge olmasındandı.

General Hamilton Seddülbahir Cephesi çıkartmaları için Seddülbahir bölgesinde beş ayrı kumsal belirlemişti.

  • Sığırini (Morto) koyu – Hisarlık Burnu
  • Ertuğrul Koyu
  • Tekekoyu
  • İkizkoyu
  • Zığındere

Bu kumsallar için iki İngiliz, bir Fransız tümeni ile bir Hint tugayı tahsis etmiştir.

Arıburnu Çıkarması için ise iki tümenden oluşan Anzak Kolordusu tahsis edilmiştir.

Seddülbahir Cephesi’ne çıkarılan birliklerin hedefi, Gelibolu Yarımadası’nın güney bölgesinin taktik derinliğindeki Alçıtepe blokunun ele geçirilmesidir. Bu birliklerin ileri harekâtı derinlikte birleşerek Kirte Köyü hattından Alçıtepe bloku ele geçirilecek, Arıburnu Cephesi’ne çıkan birlikler ise Conkbayırı-Kocaçimentepe hattından Maltepe bölgesinin ele geçirilmesiyle Seddülbahir Cephesi’nin Osmanlı kuvvetlerince takviyesi önlenecektir. Alçıtepe, ilk günün hedefi olarak belirlenmiştir, Seddülbahir’den 10 km. ve Zığındere’den 5 km. mesafededir.

Arıburnu Cephesi kuvvetlerine verilen taktik hedef ise Kocaçimen tepe üzerinden Eceabat'ta sahile ulaşarak Seddülbahir Cephesi'ndeki Osmanlı kuvvetlerinin geri bağlantısını kesmektir.

İttifak Devletleri

MG 08 ile donatılan Osmanlı makineli tüfek timleri.
Bir Alman havacı müfrezesi.
Esat Paşa ve maiyeti.
Cevat Paşa ve Mustafa Kemal Bey Tasvîr-i Efkâr gazetesinin 29 Ekim 1915 tarihli sayısında.

Deniz harekâtının başarısızlığı ardından (18 Mart 1915) bir kara harekâtına girişileceği ve bu harekâtın Gelibolu Yarımadası’nı hedef alacağını öngörüsü, mantık gereği olarak bile neredeyse kesinlik kazanmıştır. Kaldı ki 1915 yılının Nisan ayı başlarından itibaren Hamilton’un kuvvetleri Mısır’da toplanmaya başladığında bölgedeki Osmanlı istihbaratı, birliklerin mevcutları, komutanları, silah ve donanımları hakkında ayrıntılı bilgiler edinmeye başlamıştır.

14 Aralık 1914 tarihinde 42 kişilik bir subay grubuyla İstanbul’a gelen ve Enver Paşa tarafından 1. Ordu Komutanlığı’na atanmış olan Alman Danışma Kurulu Başkanı Mareşal Liman Von Sanders, yeni teşkil edilen ve bölgeyi savunmakla görevli 5. Ordu komutanlığına 24 Mart 1915 tarihinde atanmıştır. Dolayısıyla bölgenin savunmasından sorumlu olan 3. Kolordu da Mareşalin emrine girmiştir.

Mareşal Sanders’in savunma planı, Hamilton’un taarruz planıyla örtüşmemektedir. Mareşal Sanders, çıkarmaların Saros Körfezi kıyılarına yapılacağını hesaplamaktadır ve 5. Ordu’nun ana kuvvetlerini bu bölgede toplamıştır. Saros Körfezi, Gelibolu Yarımadası’nın en dar bölgesidir. Buradan yapılacak bir çıkarmanın, yarımadayı savunan Osmanlı birliklerinin geri çekilme ve kara ikmal hattını kesmesi olasıdır. Ayrıca Mareşal Sanders’in savunma planı, elindeki kuvvetlerin önemli bir bölümünü geride, yedekte tutarak çıkarma kuvvetlerine ileri harekâtları sırasında taarruz etmeyi öngören, savunma ağırlıklı, temkinli bir plandır.[94] Osmanlı komutanları ise, çıkarmadan sonra, çıkarma kuvvetlerinin sahillerde elde edecekleri köprübaşlarıyla yoğun olarak takviye alacaklarını, gerekli tahkimatı yapacakları, dolayısıyla bu tahkimatlardan sökülüp atılmalarının çok güç olacağını düşünmektedirler. Onlara göre etkin bir savunma, hemen sahilde, daha çıkarma harekâtı sırasında yapılmalı, karşı tarafın kıyıda bir köprübaşı oluşturması önlenmelidir.[94]

5. Ordu, üç tümenli 3. ve iki tümenli 15. kolordulardan oluşmaktadır. Ayrıca ordu karargâhına bağlı 19. Fırka, 1. Süvari Tugayı, bir piyade alayı ve dört Jandarma taburu bulunmaktadır. Toplam savaşçı sayısı 84 bindir.[95] Bu kolorduların bünyesindeki tümenler ve komutanları şöyledir.

  • 3. Kolordu: Komutanı Esat Paşa
    • 5. Fırka: Saros bölgesi. Komutanı Yarbay Hasan Basri Bey.
    • 7. Fırka: Bolayır bölgesi. Komutanı Albay Halil Bey.
    • 9. Fırka: Gelibolu Yarımadası’nın güney bölümü. Seddülbahir ve Arıburnu Cepheleri. Komutanı Albay Halil Sami Bey.
  • 15. Kolordu: Komutanı General Weber
    • 3. Fırka: Kumkale bölgesi. Komutanı Albay Nicolai.
    • 11. Fırka: Beşige bölgesi. Komutanı Albay Refet Bey.
  • 19. Fırka: Eceabat bölgesi. Komutanı Yarbay Mustafa Kemal Bey. Bu birliğe ilk komutan olduğunda görev yeri cepheden uzaktır. 25.2.1915 günü birlik cepheye gönderilir. Bunun nedeni, 19 Şubat ve 25 Şubat günleri art arda yapılan iki deniz saldırısıyla işin çok ciddiye bindiğinin fark edilmesi olmalıdır.

Gelibolu Yarımadası’ndaki Osmanlı savunma kuvvetlerinin, Çanakkale Savaşları süresince, kara ve deniz olmak üzere iki ana ikmal hattı vardır. Kara ikmal hattı, İstanbul’dan bölgeye en yakın olan Uzunköprü’ye kadar yaklaşık 250 km’lik bir demiryolu hattı ve devamında 165 km’lik bir stabilize yoldur. Osmanlı tarafına yeterli motorlu nakliye aracı olmadığından, personel bu yolu yaya olarak geçmek durumundadır. Her türlü ikmal malzemesi de öküz ya da at arabalarıyla taşınacaktır. Ayrıca bu yolun bir bölümü gündüz saatlerinde Saros Körfezi’ndeki Birleşik Donanma’nın ateşi altına alınabilmektedir. Bu nedenle yolun bu bölümü ancak günün karanlık saatlerinde geçilebilmektedir. Deniz ikmal hattı ise Marmara Denizi’nden geçen 150 deniz millik bir hattır. Kara ikmal hattına oranla çok daha kısa sürede geçilebilen bu ikmal hattı, Birleşik Donanma’nın suüstü gemileri yönünden tehdit altında değildir. Ancak denizaltı faaliyetlerinin tehdidine açıktır. Nitekim 25 Nisan 1915 tarihinden itibaren Marmara’da en az bir denizaltı faaliyet halinde bulunmuştur[96]. Mayıs 1915 ortalarından itibaren ise deniz ikmal yolu, artan denizaltı faaliyetleri yüzünden bütünüyle kullanım dışı kalmış, ikmal ve takviye kara ulaşım hattına bağımlı olmuştur.[97]

Çıkarmalar

Kalıcı olarak asker çıkartılan kumsallar, Seddülbahir bölgesindeki beş kumsalla, Kabatepe kuzeyindeki Arıburnu bölgesidir.

General Sir Ian Hamilton,asıl çıkarmalar dışında iki farklı biçimde yanıltıcı operasyonlar planlamıştı. Göstermelik çıkarmalar yapıldığı gibi, çıkarma yapılacak izlenimi uyandırmak üzere sadece deniz topçusunun hazırlık ateşi açacağı hedefler de belirlenmişti.[98]

25 Nisan sabahı Saros Körfezi açıklarına gelen Birleşik Donanma’ya bağlı Canopus ön-dretnotu, Dartmouth ve Doris Kruvazörleri ile iki destroyer, Bolayır sırtlarını top ateşine tutmuşlardır. Gün boyu süren bu ateşin ardından havanın kararmasına çok az bir süre kalan içleri asker dolu sekiz büyük filika sahile doğru hareket ettiler. Sahile ulaşmadan hava kararmıştı ve karanlıktan yararlanarak gemilere döndüler. Donanma ateşi ve geceye doğru yapılan bu manevra, Osmanlı tarafına bu bölgede gece boyunca çıkarma yapılacağı izlenimi vermiş, bu bölgedeki kuvvetlerini kaydırmaları en azından 24 saat engellenmişti. Esasen planlanan harekât bu kadardı. Fakat gece yarısından sonra gönüllü bir İngiliz Yüzbaşı, sahile iki km. kadar yaklaşan bir filikadan sahile kadar yüzmüş, üç ayrı noktada aydınlatma fişeği ateşleyerek geri dönmüştür.

Seddülbahir Cephesi

Osmanlı 5. Ordusu'nun konumu (Nisan 1915)
Seddülbahir çıkartmaları
Savaştan sonra yarımadaya konuşlandırılmış İttifaklara ait ağır top, 1917. (Önceleri Alman zırhlı kruvazörü Roon 'un topuydu)
Britanya gözleme noktasının bulunduğu Mavro Adası (Yenişehir Burunu'nun 6 mil güneybatısı)'nı bombalayan Osmanlı topçusu.

Seddülbahir Cephesi'ndeki Britanya ve Fransa birliklerinin ilk hedefi Kirte Köyü ve hemen kuzeyindeki Alçıtepe olmuştur.

Birinci Kirte Muharebesi

Bu hedeflerin ele geçirilmesi için ilk müttefik taarruzu olan Birinci Kirte Muharebesi, 28 Nisan 1915 sabahı başlamıştır. Taarruzun sol kanadında iki Britanya tümeni, sağ kanadında ise bir Fransız tugayı taarruza katılmıştır.[99] Osmanlı savunması Britanya taarruzları karşısında tutunurken Fransız kesiminde yarılma noktasına gelmiştir. Cephe komutanı Albay Halil Sami Bey, hatların geri çekilmesi emri vermişken, iki bölüklük bir kuvvet, donanma topçusunun ateşinde bir gedik bularak hatları takviye etmiştir. Bunun üzerine geri çekilme emri derhal geri alınmıştır. Öğleden sonra Yarbay Sabri Bey, iki taburluk bir kuvvetle karşı taarruza geçerek müttefiklerin taarruz gücünü kırmıştır. Gün sonunda müttefikler, taarruz başlangıç hatlarına geri çekilmişlerdir. Toplam zayiat Osmanlı tarafında 2.380, Britanya ve Fransa tarafında ise 3.000 kadardır.[100][101][102]

İkinci Kirte Muharebesi

Müttefik kuvvetlerin ikinci taarruzu, 6 Mayıs 1915 sabahı başlayan İkinci Kirte Muharebesi'dir. 8 Mayıs'a kadar süren çatışmalarda Müttefik kuvvetlerin "bağlantı noktası", en soldan taarruz edecek olan bir Britanya tugayıdır. Bu tugay, ilk günkü taarruzunda yoğun bir ateşle karşılaşmış ve ilerleyememiştir. Taarruz hattı, en sol kenardan başlayan bu engelle, en sağa kadar durmak zorunda kalmıştır. Sol uç, ilerleyemeyince diğer birlikler de planlanan ileri harekâta girişememişlerdir. Osmanlı ateşinin en yoğun olduğu rapor edilen tepe, donanma ve sahildeki top bataryaları tarafından hallaç pamuğu gibi atıldığı halde, Osmanlı tarafının ateş gücünde bir değişiklik olmamıştır. Balonlarla yapılan hava keşfi de Osmanlı mevzilerinin yerini saptayamamıştır. İkinci gün merkez kesimden, üçüncü gün tekrar sol kanattan yapılan taarruzlar da aynı ateşle kaşılaşarak durmuştur. Üç günlük muharebelerin sonunda müttefik kuvvetler, en fazla 500 metre ilerleme sağlayabilmişlerdi. Müttefik kaybı yaklaşık 7000,[103] Osmanlı kaybı ise 2.000'dir.[104]

Üçüncü Kirte Muharebesi

Müttefik kuvvetlerin üçüncü taarruzu, 4 Haziran 1915 tarihli Üçüncü Kirte Muharebesi’dir. Donanma topçusunun üç yönden, kara topçusunun ise cepheden geliştirdiği hazırlık ateşi ardından başlayan savaşta, Osmanlı cephesinin sol kanadından taarruz eden Fransız birlikleri yer yer Osmanlı siperlerine girmişlerdir. Yarbay Selahattin Adil komutasındaki Osmanlı 12. Tümeni’nin karşı taarruzluyla bu siperlerden çekilmişlerdir. Sağ kanatta ise Britanya birlikleri Osmanlı siperlerine girmiştir. İkinci Topçu Bataryası komutanı Teğmen Arif Tanyeri’nin, 150 askeriyle ileri çıkıp cepheyi tutmasıyla Osmanlı hatlarının kırılması önlenmiştir. Osmanlı cephesi, Kirte Köyü’ne bir kilometre mesafede sabitlenmiştir. İzleyen 5 Haziran günü Osmanlı 9. Tümeni’nin saldırısı başarılı olmamış, akşam saatlerinde Arıburnu Cephesi’nden kaydırılan Yarbay Hasan Askeri komutasındaki Osmanlı 2. Tümeni'nin taarruzu ise birkaç yüz metre ilerlemiştir. 6 Haziran günü ise küçük çaplı çatışmalarla geçmiştir. Üçüncü Kirte Muharebesi’nde Britanya kayıpları 4500,[105] Fransız kayıpları 2000,[105] Osmanlı kayıpları ise 4.965 yaralı, 52 ölüdür.[106]

Her üç taarruzun başarısız olması üzerine cephe komutanları, İngiliz komutan H. Weston ve Fransız komutan Gouraund, tüm cephe hattında değil de, daha sınırlı bir hattan taarruzu gerekli görmüşlerdir. Böylece gerek piyade, gerekse de topçu unsurları daha dar bir cephede kuvvet merkezi (siklet merkezi) oluşturulacaktı. Planın ilk operasyonu, cephenin en sağ (doğu) bölgesi olan Kerevizdere’de uygulamaya konulmuştur. 18 Haziran’da başlayan topçu ateşi üç gün boyunca sürdürülmüştür. 21 Haziran günü Fransız birliklerinin taarruzuyla başlayan Birinci Kerevizdere Muharebesi’nde Fransız birlikleri, hedefleri olan tepeyi ele geçirmeyi başarmıştır. Muharebelerde Fransız kayıpları 3200,[107] Osmanlı kayıpları ise 6.000 kişidir.[107][108]

Zığındere Muharebesi

Bir sonraki Zığındere Harekâtı, bu kez cephenin sol kanadından taarruzu öngörmektedir. Zığındere ile sahil arasındaki Zığın sırtı boyunca üç tugayla ve Zığındere’nin karşı yamaçlarından iki tugayla taarruz etmektir. Zığın sırtı Albay Refet Bey’in komutasındaki Osmanlı 11. Tümeni’in savunma bölgesidir. Zığındere ile Kanlıdere arasındaki bölge ise Albay Halil Bey’in Osmanlı 7. Tümen’i tarafından savunulmaktadır. Her iki tümen de tek tugaylıdır. Deniz ve kara topçusunun 26 Haziran’da başlayan bombardımanı üç gün sürmüştür. 28 Haziran’da iki saatlik hazırlık ateşi ardından başlayan taarruz, sağ kesimde Osmanlı siperlerinin tümünde başarılı olmuştur. Bombardıman sonrasında Osmanlı ön hat siperlerinde sağ kalanların tümü yaralı subay ve erattır. 800 metre mesafedeki Kirte Köyü’ne yapılan ileri hareket, topçu ateşiyle durdurulmuş, hemen ardından Osmanlı karşı taarruzları başlamıştır. siperler 30 Haziran 1915 günü sabahına kadar birçok kez el değiştirmiş, sonunda İngilizlerde kalmıştır. Zığın sırtının kuzeyinden 1 Temmuz 1915 günü iki kez yenilenen Osmanlı taarruzu, yoğun topçu ateşi altında etkisiz kalmıştır. 5 Temmuz 1915 tarihinde Albay Hasan Basri Bey’in Osmanlı 5. Tümen’inin Zığın sırtına ve Albay Nicolai’nin komutasındaki Osmanlı 3. Tümen’inin Zığındere’nin doğu yamaçlarına giriştikleri taarruz ise sonuç alamamıştı.

Her iki kanattan yapılan taarruzların ardından bu kez cephenin merkez bölümünde taarruza geçilmiştir. Üç saat süren ve 60.000 bin top mermisinin kullanıldığı hazırlık ateşi ardından 12 Temmuz 1915 sabahı başlayan İkinci Kerevizdere Muharebesi iki gün sürmüştür. Hazırlık ateşi ardından başlayan Britanya taarruzu, hiçbir savunmacının sağ kalmadığı ilk hat siperlerini almış, ikinci hat siperlerinde ise ağır kayba uğrayarak geri çekilmiştir. Öğleden sonra yedekteki İngiliz tugayının giriştiği saldırı, üçüncü hat siperlerine girmişse de Osmanlı karşı taarruzlarıyla yeniden eski konumuna çekilmiştir. İkinci girişilen Britanya taarruzu, Osmanlı topçusunun ateşiyle geri çekilmiştir. Savaş sonunda cephenin en sol yanındaki birkaç siper parçası işgal edilebilmiş, sağ kesimde ise Fransız birlikleri Osmanlı siperlerinde tutunmayı başarmışlardır. İki günlük muharebelerin sonucunda müttefik kayıpları 5.800, Osmanlı kayıpları ise 9.700’dür.[109]

Bu muharebeler sonunda Seddülbahir Cephesi’nde Osmanlı kuvvetlerini atarak ilerlemenin olanaksız olduğu ortaya çıkmıştı. Müttefik kuvvetler komutanı General Hamilton, takviye kuvvetlerle Suvla Koyu’nda bir çıkarma yapmayı planlamıştır. Bu çıkarma harekâtının, Anzak Kolordusu komutanı General W. Birdwood’un önerdiği Sarı Bayır Harekâtı ile aynı tarihte uygulanmasına karar verilmiştir. Ayrıca Osmanlı savunmasının dikkatini yarımadanın güney ucuna çekmek için Seddülbahir Cephesi’nde yanıltıcı bir taarruz planlanmıştı. Kirte Bağları Muharebesi olarak bilinen bu taarruz, 6 Ağustos sabahı Britanya birliklerinin taarruzuyla başlamıştır. İngilizler, ilk hat siperlerine girmiş, ancak karşı taarruzla geri atılmışlardır. Taarruzun ikinci günü girişilen Britanya taarruzları, Kirte Köyü’nün güney batısındaki bir bağ alanının bir bölümünde tutunabilmiştir.

Sınırlı hedeflere yönelik, üstelik de bir yanıltma operasyonu olan Britanya taarruzunun bu denli kayba rağmen başarısız olması üzerine General Sır Ian Hamilton, Seddülbahir Cephesi'nde hiçbir askerî harekâta girişilmemesi emrini vermiştir.

Arıburnu Cephesi

Anzak çıkarması
Australya 1. Tugay 4. Taburunun karaya çıkışı (Saat 8.00, 25 Nisan 1915)
Anzak Koyu (19 Haziran 1915, The War Illustrated)
Çıkarma gününü Mondros Limanında beklemekte olan Müttefik Donanmasının bir Anzak askerince resmedilen görüntüsü, 19.4.1915

Daha önce yabancı kaynaklardan ve Anzakların anılarından yapılan aktarmalarla nasıl başlandığı ve ilk günleri açıklanan Arıburnu’ndaki Anzak Kolordusunun Nisan’da yaptığı çıkarmanın temel amacı önce, Kabatepe ile KüçükArıburnu arasındaki kumsallık bölgeye çıkmaktı. İlk aşamada Conkbayırı- Kocaçimentepe çizgisi denetim altına alınıp oradan Maltepe bölgesi ele geçirilecek, böylece, kuzeydeki Türk kuvvetlerinin Güneyde, Seddülbahir bölgesindeki Türk birliklerine yardımı engellenmiş olacaktı.

25 Nisan sabahı savaş gemilerinin, Türk mevzilerini sürekli vuran koruyucu ateş altında, Anzak Kolordusu’nun 1. Tugayından 1500 kişilik ilk hücum dalgası, çıkarma botlarının bir şekilde kuzeye kayması sonucu, saat 05.00’te, Kabatepe bölgesi yerine Arıburnu kesimine çıkmak zorunda kalır. Bu noktada kıyı gözetlemesi yapan bir Türk takımının direnişine karşın, karaya çıkan Anzak birlikleri belirli bir noktaya kadar ilerler. Diğer taraftan, Bigalı’da bulunan ordu yedeği 19. Tümen, 24-25 Nisan gecesi Conkbayırı yönünde tatbikat yapmakta idi. Gün ağarırken, Arıburnu yönünden top seslerinin gelmesi üzerine, 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, bir çıkarma yapıldığını anlayıp durumu Ordu Komutanına bildirir, ancak bir yanıt alamaz. Durum çok kritiktir. Mustafa Kemal[110], kıyıda çok zayıf gözetleme ve koruma birlikleri olduğunu düşünerek ve geniş bir sahile yayılmış olan 27. Alayın da, ağır kayıplar verdiği haberini alınca, düşmanın Conkbayırı-Kocaçimentepe çizgisi ve uzantısını ele geçirmesi durumunda, onarılamayacak durumlarla karşılaşacağını kavrar. Ordudan emir gelmemiş olmasına karşın girişimi ele alıp tüm sorumluluğu yüklenerek, 57. Alayı bir batarya ile Kocaçimentepe yönünde harekete geçirir. Kendisi de durumu izlemek üzere Conkbayırı’na çıktığında, Arıburnu kesiminden bazı askerlerin çekilmekte olduklarını ve düşman birliklerinin de bunları izlediklerini görür.

O anı Mustafa Kemal, Ruşen Eşref Ünaydın ile yaptığı görüşme sırasında şöyle anlatmaktadır:

“...Bu esnada Conkbayırı’nın güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahilin gözetleme ve korunmasıyla görevli olarak orada bulunan bir müfreze askerin Conkbayırına doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm... Bu askerlerin önüne kendim çıkarak:

— ‘Niçin kaçıyorsunuz?’ dedim.

— ‘Efendim, düşman!’ dediler.

— Nerede?

— ‘İşte!’ diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.

Gerçekten de düşmanın bir avcı kuvveti 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam bir serbestlik içinde ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün. Ben kuvvetleri (geride) bırakmışım, askerler on dakika istirahat etsin diye... Düşman da bu tepeye gelmiş... Demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman benim yere gelse kuvvetlerim çok kötü bir duruma düşecekti. O zaman artık bilemiyorum, bilinçli bir düşünme ile midir, yoksa önsezi ile midir, bilmiyorum. Kaçan askerlere:

— Düşmandan kaçılmaz, dedim.

— ‘Cephanemiz kalmadı,’ dediler.

— Cephaneniz yoksa süngünüz var, dedim.

Anzaklar tarafından yayınlanan bu harita Çanakkale Savaşlarının en önemli olayı olan Yarbay Mustafa Kemal'in tarihin akışını değiştiren müdahalesini anlatmaktadır.

Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı’na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile dağ bataryasının yetişebilen askerlerinin ‘marş marşla’ benim bulunduğum yere gelmeleri için, yanımdaki emir subayını geriye yolladım. Bu askerler süngü takıp yere yatınca, düşman askerleri de yere yattı. Kazandığımız an, bu andır...”

Gerçekten de, çekilen Türk askerleri mevzi alınca, karşı taraf da mevzi alıp duraklar. Böylece, 57. Alay Öncü Bölüğü'nün Conkbayırı’na yerleşmesi için gereken süre kazanılmış olur. İşte bu an, Gelibolu Savaşı’nın kaderini belirleyen önemli anlardan birisidir. Bu husus, Çanakkale Savaşları tarihiyle uğraşan Türk ve yabancı bütün uzmanlar tarafından doğrulanıp vurgulanmaktadır.

Daha sonra, Kolordu Komutanı Esat Paşa'nın izniyle, 27. Alay’dan geri kalan birlikleri de emrine alan Tümen Komutanı Mustafa Kemal, karşı saldırıya geçmek üzere 57. Alay'a şu emri verir:

“Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.”

Anzak çıkarması sabahı 27. Alay bölgesinde düşmanı karşılarken 2. bir kol boş alanda Kocaçimene doğru ilerliyor. Bu durumu gösteren panaromik haritadır.

25 Nisan 1915 günü, vakit ikindiye yaklaşırken, ilk çıkarma kademesi olan tümenin sahile çıkışı da tamamlanmıştır. Ne var ki, 27. Alayın birlikleri ve 57. Alayın yaptığı karşı saldırı ile süngü hücumları sonucu Anzaklar çok sayıda kayıp vermiş ve sahile çekilmişler, kritik ve endişeli anlar yaşamaktadırlar. Gene de gün batarken, Anzak Kolordusu’nun sahile çıkan Tümeni, Arıburnu’nun sarp yamaç ve tepelerinde yerleşme olanağı bulur. Bu tarihten başlayarak harekât, 1915'in Ağustos ayına kadar dört ay boyunca, Conkbayırı- Kocaçimentepe-kabatepe bölgelerinde, tarafların karşılıklı saldırı ve özellikle gece yapılan süngü hücumlarıyla, yakın boğuşmalar şeklinde ve çok kanlı çarpışmalarla geçecektir. Bu çarpışmalar sırasında Türkler de, Anzaklar da ağır kayıplar vermişlerdir. Ağustos ile birlikte ise savaş şiddetli çarpışmalara dönüşür. Tıpkı Seddülbahir’de olduğu gibi, Anzak ordusu da taarruz hedeflerine varamamış, çıktıkları yerlerde 3–4 km'lik bir mesafe ilerleyip boşaltmaya kadar da o noktada kalmışlardır.

Anafartalar Cephesi

Mareşal Herbert Kitchener ve General William Birdwood, Yükseksırt'ta bir siperde (Kasım 1915)
Gelibolu'da bir sığınağın önünde Türk askerleri
Kanlısırt Muharebesi'nde 6 Ağustos günü öğleden sonra ele geçirilen bir Türk siperinde Avustralyalılar (6-10 Ağustos 1915)
Çanakkale'de kullanılan bağlantı siperlerinden biri
Ertuğrul Koyu'ndaki Osmanlı siperleri
Birinci Anafartalar Muharebesi
Anzak çıkarması sabahı 27. Alay bölgesinde düşmanı karşılarken Yrb. M. Kemal tarafından 57. Alay savaşa sürülür. Bu durumu gösteren panaromik haritadır.

Her iki cephedeki kanlı çatışmalar ardından 1915 yılının Temmuz ayı sonlarında cepheler kilitlenmiş, çatışmalar mevzi harbine dönüşmüştü. Gelibolu Yarımadasında bir sonuç elde edebilmek için İngiliz General Sir Ian Hamilton, daha kuzeyde üçüncü bir cephe açmak gereği duymuştur. Burada amaç, sert direnme gösteren her iki cephedeki Osmanlı kuvvetlerinin geri hattını kuşatmaktır. Hamilton, üçüncü cepheyi Küçük ve Büyük Kemikli burunları arasındaki Suvla kumsalına, takviye olarak gelen Britanya 9. Kolordusu’nu çıkartarak açmıştır. 6 Ağustos 1915 tarihinde Suvla Koyu'na yapılan çıkarmayla Gelibolu Savaşı bu bölgeye kaymış, Arıburnu'ndaki Anzak Kolordusu ile Suvla çıkarma kuvvetleri, dolayısıyla bu iki cephe birleşmiştir. Gelibolu Yarımadası'nın Müttefik kuvvetlerce tahliyesine kadar asıl çatışmalar bu bölgede olmuş, yarımadanın güneyindeki Seddülbahir Cephesi, kayda değer bir çatışmaya sahne olmamıştır.

5-6 Ağustos gecesi başlayan çıkartma gün boyu sürmüştür. Suvla/Anafartalar Ovası’na hakim ilk kademe sırtlardaki üç Osmanlı taburu, çıkarma birliklerinin ileri harekâtını durdurmayı başarmıştır.

İngiliz 9. Kolordusu’nun genel bir taarruz için düzen alması, 8 Ağustos tarihini bulmuştur. 9. Kolordunun kaybettiği bu zaman içerisinde Osmanlı 7. ve 12. Tümenleri cepheye yetişerek stratejik noktaları tutmuş, 9 Ağustos 1915 günü şafakta iki Britanya tümeni taarruz için ilerlemeye başladığı sırada Kurmay Albay Mustafa Kemal Bey’in de taarruzu başlamıştı. Osmanlı taarruzu, önlerindeki Britanya kollarını atarak ilerlemiş, öğleden hemen sonra Britanya 9. Kolordusu komutanı General Stopford, ihtiyatta tuttuğu tümeni ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı ancak başarabilmiştir.

Birinci Anafartalar Savaşı’nın hemen ertesi günü, 10 Ağustos 1915 sabahı Albay Mustafa Kemal, Kocaçimen Tepesi–Conk Bayırı hattına giderek burada yeni bir taarruz yapmıştır. Albay Ali Rıza Bey komutasındaki 8. Tümen ve Yarbay Cemil Bey komutasındaki 9. Tümen’in taarruzlarıyla müttefik cephesi 500-1.000 metre geri atılmıştır.

Bu bölgedeki Osmanlı taarruzunun başladığı saatlerde daha kuzeyde, Britanya 53. Tümen’i Yusufçuk Tepe ve daha kuzeydeki Küçük Anafartalar Sırtı yönünde taarruza geçmişti. Yoğun topçu ateşleri ardından dört kez yenilenen taarruzlar gün boyu sürmüş olup iki Osmanlı taburunun savunması, mevzileri korumayı başarmıştır.

Tekketepe Muharebesi

Son muharebeler sonunda Arıburnu Cephesi'nde Anzak kuvvetleri eski hatlarına çekilmiş, Anafartalar Cephesi'nde ise Suvla Ovası'nın sahil bandından kalmışlardı. Özellikle bu bölgede, hakim sırtlardaki Osmanlı mevzilerinin ateşi altında kalmakta idiler. Müttefik kuvvetler üst komutanı General Sır Ian Hamilton, bu sırtların en azından kuzey kesimini oluşturan Tekketepe yükseltilerinin bir an önce ele geçirilmesinin gerekliliğini bilmektedir. Bu amaçla sahile yeni çıkartılmış olan 54. Tümen ile bu sırtlara taarruz kararı vermiştir. Bu tümenin bir taburunca 12 Ağustos 1915 tarihinde girişilen ve Tekketepe Muharebesi olarak bilinen taarruz, Osmanlı savunması önünde ağır kayba uğrayarak sonuçsuz kalmıştır.

Bu taarruzun başarısızlığı üzerine General Hamilton, taarruzu daha kuzeye kaydırarak 12. Tümen'i sağ yandan çevirmeyi amaçlayan bir taarruz planlamıştır. Bu taarruz Kireçtepe ve Kireçtepe sırtlarının işgal edilmesini amaçlamaktadır. Böylece 12. Tümen kanat kırarak Tekketepe'den çekilmek zorunda kalacak, bu yükselti bu suretle Britanya kuvvetlerinin eline düşecektir.

Kireçtepe sırtları, Suvla Koyu'na çıkarma yapıldığı 6 Ağustos 1915 tarihinden itibaren Bursa Jandarma Taburu ve Yüzbaşı Kadri Bey komutasındaki Gelibolu Jandarma Taburu tarafından tutulmaktadır. Üç tugaydan oluşan Britanya birlikleri 15 Ağustos 1915 günü taarruza geçmiştir. Ağır kayıplara Yüzbaşı Kadri Bey'in ağır şekilde yaralanması da eklenince tabur geri çekilmiş, Kanlıtepe - Havantepe hattında yeniden mevzi almıştır. Akşam saatleri bölgeye ulaşan bir taburluk takviye ile karşı Osmanlı kuvvetleri karşı taarruza geçmiştir. Çatışmalar gece boyu sürmüş, 16 Ağustos sabahı bölgeye gelen Mustafa Kemal, taarruzu kendisi yönetmiştir. Kısa süre sonra Britanya birlikleri eski hatlarına geri çekilmişlerdir.

Aynı gün, başarısız bulunan Britanya 9. Kolordusu komutanı General Stopford ve iki tabur komutanı, General Hamilton tarafından görevden alınmıştır.

Hemen ardından Seddülbahir Cephesi’ndeki Britanya 29. Tümeni Anafartalar Cephesi’ne aktarıldı. Mısır’da bulunan 5.000 kişilik bir tümen de aynı cepheye getirildi. Bu şekilde içerden ve dışarıdan takviye edilen Anafartalar Cephesi’ndeki kuvvetlerle genel bir taarruz planlandı. Müttefik taarruzu, Anafartalar Grup Komutanı Kurmay Albay Mustafa Kemal’in sorumluluk bölgesinde, 12. ve 7. Tümenlerin mevzilerine yönelmiştir.

İkinci Anafartalar Muharebesi

Bu kuvvetler 21 Ağustos 1915 sabahı İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepelerine genel bir taarruza geçtiler. Aynı anda Anzak Kolordusu ve İngiliz 29. Tümeni'ne bağlı birlikler de Bomba Tepe’ye (Hill 60) taarruz etmiştir. İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepeleri’ne yönelik taarruz aynı gün, kesin bir başarısızlıkla son bulmuştur. Bomba Tepe’deki çatışmalar ise 29 Ağustos tarihine kadar sürmüş, İngiliz ve Anzak birliklerinin bazı Osmanlı siperlerini ele geçirmiş olmasına rağmen tepenin zirvesi Osmanlı savunmasının elinde kalmıştır.

Kayacık Ağılı Muharebeleri olarak da bilinen Bomba Tepe taarruzu, Çanakkale Savaşının son büyük muharebesidir. Yarımada'da bu tarihten sonra ciddi bir çarpışma yaşanmamış, muharebeler siper savaşı şeklinde devam etmiştir.

Tahliye

Tekke Koyu (W Beach) Seddülbahir

Savaş, İkinci Anafartalar Muharebesinden sonraki aylarda siper savaşları şeklinde sürmüştür. İki tarafın da taarruz gücü kalmamıştı. Müttefikler açısından bu dönem bir kararsızlık dönemidir. Onca kayıptan sonra Gelibolu’yu tahliye etmek kolay verilecek bir karar değildir. Taarruz için de General Ian Hamilton’un değerlendirmelerine göre en az ellibin askerlik bir takviye gerekmektedir. Ancak 14 Ekim 1915 günü Bulgaristan, İttifak Devletleri safında savaşa girerek Sırbistan’a saldırmıştır. Bu gelişme müttefiklerin Çanakkale seferinin varoluş nedenlerinden birinin ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Çünkü bu sefere kalkışılmasının nedenlerinden biri de Balkan ülkelerinin İtilaf Devletleri safında savaşa girmesini teşvik etmekti. Üstelik Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti ile Müttefik olması, Alman İmparatorluğu ile Osmanlı Devleti arasında kara bağlantısını, dolayısıyla savaş malzemesi nakliyatını büyük ölçüde kolaylaştıracaktır. Nitekim 29 Ekim 1915'te İstanbul’la Almanya arasındaki demiryolu hattı İttifak Devletleri’nin kontrolüne geçmiştir. Bu demiryolu bağlantısının ilk en acı belirtisi de Avusturya’dan gönderilen ve cephede 15 Kasım 1915 tarihinde ateşe başlayan 240 mm’lik top bataryasıdır.

Bu tarihten üç gün sonra General Ian Hamilton görevden alınarak yerine General Charles Monro atanmıştır. Monro cephede yaptığı incelemelerin ardından 3 Kasım 1915'te Birleşik Krallık Yüksek Savunma Konseyi’ne cephe hakkındaki görüşünü, “Gelibolu tahliye edilmelidir” şeklinde bildirmiştir. Bu kolay alınacak bir karar değildir. 6 Kasım 1915 günü Birleşik Krallık Savaş Bakanı Lord Kitchener Gelibolu’ya gelmiştir. 15 Kasım’da Lord Kitchener’in kararı Seddülbahir Cephesi dışındaki diğer iki cephedeki askerlerin tahliye edilmesi yönündedir. Ertesi gün 16 Kasım’da Müttefiklerin Selanik Cephesi de General Monro’ya bağlanmıştır. General Birdwood, General Monro’ya bağlı olmak üzere Gelibolu Müttefik Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı.

Kesin karar 7 Aralık 1915 tarihinde verilmiştir. Arıburnu ve Anafartalar Cepheleri’ndeki Müttefik kuvvetler, Selanik Cephesi’ne kaydırılacak, Seddülbahir Cephesi’ndeki kuvvetler ise yerlerinde kalacaktı.

Tahliye işlemleri 10 Aralık 1915 tarihinde başladı. Gizlilik sağlanması amacıyla tahliye sadece geceleri yapılmıştır. Bir grup asker gündüzleri sahile çıkarılıyor, cepheye doğru yürüyüşe geçiyorlardı, bu askerler geceleyin tahliye ediliyor ertesi gün yine sahile çıkarılıyordu. Sahile indirilen boş cephane sandıkları katırlarla siperlere taşınıyordu. Son birlikler, postallarının üstüne çorap giyerek siperlerinden ayrılıp sahile yürüdüler. Götürülemeyen malzemeler sahilde ateşe verildi. Osmanlı siperleri altına kadar uzanan tünellerde toplam bir ton kadar dinamit yerleştirildi ancak birkaç yer haricinde bu lağımlar ateşlenmedi. 19 Aralık 1915 akşamı son asker de cepheden ayrıldı.

Anafartalar ve Arıburnu Cephelerinin tahliyesinin hemen ardından Lord Kitchener’in, Seddülbahir Cephesi’ndeki birliklerin yerinde kalması yönündeki kararı, “ne amaçla kalması” açısından sorgulanmaya başlanacaktır. Sonuçta, 27 Aralık 1915 tarihinde bu bölgenin de boşaltılmasına karar verilir. Kuşkusuz bu hatalı bir gecikmeydi. 20 Aralık’tan itibaren Osmanlı tarafı, hiç olmazsa Seddülbahir Cephesi’ndeki Müttefik askeri varlığını elden kaçırmamak için mevcut kuvvetleri güney hattına kaydırmaya başlamıştır. özellikle 240 mm’lik ve daha sonra gelen 150 mm’lik top bataryaları Seddülbahir Cephesi’nde konuşlanıp ateşe başlamışlardı. Yine de büyük bir ustalıkla sürdürülen tahliye işlemleri 9 Ocak 1916 sabahı, saat 03:20’de tamamlanmıştır. Otuzaltıbin asker, dörtbin nakliye hayvanı –gemilere alınamayan yüzlerce at, kuzeyde olduğu gibi, öldürülmüştü- 127 top ve ikibin ton ikmal malzemesinden taşınabilenler, gemilere yüklenmişti. Taşınamayan malzeme ise yine kuzeyde olduğu gibi sahilde büyük yığınlar halinde ateşe verilmişti.

Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinin ertesinde, 6 Kasım 1918’de İngilizler Gelibolu’yu işgal ederek Merkez Tahkimatı’na el koymuşlardır.

Mareşal Liman Von Sanders, 25 Nisan akşamından itibaren diğer bölgelerdeki Osmanlı birliklerini Arıburnu ve Seddülbahir Cephelerine kaydırmaya başlamıştı. 28 Nisan 1915 tarihinde Seddülbahir Cephesi’nde de tüm Müttefik askeri karaya çıkartılmıştı ve ileri hareketleri Osmanlı birlikleri tarafından durdurulmuştu. General Sır Ian Hamilton’un elindeki tüm kuvvet budur ve ihtiyatı da yoktur. Osmanlılar ise diğer bölgelerden kaydırdıkları kuvvetlerce takviye edilmektedirler. Her geçen gün, Hamilton’un harekâtı başarıyla sonuçlandırma olanağını sınırlamaktadır. Gerek İngiliz gerek Fransız üst rütbeli subayları, Batı cephesinden kuvvet aktarılmasına karşı çıkmaktadırlar. Gelibolu harekât alanına, ikinci öncelik verilmektedir. Ancak Lord Kitchener Gelibolu’daki birlikleri takviye etmeye karar vermiştir. Mısır’daki 42. Tümen 28 Nisan da gemilere bindirilmeye başlandı. Fransızlar da 30 Nisan da General Bailloud komutasındaki 156. Tümen’i, Doğu Sefer Kolordusu’nun 2. Tümen’i olarak Gelibolu’ya gönderme kararı almıştır. Oysa Alman Amiral von Tirpitz daha gerçekçi değerlendirmelerde bulunmakta, “Çanakkale Boğazı düşecek olursa savaş aleyhimize sonuçlanmış olacaktır” demektedir.

Müttefiklerin Gelibolu Seferi'ne eklenen yeni takviyelerle üçüncü bir cephe açılmasına karşın kara harekâtı Müttefikler açısından bir sonuç getirmemiş, Osmanlı kuvvetlerinin direnci karşısında cepheler yeniden kilitlenmiştir. Bulgaristan'ın 14 Ekim 1915 tarihinde İttifak Devletlerine katılmıştır. Almanya ile Osmanlı arasında Balkanlar üzerinden bir demiryolu hattı 29 Ekim tarihinde işlemeye başlamıştır.

Bu tarihten üç gün sonra General Ian Hamilton görevden alınarak yerine General Charles Monro atanmıştır. Monro cephede yaptığı incelemelerin ardından 3 Kasım 1915'te Birleşik Krallık Yüksek Savunma Konseyi’ne cephe hakkındaki görüşünü, “Gelibolu tahliye edilmelidir” şeklinde bildirmiştir. Bu kolay alınacak bir karar değildir. 6 Kasım 1915 günü Birleşik Krallık Savaş Bakanı Lord Kitchener Gelibolu’ya gelmiştir. 15 Kasım’da Lord Kitchener’in kararı Seddülbahir Cephesi dışındaki diğer iki cephedeki askerlerin tahliye edilmesi yönündedir. Ertesi gün 16 Kasım’da Müttefiklerin Selanik Cephesi de General Monro’ya bağlanmıştır. General Birdwood, General Monro’ya bağlı olmak üzere Gelibolu Müttefik Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı.

Kesin karar 7 Aralık 1915 tarihinde verilmiştir. Arıburnu ve Anafartalar Cepheleri’ndeki Müttefik kuvvetler tahliye edilerek Selanik Cephesi’ne kaydırılmış, Seddülbahir Cephesi’ndeki kuvvetler ise yerlerinde kalmışlardır. Bu cephedeki kuvvetlerin tahliyesine 27 Aralık 1915 tarihinde karar verilmiştir. Tahliye işlemleri 9 Ocak 1916 sabahı tamamlanmıştır. Böylece Gelibolu Muharebeleri Osmanlı kuvvetlerinin zaferiyle sonuçlanmıştır.

Savaşın sonuçları

Savaş sonrası Alman İmparatoru II. Wilhelm'in Çanakkale Ziyareti (soldan sağa: Usedom Paşa, II. Wilhelm, Enver Paşa, Merten Paşa)

Çanakkale Cephesi'nin deniz harekâtı, kuşkusuz sıradan bir askerî harekât ya da muharebe olayı değildir. Boğazlar, konumu ve tarihi önemi itibarıyla, İstanbul Karadeniz kapısı, Çanakkale de Ege Denizi kapısı olarak, geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta oldukları stratejik önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa edilmiş ve edilmektedir. Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa'yı Asya'ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler değil, Akdeniz’in öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile de bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerinden Atlas okyanusu ve Hint Okyanusu gibi büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki jeopolitik konumuyla, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan etkilerini bugün de korumaktadır. Bu nedenlerledir ki, Türk Boğazları, uluslararası ilişkilere yön vermede daima odak noktası olmuşlardır.

Tarihin eski dönemlerinden beri ön planda, Avrupa ülkeleri ve Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerle, askeri hareketler, sürekli olarak Boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir. Başka bir deyişle boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur. Boğazların tarihin akışı içindeki stratejik durumu ve jeopolitik konumuyla ilgili yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı altında, Çanakkale Muharebelerinin sonuçları üzerindeki değerlendirmeler, kuşkusuz daha bir önem ve anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin daha gerçekçi ve sağlıklı olabilmesi ise, büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki ulusal emellerine kısaca da olsa, bir göz atılmasını gerektirir Yine Birinci Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük devletlerinden Almanya’nın, "Drang Nach Osten" (doğuya doğru) politikası, Rusya’nın ılık denizlere ulaşma emelleri; Birleşik Krallık'ın, “denizlere egemen olan dünyaya hakim olur” teorisine dayanarak, özellikle XIX. yüzyıldan bu yana güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk boğazlarında düğümlenmektedir.

Boğazların bu tartışma götürmez önemi konusunda Napolyon "İstanbul bir anahtardır. İstanbul'a egemen olan dünyaya hükmedecektir. Eğer Rusya, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirecek olursa, Tulon, Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır" demekle, Fransa’nın Boğazlar üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır. Rusya’nın görüşüyse, Genelkurmay Başkanı Pyotr Kropotkin'in bir raporunda; XX. yüzyılda Rusya’nın en önemli işinin, İstanbul Boğazı’nı ele geçirmek olduğuna işaretle, Osmanlı Devleti’ni, boğazı Rusya’ya bırakmaya hazırlamalı ve Almanya ile anlaşma yapmalıdır” şeklinde ifadesini bulmaktadır. Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca açıklanan bu emelleri, onları kendi aralarında da gizli birtakım mücadelelere yöneltmiştir. Nitekim, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar tarafından da onaylanan bir raporunda; “Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi, tüm Güney Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına girmesidir” demekte ve bu durumun önlenmesi için, İstanbul’un alınmasını önermektedir. Öte yandan Kasım 1911’de Rusya’nın, Osmanlı Hükûmeti’ne Boğazlar üzerindeki istekleriyle ilgili bir notasından haberdar edilen İngiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir. Keza Rusya’nın bu ve buna benzer çeşitli tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Merkez Devletleri safına kaymasında büyük bir etken olmuştu. İşte Boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar çatışmalarıdır ki, İngiliz ve Fransızlar’ı İstanbul’u almaya ve Ruslar’dan önce Karadeniz Boğazı’na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi’nin açılmasında başlıca etken olmuştur. Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa, savaşın sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur.

Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki tarihi emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden İngiltere’nin bu cephenin açılmasında birinci derecede aktif rol aldığını da belirtmek doğru olur. Nitekim İngiliz Donanma Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba göstermiş ve etkili olmuştur.Gerçekten o, bu cephenin açılmasının baş mimari olmuş, Türklerin askeri gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece “sınırlı bir cezalandırma hareketi” olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla donatılmış zırhlılarının Boğaz’da görünüvermesiyle, Türklerin direnmekten vazgeçeceğini sanmıştı. Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. İngilizler, Çanakkale’deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup onun yüksek manevi gücünü görmezlikten gelerek, büyük bir hesap hatasına düştüler ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de beklemedikleri amansız cevabı aldılar.Böylece onlar, zaferi Boğaz’da, Türk top ve mayınlarına, karada Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler. Anlaşma Devletleri’nin Çanakkale serüveni bu suretle noktalandıktan sonra, yukarıdaki açıklamaların ışığı altında, Türkiye ve uluslararası politika ve diplomasi tarihi açısından ortaya koyduğu önemli sonuçları da şöylece özetlemek mümkün olur.

Savaşın sonrası ve etkileri

Toplumsal etkileri

Atatürk'ün Gelibolu Savaşı'nda Türk toprakları üzerinde ölen ve mezarları Türk topraklarında bulunan Anzak asker analarına gönderdiği mesajın yer aldığı anıt, Gelibolu

Çanakkale Savaşları, ilgili bütün ulusları derinden etkilemiştir. Savaşın sonlandığı gün olan 18 Mart günü Türkiye'de 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü olarak anılmakla birlikte her yıl çıkarmanın yıldönümü olarak 25 Nisan'da Anzak Günü adıyla anma törenleri düzenlenir ve o gün Avustralya ile Yeni Zelanda'da ulusal tatildir. Ayrıca Avustralyalı ve Yeni Zelandalılar o gün toplanarak Gelibolu Yarımadası'ndaki Anzakların (ANZAC: Australian and New Zealand Army Company) çıkarma yaptıkları Anzak Koyu'na gelerek atalarının savaştıkları bu yeri ziyaret ederler.

Çanakkale Savaşları, özellikle de Avustralya ve Yeni Zelanda'yı etkilemiştir. Bu savaştan önce bu iki ülkenin vatandaşları Britanya İmparatorluğu'nun yenilmez üstünlüğünden emindiler ve böyle bir imparatorluğun onları askeri seferlere çağrısından büyük onur duymuşlardı.[111] Ancak Gelibolu Savaşı onların bu büyük güvenini derinden sarsmıştır. Anzaklar için Gelibolu Savaşı'nın önemi çok büyüktür, Gelibolu'dan ayrılan Anzaklar savaşın başka cephelerinde savaşmaya gönderilmişler ve gittikleri her yeri Gelibolu'yla karşılaştırmışlardır. Avustralya Federasyonu 1 Ocak 1901'de kurulmuş, Avustralyalılar on yıllık bir süreçte seçme ve seçilme ile temsil edilme haklarını elde etmişlerse de ülkenin gerçek psikolojik bağımsızlığı Gelibolu olarak görülür.[111]

Canberra'da Kemal Atatürk Memorial[112] ve Yeni Zelanda'nın Wellington'un Tarakina Koyu'nda Atatürk Memorial[113] adında anıtlar dikilidir. Yine Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Britanya ve Fransa donanmalarının geri püskürtüldüğü 18 Mart tarihi, "Çanakkale Şehitlerini Anma Günü" olarak ilan edilmiştir. Dünyada ise bu savaş, askeri beceriksizlik ve felaket sembolü olarak sayılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk'ün 1934 Anzak törenleri sebebiyle gönderdiği mesaj ülkeler arası dostluğu pekiştirmiştir:

« "Bu Memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır."[114] »

100. yıl törenleri

2015 yılında Çanakkale savaşının 100. yılı dolasıyla birçok etkinlik ve törenler düzenlendi. 24 Nisan 2015 tarihinde 17 yabancı devlet başkanı ve 5 başbakanın da katıldığı törenler düzenlendi.[115][116] 1 Ağustos 2015 tarihinde 750 sporcunun katıldığı etkinliklte Anzak Koyu'nun 1915 metre açığından yüzerek kıyıya Dünya barışı için yüzdüler.[117]

Kültür alanına yansımaları

Edebi eserler

Medya

Dipnotlar

  1. Çoğu İngiliz, Avustralyalı ve Amerikan kaynakları Osmanlı'nın asker sayısını 500,000 olarak gösterir fakat bu sayı İtilaf Devletleri tarafından kendi başarısızlıklarını örtbas etmek için verilir. Liman von Sanders ve Türk kayıtlarına göre İtilaf Devletleri asker sayısı açısından Osmanlı İmparatorluğu'na karşı hep üstünlük sağlamıştır. Çanakkale'de Osmanlı İmparatorluğu'nun seferber edebildiği en yüksek asker sayısı Ekim 1915'te 310.000 er ve 5.500 subaya ulaşmıştır. (Kaynak bkz. yukarıda: Edward J. Erickson: Ordered to Die: A History of the Ottoman Army in the First World War; sayfalar 94-95)
  2. Askerlik görevi yapamayacak durumda olanlar. Bir uzvunu kaybeden ya da zihnen sakatlananlar. Ağır bombardımanın (özellikle donanma topçusunun) yarattığı şok dalgalarından dolayı sağır olan ya da kalıcı olarak belleğini kaybedenler gibi.
  3. Harp Dairesi Başkanlığı kayıtları esas alınmıştır.
  4. Liman von Sanders'e göre Osmanlı zayiatı: 218.000 (66.000'i ölü). Zayiatlardan yaralı olan ortalama 42.000 asker tedaviden sonra muharebeye geri dönmüş.(bkz. yukarıda: Edward J. Erickson: Ordered to Die: A History of the Ottoman Army in the First World War; sayfalar 94-95)
  5. I. Dünya Savaşı üzerine öngörüleri her ne kadar yanlış çıkmış olsa da Türkçe yayınların tersine, Batılı kaynaklar Enver Paşa hakkında oldukça saygı ve takdir dolu ifadeler kullanırlar. Birleşik Krallık resmî tarihi dahi Enver'den "büyük bir seciye kudreti ve hudutsuz bir kavrayış kabiliyeti..." sahibi olarak söz etmektedir. Oglander, Sh.: 22
  6. Bazı kaynaklarda (Açasam 10 Ekim 2012 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.) Osmanlı İmparatorluğu'nun bu tarihten itibaren seferberlik ilan ettiği kaydedilmektedir.
  7. Maori savaşçıları inanılmaz derecede acımasız olarak tanıtılmıştır. Savaş tarzları, eğer düşman hatlarını bozarlarsa kaçan düşmanlarından birini amaçlayıp peşinden ayrılmaksızın koşmak, bir yerde yaralayıp yeni bir hedefin peşinden koşmaktı. Yaralanan düşmanın işi geriden gelenlerce bitirilirdi. Burhan Sayılır, Sh.: 321 dipnot

Kaynakça

  1. Edward J. Erickson, Ordered to Die: A History of the Ottoman Army in the First World War, Westport, CT: Greenwood Publishing, ISBN 0-313-31516-7, sayfa 94-95
  2. 11 Mart 2012 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. gallipoli-1915.org; Zayiat bölümü
  3. 13 Mart 2013 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. ANZAC Day 2010 - The Gallipoli Campaign; Australian Department of Veterans' Affairs (İngilizce)
  4. 14 Mayıs 2014 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. Maurice Larcher: La guerre turque dans la guerre Mondiale, (1926), Kitap sayfa 236 (Pdf sayfa 156)
  5. "duryolcu.com; Ozan Bodur: Çanakkale'de kaç şehit verdik?". 14 Mart 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 3 Mayıs 2020.
  6. Dr. İsmet Görgülü:ÇANAKKALE ZAFERİ VE ATATÜRK; Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi Cilt: 4 Sayı: 16 Yayın Tarihi: 1995; Sayfa 492 (Pdf sayfa 2)
  7. 2 Eylül 2015 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. canakkale1915.com; Önder Yılmaz: ÇANAKKALE SAVAŞINDA 57000 ASKERİMİZ ŞEHİT DÜŞTÜ
  8. 14 Mayıs 2014 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. Travers, Gallipoli 2004, S. 311; Pope/Wheal: Dictionary 2003, S. 184; (Pdf sayfa 156)
  9. Çanakkale Savaşları hakkında bilgi
  10. 100’ÜNCÜ YILINDA ÇANAKKALE ZAFERİ SEMPOZYUMU
  11. Oral Sander, Siyasi Tarih (İlkçağlardan 1918'e) Sh.: 346
  12. İ. Artuç, Sh.: 14
  13. "Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Atatürk ve Çanakkale Savaşlarını Araştırma Merkezi (AÇASAM)". 10 Ekim 2012 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 24 Eylül 2012.
  14. J. M. Roberts, Yirminci Yüzyıl Tarihi Sh.: 179
  15. Roberts, Sh.: 182
  16. Oral Sander, Sh.: 366
  17. Roberts, Sh.: 222
  18. Oral Sander, Sh.: 354
  19. Oral Sander, Sh.: 355
  20. Oral Sander, Sh.: 347
  21. Oral Sander, Sh.: 356
  22. Oral Sander, Sh.: 359
  23. İ. Artuç, Sh.: 21
  24. General C.F. Aspinall - Oglander, Sh.: 68
  25. Burhan Sayılır, Sh.: 23.
  26. İ. Artuç, Sh.: 47
  27. Burhan Sayılır, Sh.: 24
  28. İ. Artuç, Sh.: 30
  29. Carl Mühlman, Çanakkale Savaşı, Bir Alman Subayının Anıları Sh.: 38
  30. İ. Artuç, Sh.: 17
  31. İ. Artuç, Sh.: 16
  32. Yaşar Semiz, 18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Savaşı: Sebepleri, Gelişimi ve Sonuçları] Sh.: 222
  33. Oral Sander, Sh.: 369
  34. İ. Artuç, Sh.: 18
  35. Ahmet Eyicil, Çanakkale Savaşları] Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2009 8 – Sh.: 318
  36. Oral Sander, Sh.: 350
  37. Yaşar Semiz, Sh.: 222-223
  38. Osmanlı Devleti ve I. Dünya Savaşı
  39. Alan Moorehead, Gelibolu Sh.: 8
  40. Alan Moorehead, Sh.: 9
  41. Birinci Dünya Savaşı'na Giden Yol Ankara Üniversitesi Açık Ders Malzemeleri – Sh.: 3
  42. Birinci Dünya Savaşı'na Giden Yol, Sh.: 4
  43. Birinci Dünya Savaşı'na Giden Yol, Sh.: 6
  44. Oglander, 1. Cilt, sh. 22
  45. Oral Sander, Sh.: 367
  46. Oral Sander, Sh.: 368
  47. Oglander, Cilt 1, Sh.: 24-25
  48. İ. Artuç, Sh.: 15
  49. Oglander, Sh.: 24
  50. İ. Artuç, Sh.: 19
  51. İ. Artuç, Sh.: 20
  52. Oglander, Cilt 1, Sh.: 35
  53. Vahdet Keleşyılmaz, Belgelerle Türkiye'nin Birinci Dünya Savaşına Giriş Süreci]
  54. İ. Artuç, Sh.: 26
  55. İ. Artuç, Sh.: 29
  56. Günesen F., Çanakkale Savaşları, Kastaş, 1986,
  57. Oral Sander, Sh.: 370
  58. Oral Sander, Sh.: 371
  59. Çanakkale Deniz Savaşları, Sh.: 51
  60. Çanakkale Deniz Savaşları 1915, Sh.: 51-52
  61. İ. Artuç, Sh.: 23
  62. Çanakkale Deniz Savaşları 1915, Sh.: 52
  63. Çanakkale Deniz Savaşları 1915, Sh.: 5
  64. Oglander, Sh.: 30
  65. Oglander, Sh.: 31
  66. İ. Artuç, Sh.: 25
  67. İ. Artuç, Sh.: 30-31
  68. İ. Artuç, Sh.: 32
  69. Yaşar Semiz, Sh.: 223
  70. İ. Artuç, Sh.: 41
  71. İ. Artuç, Sh.: 39-40
  72. Oglander, Sh.: 27
  73. İ. Artuç, Sh.: 40
  74. Oglander, Sh.: 33
  75. Oglander, Sh. 33-34
  76. Oglander, Sh.:34
  77. İ. Artuç, Sh.: 10
  78. İ. Artuç, Sh.: 10-11
  79. İ. Artuç, Sh.: 12
  80. i. Artuç, Sh.: 42
  81. İ. Artuç, Sh.: 45-46
  82. Ahmet Eyicil, Sh.: 319
  83. J. M. Roberts, Sh.: 242
  84. Rahmi Doğanay, Çanakkale Zaferinin Türk ve Dünya Tarihi Açısından Sonuçları Sh.: 385
  85. Ahmet Eyicil, Sh.: 320
  86. Burhan Sayılır, Çanakkale Savaşları'nda Yer Alan İtilaf Askerlerinin Dini-Etnik Yapısı ve Sahip Oldukları Türk İmajı] Sh.: 320
  87. Burhan Sayılır, Sh.: 324
  88. The Encycklopedia of World War I Sh.: 461
  89. İ. Artuç, Sh.: 43
  90. İ. Artuç, Sh.: 46
  91. Çanakkale Savaşı Ne Zaman
  92. Çanakkale Yabancı Harekat Plan ve Haritaları
  93. Philip J. Haythornthwaite (1991). Gallipoli, 1915: frontal assault on Turkey. Osprey Publishing. s. 37-39. ISBN 9781855321113.
  94. Alan Moorehead (1998). Gallipoli. Wordsworth Editions. s. 199. ISBN 9781853266751.
  95. Tom McGowen (2002). Assault from the sea: amphibious invasions in the twentieth century. Twenty-First Century Books. s. 10. ISBN 9780761318118.
  96. Beneath the Dardanelles: The Australian Submarine at Gallipoli; Allen & Unwin (September 1, 2008); Vecihi Başarın(Author), Hatice Hürmüz Başarın(Author); Avustralya denizaltısı HMAS AE2 Osmanlı torpido gemisi Sultanhisar tarafından batırılmış, mürettebatı kurtarılıp I. Dünya Savaşının kalan süresini Afyonda tutsak olarak geçirmiştir. Bu kitap iki geminin kaptanları Stoker ve Ali Rıza'nın hatıralarını karşılaştırarak olayı anlatır.
  97. Henry Stoker. "British and Australian Submarines in the Dardanelles, 1915". 23 Nisan 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Şubat 2011.
  98. Kadrolar ve harekat planları
  99. Philip J. Haythornthwaite (1991). Gallipoli, 1915: frontal assault on Turkey. Osprey Publishing. s. 45. ISBN 9781855321113.
  100. The Encyclopedia Americana: a library of universal knowledge, Volume 28. Encyclopedia Americana Corp. 2007. s. 430.
  101. 1915 Çanakkale Savaşı - İbrahim Artuç. Kastaş Yayınevi. 2004. Sh: 204
  102. Genkur Harp Tarihi Bşk. - Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi. V. Cilt, 2. Kitap
  103. David W. Cameron (2009). Sorry, Lads, But the Order Is to Go: The August Offensive, Gallipoli: 1915. UNSW Press. s. 5. ISBN 9781742230771.
  104. 1915 Çanakkale Savaşı - İbrahim Artuç. Kastaş Yayınevi. 2004. Sh: 2219
  105. J. F. C. Fuller (1987). A Military History Of The Western World, Vol. III: From The American Civil War To The End Of World War II. Da Capo Press. s. 244. ISBN 9780306803062.
  106. Edward J. Erickson (2001). Ordered to die: a history of the Ottoman army in the First World War. Greenwood Publishing Group. s. 88. ISBN 9780313315169.
  107. Altay Atlı (26 Eylül 2008). "Gallipoli Part III: Trenches in Arıburnu and the Battle of Kirte". 18 Ocak 2012 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 5 Ağustos 2010.
  108. 1915 Çanakkale Savaşı - İbrahim Artuç. Kastaş Yayınevi. 2004. Sh: 247
  109. 1915 Çanakkale Savaşı - İbrahim Artuç. Kastaş Yayınevi. 2004. Sh: 250
  110. Mustafa Kemal Arıburnu'nda Prof. D.Uğur
  111. "The Social Benefits for Australia originating from the Gallipoli Campaign" (PDF). 1 Temmuz 2011 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi. Erişim tarihi: 17 Temmuz 2010.
  112. Damian McDonald, Kemal Ataturk Memorial, Anzac Parade, Canberra, 2002
  113. Yeni Zelanda Kraliyet Hava Kuvvetleri resmî web sitesi National Library of Australia
  114. "Savaş Panormaları - Çanakkale Savaşı (1915)". 4 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 17 Temmuz 2010.
  115. "Dünya liderlerine o türküyü söyledi". Hürriyet. 24 Nisan 2015. 23 Ağustos 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 26 Nisan 2015.
  116. "Çanakkale 100. Yıl Etkinlikleri - Mehmetçik Abidesi". Youtube - TRT kanalı. 24 Nisan 2015. 22 Aralık 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 26 Nisan 2015.
  117. http://www.ntvspor.net/haber/haber-t/135525/750-sporcu-1915-metre-kulac-
  118. "And The Band Played Waltzing Matilda" (PDF). 9 Haziran 2016 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi. Erişim tarihi: 17 Temmuz 2010.

Filmler ve belgeseller

  • Gelibolu: Çanakkale Savaşı'nı konu alan, Peter Weir'ın yönettiği 1981 yapımı film.
  • Son Kale: Çanakkale: Çanakkale Savaşı'nı konu alan, Eşref Kolçak'ın yönettiği 2003 yapımı film.
  • Gallipoli: Çanakkale Savaşı'nı konu alan, Tolga Örnek'in yönettiği 2005 yapımı belgesel film.
  • Çanakkale 1915: Çanakkale Savaşı'nı konu alan, Yeşim Sezgin'in yönettiği 2012 yapımı film.
  • Çanakkale: Yolun Sonu: Çanakkale Savaşı'nı konu alan, Kemal Uzun'un yönettiği 2012 yapımı film.
  • Gallipoli: Çanakkale Savaşı'nı konu alan, Avustralya'da çekilen 7 bölümlük 2015 yapımı mini dizi.
  • Son Umut (The Water Diviner): Çanakkale Savaşı'na 3 oğlunu gönderen bir Avurstralyalının, savaştan 4 yıl sonra oğullarını bulmak için Türkiye'ye gelmesini anlatan 2013 yapımı film.
  • Son Mektup: Özhan Eren tarafından yazılıp yönetilmiş 2015 yapımı sinema filmidir. Osmanlının ilk pilotlarından olan Salih Ekrem Yüzbaşını konu alan bir filmdir.
  • Seddülbahir 32 Saat: Çanakkale Savaşı'nda, Seddülbahir Cephesinde yaşanan olaların anlatıldığı, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu'nun TRT1 kanalında yayımlanan 4 bölümlük mini dizi.

Kaynakça

  • 1915 Çanakkale Savaşı - İbrahim Artuç
  • Büyük Harbin Tarihi: Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı - General C. F. Aspinall - Oglander (General Ian Hamilton'un karargâh subaylarından)
  • Türk Kurmay Subaylarının Gözüyle Çanakkale Savaşı - Burhan Sayılır.
  • Alçıtepe'den Anafartalar'a Çanakkale Kara Muharebeleri - Tuncay Yılmazer
  • Çanakkale Savaşı Üzerine Bir İnceleme - Emekli Korgeneral, eski içişleri bakanı Selahattin Çetiner
  • Mustafa Kemal - Anafartalar Muhaberatı'na Ait Tarihçe - Uluğ İğdemir - Türk Tarih Kurumu Yayınları
  • Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi - 5. Cilt, Çanakkale Cephesi - Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Harp Tarihi Yayınları
  • Çanakkale Deniz Savaşları 1915 - Çanakkale Boğaz Komutanlığı 2008 Deniz Basımevi Müdürlüğü

Dış bağlantılar

This article is issued from Wikipedia. The text is licensed under Creative Commons - Attribution - Sharealike. Additional terms may apply for the media files.