Yenikapı Mevlevihanesi
Yenikapı Mevlevihanesi, İstanbul'un Zeytinburnu ilçesine bağlı Merkezefendi Mahallesi sınırları içinde yer alan,[1] Mevlevî tarikatının İstanbul'da Galata Mevlevihanesi'nden sonra faaliyete geçirdiği ikinci dergâhtır. İstanbul'un beş önemli Mevlevihanesinden biri olan Yenikapı Mevlevihanesi Osmanlı tekke mimarisinin karakteristik özelliklerini taşıyan güzel bir örnektir. Yenikapı Mevlevihanesi ismini bugün Mevlanakapı olarak bilinen sur kapısından almıştır.
Tarihi
Büyük mutasavvıf Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin şeb-i arûsundan sonra onun yolundan gidenler Konya merkez olmak üzere tekkeler kurmuş ve teşkilatlanmışlardır. İşte bu bağlamda Osmanlı Devleti'nin siyasi ve kültürel başkenti İstanbul'da da beş Mevlevîhâne açılmıştır. Bunlar; Galata (Kulekapısı), Yenikapı, Beşiktaş (daha sonra Bahâriye), Kasımpaşa ve Üsküdar Mevlevîhâneleri'dir. Bu Mevlevîhâneler'den son ikisi daha küçük ve geç kurulmuş dergâhlardır. Yenikapı Mevlevîhânesi ise Galata Mevlevîhânesi'nden sonra İstanbul'daki en eski ve önemli Mevlevîhâne'dir.[2]
Yenikapı Mevlevîhânesi, yeniçeri kâtibi Malkoç Mehmed Efendi tarafından, bugün Mevlânâkapı denilen sur kapısı dışında ve Merkez Efendi Tekkesi yakınındaki geniş arazi üzerinde yaptırılıp vakfedilmiş ve 1598 yılında açılmıştır. Tam teşekküllü bir külliye niteliğine sahip olan, Malkoç Mehmed Efendi'den başka çeşitli devlet adamları, zenginler ve bunların yakınları tarafından da bağışlar yapılıp vakfiyeler düzenlenen Yenikapı Mevlevihanesi'nin ilk postnişîni Kemâl Ahmed Dede'dir.[3]
İnşasından kısa bir süre sonra Yenikapı Mevlevîhânesi Mevlevîliğin İstanbul'daki en önemli merkezi haline gelmiş, tekke tabiriyle âsitâne olarak faaliyet göstermiştir. Derviş zümrelerinin İstanbul'un günlük hayatında son derece etkili oldukları Sultan IV. Murad döneminde, meşihat makamında bulunan Doğani Ahmed Dede'nin faaliyetleri padişahı ve saray halkını Mevlevîhâne'ye bağlayacak kadar etkili olmuştur. Bununla beraber kendi şahsi çıkarlarını temin etmek için tekkeye bağlanan devlet adamlarının da olması ve bu tip insanların dervişlik ahlakına yakışmayan hareketlerde bulunması Mevlevîhâne'nin itibarını zedelemiştir.
18. asrın ortalarına doğru Yenikapı Mevlevîhânesi için yeni bir devir başlar. Küçük Mehmed Dede'nin vefatını duyan ve henüz yeni halîfe olmuş, Konya'da kalan Çelebi Hacı Ebûbekir Efendi, Kütahyalı Seyyid Ebûbekir Efendi'yi huzuruna davet eder. Başına yeni bir sikke koyar ve sikkenin üzerine de şeyhlik alâmeti olan yeşil bir destâr sarar. Ayrıca eline meşîhatnâmesini de veren Çelebi Ebûbekir, böylece onu Yenikapı Mevlevîhânesi'ne postnişîn tayin etmiş olur. Böylece âile hayatında hattâ Türk kültür ve medeniyet hayatında, Mevlevîlik tarîhinde yeni bir sayfa açılmış; İstanbul ve Yenikapı Mevlevîhânesi'nde uzun yıllar sürecek olan Kütahyalı şeyhler faslı başlamış olur.[4] 1746'da Seyyid Ebûbekir Dede'nin dergâhın başına geçmesinden sonra 180 sene o makamda hizmet verecek olan Ebûbekir Dede ve ailesi, sadece Mevlevîhâne’de değil, İstanbul üzerinde emsalsiz bir iz bırakır. Tamamı tasavvuf ehli olan aile mensuplarının çoğu musikişinas ve şairdir. Şeyh Gâlib’den Tâhirü’l-Mevlevî’ye, Dede Efendi’den Rauf Yektâ Bey’e büyük sanatçılar yetiştiren bu şeyh efendiler sayesinde Yenikapı Mevlevihanesi merkezli bir Mevlevî kültürü ve İstanbul’a has hayat tarzı oluşur.
Ebûbekir Efendi’nin 30 yıllık postnişinliğinden sonra Konya'daki Çelebi ailesi tarafından oğlu Ali Nutkî Dede şeyh tayin edilir. I. Abdülhamid ve III. Selim'in devr-i saltanatında vazife yapan Ali Nutkî Dede, Osmanlı’nın ilk modernleşme hamlelerine de şahitlik eder. Ney üfleyen, Galata Mevlevîhânesi’nin postnişini Galip Dede ile dostluğu herkesçe malum olan III. Selim, devlet sistemini ordudan başlayarak yenilemekte kararlıdır ancak girişimleri, Mevlevî tarikatının Konya’daki merkez otoritesinin tepkisine yol açar. Konya’daki özerk vakıflar devletin denetimine geçip vergi muafiyetini kaybetmeye başlayınca Çelebi ailesi İstanbul’a cephe alır. Ancak İstanbul Mevlevîleri ve tabii ki Yenikapı, III. Selim yanlısı bir tavrı tercih eder. Böylelikle İstanbul’la Konya arasında ikilik başlar. Sarayın desteğini kazanan İstanbul, Konya karşısında güç kazanır. Şeyhliğin babadan oğula devredilmesi, Yenikapı Mevlevîhânesi’nde Ebûbekir Dede ailesinden 8 şeyh efendinin postnişinlik yapması da bu sayede mümkün olmuştur.
Ali Nutkî Dede’ye kadar şeyhi vefat eden ya da görevden alınan bir Mevlevîhâne’ye kimin tayin edileceğine Konya karar vermiştir. Her biri farklı bir coğrafyadan ve kültürden gelen postnişinler, İstanbul için çok kültürlülük imkânı sağlasa da etkileri kendi vazife dönemleri ile sınırlı kalmıştır. Saraya karşı giriştiği mücadeleyi kaybeden Konya’nın otoritesi zayıflayınca Yenikapı Mevlevîhânesi’nin kaderi âdeta değişir. Babadan oğla aktarılan ve devamlılığı sağlanan kültürel birikim sayesinde musiki, sanat, edebiyat gibi pek çok alanda o güne kadar, hatta ondan sonra da yakalanamayan bir zirveye ulaşılır. Ali Nutkî Dede'nin Türk kültür ve edebiyat tarihi açısından en önemli yanlarından biri de her biri kendi alanında köşe taşı olmuş çok önemli insanların yetişmesini sağlamasıdır. Bunlar içinde en meşhurları Şeyh Gâlib'le Hammamî-zâde İsmail Dede Efendi'dir. Dede Efendi, genç yaşında Yenikapı Mevlevîhânesi'ne gelip gitmeye ve musikî dersleri almaya başlamış, Ali Nutkî Dede'nin şeyhliği döneminde dergâha intisap ederek semâ meşk edip çile çıkararak Dede unvanını almıştır. Evleninceye kadar dergâhta kalan Dede Efendi'nin Ali Nutkî Dede'den ders ve feyiz aldığı muhakkaktır.[5]
Hiç çocuğu olmayan Ali Nutkî Dede’nin 1804’te vefat etmesi üzerine vazife kardeşi Abdülbâki Nâsır Dede’ye devredilir. II. Mahmud’un huzurunda icra edilen fasıllara katılan Nâsır Dede, devrinin en yetkin musikişinaslarındandır. İsmail Dede’ye ney hocalığını da yapan Abdülbâki Nâsır Dede Mevlevîhâneyi âdeta bir konservatuvara dönüştürür.[6] Üst seviyede müzik eğitiminin verildiği İstanbul Mevlevîhâneleri; yalnız Mevlevî musikişinaslara değil, başka tekkelere bağlı, hatta hiçbir yere bağlı bulunmayan kişilere de hizmet vermiştir.
Abdülbâki Nâsır Dede’den sonra şeyhliğe Receb Hüseyin Hüsnî Dede getirilmiş, 9 yıl şeyhlik yapan Receb Hüseyin Dede, 1829'da genç yaşta dünyaya veda etmiştir.[7]
Seyyid Ebûbekir Dede'nin oğullarının en küçüğü olan Abdurrahîm Künhî Dede, ağabeyi Receb Hüseyin Hüsnî Dede'nin vefatı üzerine Hemdem Çelebi tarafından Yenikapı Mevlevîhânesi'nin şeyhliğine atanmıştır. İki yıl bu tekkede şeyhlik yapan Abdurrahîm Dede, 1831 yılında Hakk'ın rahmetine kavuşmuş ve Mevlevîhâne"nin türbe kısmına defnedilmiştir.
Seyyid Abdurrahîm Künhî Dede'nin vefatından sonra yerine Abdülbâkî Nâsır Dede'nin küçük oğlu Osman Salâhaddin Dede postnişîn olmuştur. Osmanlı'nın siyâsî ve sosyal açılardan birçok karışıklıklara sahne olduğu bir dönemde şeyhlik yapan Osman Salâhaddin Dede'nin adı birçok siyâsî olaya da karışmıştır. Salâhaddin Dede'nin siyasi hayattaki yerini belirleyen kişi, yakın dostu Sadrazam Mithat Paşa olmuştur. Yenikapı Mevlevîhânesi yakınındaki Arap-zâde çiftliğini satın alarak buraya kendisi için bir köşk yaptıran Mithat Paşa, I. Meşrutiyet öncesi anayasa tartışmalarını hiç kuşkusuz Salâhaddin Dede'nin toplantılarına da taşımış ve bu durum daha sonra Yenikapı Mevlevîhânesi'nin II. Abdülhamid tarafından kontrol altında tutulması sonucunu doğurmuştur.[8] İlk başta, Salâhaddin Dede'ye sarayda kendisine Mesnevî okuması için maaş bile bağlayan II. Abdülhamîd, bir süre sonra bu dersleri kesmiş, daha sonra da şeyhin Mevlevîhâne'den çıkmasını yasaklamıştır. Son zamanlarında tamamen inzivâya çekilen Osman Salâhaddin Dede, 1886'da vefat etmiş ve Mevlevîhâne'nin yakınına defnedilmiştir. Vefatından sonra Mehmed Celâleddin Efendi postnişîn olmuştur.
22 sene Yenikapı Mevlevîhânesi'nde asâleten şeyhlik yapan Mehmed Celâleddin Dede, 18 Mayıs 1908'de vefat etmiş ve aynı dergâhta babasının yanına defnedilmiştir.
Babası Mehmed Celâleddin Dede'nin son yıllarında (1903'ten itibaren) ona vekâlet eden Abdülbâkî Efendi, onun 1908'deki vefatından sonra da yerine geçmiştir. 1909'de Meclis-i Meşâyıh azâlığına seçilmiş, dokuz yıl bu görevi sürdürmüştür. Abdülbâkî Dede, bu görevdeyken çıkan I. Dünya Savaşı'nda Süveyş Kanalı'nı İngilizler'den geri almak için yapılan Kanal Harekâtı'na katılmak üzere kurulan Mücâhidîn-i Mevleviyye adlı gönüllü alayına binbaşı rütbesiyle ve kumandan vekili olarak katılmış, fakat bir süre sonra hastalığı sebebiyle geri dönmek zorunda kalmıştır. 1925 yılında tekkelerin kapatılmasıyla şeyhlik görevi resmen sona ermiş ve kanun gereği Baykara soyadını almıştır. 28 Şubat 1935 tarihinde fânî dünyaya gözlerini kapatmış ve vasiyeti gereği Hâmûşân Mezarlığı'na, Yenikapı Mevlevîhânesi'nin ilk şeyhi Kemâl Ahmed Dede'nin yanına defnedilmiştir.[9]
Yenikapı Mevlevîhânesi açılışından, Türkiye'de tekke ve zâviyelerin resmî olarak kapatıldığı 1925 yılına kadar tam 327 yıl açık kalmış, bu süre zarfında Kemâl Ahmed Dede'den son şeyh Abdülbâkî (Baykara) Dede'ye kadar toplam 20 şeyh dergâhta postnişîn olmuştur.[10]
Kapatılmasından sonraki durumu
1925'te Tekke, Dergâh ve Zaviyeler'i Kapatma Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden sonra eski etkisini kaybeden dergâhın semahanesi mühürlenmiş, hânkâhın selamlık kısmı ise ilk mektep hâline getirilmiştir. 1961 ve en son da 7 Mayıs 1997'de yangın felâketine maruz kalmıştır. 9 Eylül 1961'de çıkan yangında tamamen yanan türbe, semâhâne ve şerbethâne bölümünden geriye neredeyse hiçbir iz kalmamıştır.[11] 2005 yılında başlanan ve 2009 yılında biten restorasyon çalışmalarından sonra Mevlevîhâne özgün detaylarına uygun bir görünüm kazanmıştır.
Mevlevîhâne'den yetişen önemli şahsiyetler
Yüzlerce yıl bir irfan ocağı olarak hizmet veren Yenikapı Mevlevîhânesi'nin Türk kültür ve sanat tarihindeki önemini anlatmak için sadece Şeyh Gâlib, Buhûrîzâde Mustafa Itrî ve Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi'nin buradan yetiştiğini söylemek yeterlidir. Ancak bu güzîde mekândan feyiz alanlar sadece bunlar değildir. Zâten burada şeyhlik yapanların tamamı sanatkârdır. Bu sanat ve irfan merkezine bağlı olan veya buraya devam edenlerin tamamının adlarını tek tek saymak mümkün değildir. Ancak ilk anda dikkati çeken isimlerin başında gelenler: Osmanlı siyasetinin çok önemli isimleri sadrazamlar Keçecizâde Fuad ve Ali Paşa, Mithat Paşa, Hâlet Efendi, Mevlevî ressam Leylek Hasan Dede, ayrıca son dönemin tanınmış isimleri Tâhirü'l-Mevlevî, Hasan Âlî Yücel, Rauf Yektâ, Zekâîzâde Ahmed Irsoy, Saadettin Heper, Halîlezen Osman Dede ve Ahmed Bican Kasaboğlu da bu dergâhtan yetişenler, istifade edenler arasındadır.[12]
Kaynakça
- Evren, Burçak (2006). Surların Öte Yanı Zeytinburnu (3. bas.). İstanbul: Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları. s. 272. ISBN 975-92356-4-1.
- Resuhi Baykara, “Mevlânâ Tekkesi Teşkilâtı Nasıldı?”, Tarih Coğrafya Dünyası [Mecmuası], C. 2, S. 12, İst., 15 Aralık 1959, s. 478; Muzaffer Erdoğan, “Mevlevî Kuruluşları Arasında İstanbul Mevlevîhâneleri”, Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, S. 4-5(1975-1976), İst., 1976, s. 22-31; Işın, “İstanbul"un Mistik Tarihinde Mevlevîhâneler”, s. 120, 121, 125, 126; Ekrem Işın, “Yenikapı Mevlevîhânesi"nin İki Vakfiyesi”, İstanbul Araştırmaları, S. 3(Ekim-1997), s. 91
- Mehmed Ziya, s. 35-38; Erdoğan, s. 30-31; Uzel, s. 212; Mehmet Halit Bayrı, İstanbul, İst., 1951, s. 58; Işın, “Yenikapı Mevlevîhânesi"nin İki Vakfiyesi”, s. 91; Beşir Ayvazoğlu, “Yakın Efendiler Yakın”, Zaman, 9 Mayıs 1997, s. 13
- Sahîh Ahmed Dede, Mecmûatü"t-Tevârîhü"l-Mevleviyye, Kütahya Belediyesi Mustafa Hakkı Yeşil Ktp., Yz. Nu. 312, s. 213-214
- Rauf Yekta, s. 127-131; Ergun, C. II, s. 415, 429, 430, 438; Öztuna, C I, s. 50; Özcan, “Ali Nutkî Dede”, s. 423-424; Beşir Ayvazoğlu, “Dede Efendi”, Osmanlı Ansiklopedisi [İz Yayıncılık], İst. 1996, C. 5, s. 252; Nuri Özcan, “Osmanlılarda Musiki”, Osmanlı Ansiklopedisi [İz Yayıncılık], İst. 1996, C. 3, s. 249; Uzel, s. 214
- Esrar Dede, vr. 113a; Ergun, C. II, s. 418. Isfahan ayini bugün unutulmuş olan Dede"nin Acembûselik ayin-i şerifinin notası için bkz. Sadettin Heper, Mevlevî Âyinleri, Konya, 1974, s. 187-195, 519.
- Mehmed Ziya, s. 153-154; Mehmed Süreyya, C. 3, s. 729; Hüseyin Vassaf, C. 5, s. 207; Ergun, C. II, s. 420.
- Işın,E. “İstanbul"un Mistik Tarihinde Mevlevîhâneler”, s. 129-130. Ayrıca bzk. Tibet-v.d., s. 226
- Mehmed Ziya, s. 264-267; Hüseyin Vassaf, C. 5, s. 213-216; Nuri Özcan, “Baykara, Abdülbâkî”, TDVİA, İst., 1992, C. 5, s. 246-247; Sadettin Nüzhet[Ergun], Türk Şâirleri, C. 2, s. 728; Öztuna, Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, C. I, s. 150; İnal, Son Asır Türk Şâirleri, İst., 1969, Cüz I, s. 152; Resuhi Baykara, “Birinci Harb-i Umûmîde Mücâhidîn-i Mevleviyye”, Yeni Tarih Mecmuası, S. 3(1953), s. 106-108; Kadir Mısıroğlu, Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücahitler, İst., 1972, s. 29-33; Işın, “İstanbul"un Mistik Tarihinde Mevlevîhâneler”, s. 131.
- Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, Yayına Haz. Nuri Akbayar, İst., 1996, C. 2, s. 428
- Yenikapı Mevlevîhânesi"nin haziresi üzerine yapılan kıymetli bir çalışma için bkz. Aksel Tibet-Ekrem Işın-Dilek Yelkenci, “Yenikapı Mevlevîhânesi Haziresi”, İslâm Dünyasında Mezarlıklar ve Defin Gelenekleri-I, Ank., 1996, s. 223-281. Bu çalışmadan anlaşıldığına göre türbede toplam 35 kabir bulunmaktadır. Ancak, bu kabirlerden çoğunun kime âit olduğu belli olmamakta, sadece on beş tanesinin kimlere âit olduğu çok kesin olmasa da çıkarılabilmektedir. Bkz. Tibet vd., s. 250-259.
- Uzel, s. 214-216; Olgun, s. 8; Mustafa Kara, Doğumunun 100. Yıl Dönümünde Mevlevî Bir Maarif Vekili, Dergâh, S. 100 (Haziran-1998), s. 27, 28.