İspanya'daki Yahudi kültürünün altın çağı
İspanya’daki Yahudi kültürünün altın çağı, ya da İberya’daki Arap (Kuzey Afrika) hakimiyetinin altın çağı olarak bilinen dönem, İber Yarımadası’ndaki (eski Roma ve Vizigot Hispania’sı) Yahudilerin toplumda yaygın kabul gördüğü ve Yahudi dini, kültürel ve ekonomik yaşamının canlandığı İslam hakimiyeti altındaki tarihi döneme atıfta bulunmaktadır.
Söz konusu “Altın Çağ”ın niteliği ve ne kadar sürdüğü birçok tartışmaya konu olmuştur. Kimi uzmanlar, Altın Çağ’ın 711-718 yılları (Hispania’nın Müslümanlar tarafından fethedilmesinin ardından) arasında veya 912 (III. Abdurrahman dönemi) yılında başladığını belirtirken, bitiş tarihi olarak ise, farklı uzmanlar tarafından 1031 (Endülüs Emevi Devleti’nin yıkılışı), 1066 (Gırnata katliamının yaşanması), 1090 (Murabıtların işgali) veya 1100’lerin ortasını (Muvahhidlerin işgali) gösterilmektedir.
Altın Çağ’ın niteliği
Endülüs Emevi Devleti’nin hakimiyeti altında yaşayan gayrımüslimlerin gördüğü muamele, başta modern dünyada bir arada yaşayan Müslümanlar ile gayrımüslimlerin durumu ile benzerlikler kurmakla ilgilenen akademisyenler ve yorumcular arasında ciddi tartışmalara konu olmuştur. Yahudilerin (ve diğer dini azınlıkların) Müslümanların kontrolü altındaki İberya’da Hristiyan Batı Avrupa’da yaşayan dini azınlıklara kıyasla çok daha iyi muamele gördükleri, burada karşılıklı hoşgörü, saygı ve uyumun hakim olduğu, nadir görülen bir “altın çağ”ın yaşandığı ifade edilegelmiştir. Her ne kadar Orta Çağ’ın başlarında önemli alimler yetiştiren Endülüs en istikrarlı ve müreffeh Yahudi cemaatlerinden birine ev sahipliği yapan, Yahudi yaşamının önemli merkezlerinden biri olmuşsa da, Yahudiler ile Müslümanlar arasındaki ilişkinin dinler arası ilişkilerde bir kusursuzluk örneği olup olmadığı ya da Yahudilerin aynı dönemde diğer bölgelerde gördüklerine benzer bir muameleye maruz kalıp kalmadıkları konularında, uzmanlar arasında açık bir konsensüs de bulunmamaktadır.
Yale Üniversitesi’nde İber edebiyatı üzerine uzman olan María Rosa Menocal’e göre, “Hoşgörü Endülüs toplumunun tabiatında olan bir özellikti.” [1] Menocal’in 2003 yılında yayımlanan, The Ornament of the World (Dünyanın Süsü) adlı kitabında, Endülüs Emevi Devleti içinde zimmi statüsünde yaşayan Yahudilerin kendilerine Müslümanlardan daha az hak tanınmasına rağmen yine de Hristiyan Avrupa’nın diğer bölgelerine kıyasla çok daha iyi durumda olduğunu savunur. Gerek Yahudiler, gerekse çeşitli Avrupa ülkelerinde sapkın olarak görülen mezheplere üye olan Hristiyanlar Avrupa’nın diğer bölgelerinden, hoşgörü gördükleri Endülüs’e göç etmişlerdir.
Bu görüşe itiraz eden tarihçi Bernard Lewis, gerek Hristiyanlar gerekse Müslümanlar için hoşgörünün erdem, hoşgörüsüzlüğün ise suç olarak görülmesinin çok yeni bir olgu olduğunu vurgular ve bu argümanın kullanılmasının tarihdışı bir çaba olduğunu savunur:
İslamı savunan kimilerinin toplumlarının geçmişte gayrımüslimlere eşit bir statü verdiğini iddia etmeye başlamaları oldukça yeni bir durumdur. Yeniden yükselişe geçen İslamcılığın sözcüleri tarafından bu tarz bir iddia dile getirilmemiştir ve tarihi açıdan haklı olduklarına da hiçbir şüphe yoktur. Geleneksel İslami toplumlar ne böyle bir eşitlik vermişler ne de bunu yaptıkları izlenimini yaratmaya gerek duymuşlardır. Nitekim, eski düzende, bu bir fazilet değil, vazifenin ihmali olarak görülürdü. Gerçek dini takip edenler ile bunu kendi rızasıyla reddedenlere aynı muamele nasıl gösterilebilirdi ki? Bu hem teolojik hem de mantıki açılardan saçma olurdu.[2]
Princeton Üniversitesi’nde Yakın Doğu Etüdleri Profesörü olan Marc Cohen, konu üzerine bir dönem noktası olan 1995 tarihli Haç ve Hilal Altında: Ortaçağ’da Yahudiler adlı kitabında, “dinler arası ütopya efsanesi”nin ilk olarak Hainrich Graetz gibi Yahudi tarihçiler tarafından, bilhassa Doğu Avrupa’daki Hristiyan ülkelerin Yahudilere yönelik muamelelerine karşı bir sitem vesilesi olarak, 19. yüzyılda ortaya atıldığını iddia eder. Araplar tarafından “Siyonizme karşı bir propaganda silahı” [3] olarak kullanılmaya başlamasına kadar bu görüşe karşı çıkan olmamıştır; buna göre, söz konusu “propaganda silahı”na başvuran kesim, daha önceden Osmanlı İmparatorluğu hakimiyeti altında, Filistin’de Yahudiler ile Araplar arasında var olduğunu iddia ettikleri uyumun modern İsrail Devleti’nin kuruluşu ile yok edildiğini göstermeye çalışmakta, geçmişteki uyumlu ilişkilere örnek olarak da bu var olduğu iddia edilen “altın çağ” ütopyasına işaret etmektedirler. “Arapların bu tartışmalı istismarı” karşısında Bat Ye’or [4] gibi tarihçiler tarafından ortaya atılan “Yahudi-Arap tarihinin neo-göz yaşartıcı kavrayışı” şeklindeki “karşı mit” de “tarihi gerçekler ışığında sürdürülemezdir.” [5]
Frederick Schweitzer ve Marvin Perry, İslam hakimiyeti altındaki Yahudilere dair biri “altın çağ”ı savunan geleneksel, diğeri de “zulüm ve pogrom” yorumlarını içeren revizyonist olmak üzere, iki genel görüş olduğunda birleşirler. Her iki isim de, 19. yüzyıl Yahudi tarihçilerinin masallaştırdığı ve aralarında 1011 yılında Kurtuba’da ve 1066 yılında Gırnata’da Yahudilere karşı Müslümanlar tarafından yürütülen pogromlar gibi “pek bilinmeyen nefret ve katliamlar dizisini” göz ardı eden görüşün 1948 sonrasında, Müslüman Araplar tarafından “İsrail’e karşı verilen öncelikle ideolojik ve siyasi mücadelede Arap-İslamcıların elinde bir silah” olarak kullanıldığını savunmaktadır.[6]
Altın Çağ’ın doğuşu
681 yılından itibaren, Hispanialı Hristiyan Vizigotlar Yahudilere karşı yoğun bir baskı uygulamışlar, dolayısıyla da 8. yüzyılda Müslüman Arap ve Berberi fatihlerin gelişi Yahudiler tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Fethedilen Córdoba (Cordoba), Malaga, Gırnata (Granada), Sevilla ve Toledo şehirleri, Kuzey Afrikalı işgalciler tarafından silahlandırılan Yahudi sakinlerinin kontrolü altına verilmiştir. Müslümanlar, Hristiyan Vizigotların baskıcı kısıtlamalarını kaldırmış ve Yahudilere tam dini hürriyet vermiş, sadece kişi başına bir altın dinar vergi (cizye) ödemelerini şart koşmuşlardır.
Böylece, Müslümanların İber Yarımadası’nı fethinin ardından Kuzey Afrika’dan gelen göç ile sayıları ciddi ölçüde artan buradaki Yahudiler için bir hoşgörü dönemi başlamıştır. Özellikle 912 yılından sonra, III. Abdurrahman ve oğlu II. El Hakim dönemlerinde Yahudiler refaha kavuşmuşlar, kendilerini Endülüs Emevi Devleti’nin hizmetine, bilimsel çalışmalara, başta ipek ve esir ticareti olmak üzere ticaret ve sanayiye adamışlar, bu şekilde ülkenin refahına önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bu dönemde, Yahudiler eşi görülmemiş bir ekonomik büyüme sağlamışlardır. Toledo’da, Arapça metinlerin Latin dillerine, Yunanca ve İbranice metinlerin ise Arapça’ya çevirilmesinde rol oynamışlardır. Yahudiler, botanik, coğrafya, tıp, matematik, şiir ve felsefe alanlarında da katkıda bulunmuşlardır.[7]
Abdurrahman’ın saray doktoru ve veziri Hasday bin İshak bin Şaprut aynı zamanda Menahem ben Saruq, Dunaş ben Labrat ve diğer Yahudi alim ve şairin de hamisiydi. Bu dönemde Yahudi düşüncesi Samuel Ha-Nagid, Musa ibn Ezra, Solomon ibn Gabirol, Judah Halevi ve Musa ibn Meymun gibi ünlü şahsiyetler ile önemli gelişim göstermiştir.[7] Abdurrahman’ın hükümdarlığı döneminde, alim Moşe ben Enoch, Kurtuba hahamlığına atanmış, bunun sonucunda, Endülüs Talmud çalışmalarının merkezi ve Yahudi bilginlerin buluşma noktası haine gelmiştir.
Bu, Yahudilerin kısmi bir özerklik yaşadıkları bir dönem olmuştur. “Zimmi”ler, yani “himaye altındaki gayrımüslimler” olarak, Müslüman ülkelerde yaşayan Yahudiler, Müslümanlar tarafından ödenen zekattan ayrı olarak uygulanan cizye adlı vergiyi ödüyordu. Cizye, farklı kesimlerce, bir baş vergisi, askere alınmama karşılığında yapılan bir ödeme veya haraç olarak görülmüştür. Yahudilerin kendi yasal sistemleri ve sosyal hizmetleri bulunmaktaydı. Ehl-i Kitab’ın mensup olduğu tek tanrılı dinlere hoşgörü gösterilse de, çanlar ya da törenler gibi bu dinlere imanın aleni şekilde sergilenmesini sağlayan araç ve uygulamalara pek hoş bakılmıyordu.[8]
Altın Çağ’ın bitişi
II. El-Hakim ibn Abdurrahman’ın 976 yılında ölmesi ile, Endülüs Emevi Devleti’nin de çözülme süreci başlamış ve ortaya çıkan küçük krallıklardaki Yahudilerin konumu daha nazik bir hal almıştır. İlk büyük çaplı zulüm, 30 Aralık tarihinde, Müslümanlardan oluşan bir güruhun Gırnata’daki kraliyet sarayını basarak Yahudi vezir Yosef ibn Naghrela’yı çarmıha gerdiği ve şehrin Yahudi sakinlerinin önemli bir kısmını öldürdüğü 1066 Gırnata katliamı olmuştur. “1.500 Yahudi ailesinden toplam 4.000 kişi bir günde ölmüştür.” [9] Bu, İber Yarımadası’nın İslam hakimiyeti altında olduğu dönemde meydana gelen ilk zulüm olmuştur.
Fas’tan gelen bağnaz bir İslami mezhebe mensup olan Murabıtların işgali ile, 1090 yılının başından itibaren durum daha da kötüye gitmiştir. Ancak, Murabıtların yönetimi altında, özellikle de III. Ali ve babası Yusuf ibn Teşfin’in hükümdarlıkları döneminde, dahi kimi Yahudiler müreffeh bir yaşam sürdürmüştür. Murabıtlar döneminde, şair ve hekim Ebu Eyyub Solomon ibn el-Muallim, Abraham ibn Meir ibn Kamnial, Ebu İzak ibn Muhajir ve Solomon ibn Farusal (her ne kadar sonuncusu 2 Mayıs 1108 tarihinde öldürülmüşse de) “vezir” veya “nasi” titrini taşımıştır. Murabıtlar, 1148 yılında yarımadadan çıkarılmışsa da, bunu daha da bağnaz olan Muvahhitler’in işgali izlemiştir. Muvahhitlerin yönetimi altında, birçok Yahudi İslam inanışını kabul etmeye zorlanmış, mallarına işgalciler tarafından el konmuş, eşleri ve çocukları alınmış ve birçoğu köle pazarlarında satılmıştır. En ünlü Yahudi eğitim kurumları kapatılmış, her yerde sinagoglar yıkılmıştır.
Bu Berberi hanedanların hakimiyeti sırasında, birçok Yahudi, hatta Müslüman alim İberya’da Müslümanların kontrolü altndaki bölgeleri terk ederek, 1085 yılında Hristiyan güçleri tarafından yeniden fethedilmiş olan Toledo şehrine gitmiştir.
Birçok Yahudi alim, Toledo Okulu olarak bilinen ve Arap dünyasından önemli eserlerin, özellikle de ibn Rüşd ile İberya’da Avicebrón olarak tanınan Yahudi şair ve filozof Solomon ibn Gabirol’un çalışmalarının ilk Latince çevirilerini üretmiştir. Yahudiler, Kastilyalı VI. Alfonso’nun ordularına katılmış, yine ordularında çok sayıda Yahudi asker bulunduran Muvahhitlere karşı savaşta 40.000’e yakın Yahudi savaşmıştır.
Müslümanların yönetiminin sona ermesinden sonra dahi, İberya’daki Yahudi cemaati, bilhassa da Babil Akademileri’nin düşüşe geçişi ile birlikte, dünyadaki en önemli cemaat olmayı sürdürmüştür. 1135 yılında doğan, Musa ibn Meymun gibi akademisyenler —her ne kadar ibn Meymun’un kendisi Müslümanların hakimiyeti altında Yahudilerin maruz kaldığı muameleden şikayetçi olmuşsa da— Yahudiliğin önemli şahsiyetleri arasında yer almışlardır. İber Yarımadası’ndaki büyük Yahudi varlığı, Yahudilerin 1492 tarihli Elhamra Kararnamesi ile Hristiyan İspanya’dan, ardından yine benzer bir emir ile 1497 yılında da Hristiyan Portekiz’den toplu olarak göçe zorlanmasına kadar sürmüştür.
Önemli şahsiyetler
- Ebu el Dal ibn Hasday, filozof, Zaragoza’da vezir
- Ebu Ruiz ibn Dahri, Muvahhitlere karşı savaşta yer almıştır
- Amram ben İzak ibn Şalbib, Kastilya Kralı VI. Alfonso’ya hizmet vermiş alim ve diplomat
- Bahya ibn Pakuda, filozof ve Şovot ha-Levavot adlı eserin yazarı
- Piskopos Bodo-Eleazar; Yahudi Ansiklopedisi’ne göre, “İspanyol Hristiyanlar arasından Yahudiliği yaymak için Kurtuba’ya gittiği söylenen... sonradan Yahudiliğe geçen şahsiyet.”
- Dunaş ben Labrat, şair
- İzak ibn Albalya, Gırnatalı astronom ve haham
- Yekuthiel ibn Hasan, Zaragoza’da kralın vezirliğini yapmış, ancak daha sonra gözden düşmüş ve idam edilmiştir
- Yosef ibn Hasday, şair, Ebu el-Fadl ibn Hasday’ın babası
- Yosef ibn Migaş, Gırnatalı diplomat
- Musa ibn Meymun, haham, hekim ve filozof
- Menahem ben Saruk
- Solomon ibn Gabirol, şair ve filozof
- Moşe ben Enoh
- Yehuda Halevi, şair ve filozof
- Abraham ibn Ezra, haham ve şair
- Musa ibn Ezra, filozof ve şair
- Tudelalı Binyamin, seyyah
- Samuel Ha-Nagid ibn Nagrela, kraliyet veziri ve şair
- Hasday bin Şaprut, halife hekimi ve dış ilişkilerden sorumlu devlet adamı
- Yudah ben Şaul ibn Tibbon
Ayrıca bakınız
- İslam yönetimi altındaki Sefaradlar
- Yahudi-İslam felsefeleri (800-1400)
- Endülüs
- Polonya’daki Yahudilerin tarihi
- İspanya’daki Yahudilerin tarihi
- Portekiz’deki Yahudilerin tarihi
- İspanya tarihi
- Portekiz tarihi
- Reconquista
- İspanyol Engizisyonu
- Yahudilere yönelik zulüm
Notlar
- The Ornament of the World by María Rosa Menocal 29 Kasım 2005 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., Accessed, 12 June, 2006.
- In Chapter 1 on page 4 of his book The Jews in Islam.
- Cohen, Under Crescent and Cross, 1995, p. 6.
- Cohen, Under Crescent and Cross, 1995, p. 9.
-
- Daniel J. Lasker, Review of Under Crescent and Cross. The Jews in the Middle Ages by Mark R. Cohen, The Jewish Quarterly Review, New Ser., Vol. 88, No. 1/2 (Jul., 1997), pp. 76-78
- Ayrıca bakınız Cohen (1995) p.xvii: Cohen’e göre, her iki görüş de aynı ölçüde geçmişi çarpıtır.
- Frederick M. Schweitzer, Marvin Perry., Anti-Semitism: myth and hate from antiquity to the present, Palgrave Macmillan, 2002, ISBN 0-312-16561-7, pp. 267-268.
- Sephardim 6 Ocak 2010 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. by Rebecca Weiner.
- Fred J. Hill et al., A History of the Islamic World 2003 ISBN 0-7818-1015-9, p.73
- Granada 24 Aralık 2010 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. by Richard Gottheil, Meyer Kayserling, Jewish Encyclopedia. 1906 ed.
Kaynakça
- Esperanza Alfonso, Islamic culture through Jewish eyes : al-Andalus from the tenth to twelfth century, 2007 ISBN 978-0-415-43732-5
- Mark Cohen, Under Crescent and Cross: The Jews in the Middle Ages 1995 ISBN 0-691-01082-X
- Joel Kraemer, "Comparing Crescent and Cross," The Journal of Religion, Vol. 77, No. 3. (Jul., 1997), pp. 449–454. (Book review)