İspanya tarihi
İspanya tarihi, İspanya'da tarih öncesi dönemlerden günümüze kadar uzanan dönem boyunca yaşanan olayları kapsar.
İspanya tarihi |
---|
Orta Çağ
|
İmparatorluk
|
20. Yüzyıl |
İnsan uygarlığının İber yarımadasındaki tarihi günümüzden 35.000 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Bu dönem boyunca İber yarımadası Keltler, Kartacalılar, Fenikeliler, Yunanlar dahil birçok kavim tarafından istilaya uğramıştır. MÖ 2. yüzyılda İspanya Roma Cumhuriyeti'nin bir parçası haline geldi. 410 yılında İspanya bir Cermen ırkı olan Vizigotların eline geçti. Orta Çağ boyunca süren anlaşmazlıklara rağmen, İspanya Avrupa'daki en eski millî devletlerden biridir. İspanya'nın bugünkü sınırları on beşinci yüzyılın sonlarında çizilmiş ve Aragonlu II. Fernando ile Kastiyalı I. Isabel'in evlenmesiyle tek bir taht altında birleştirilmişti. 16. ve 17. yüzyıllarda Portekiz de bir süreliğine bu İber birliğinin bir parçasıydı.
İspanya 16. yüzyılda Avrupa'daki en büyük güç haline gelmiş ve bu dönemden 18. yüzyıla kadar Avrupa'daki meselelerle oldukça yakından ilgilenmiştir. İspanya'nın kralları Avrupa'nın birçok yerine yayılmış eyaletlere hükmediyordu. İspanyol İmparatorluğu evrensel bir imparatorluktu ve birçok yere, özellikle de Amerika'da oldukça yayılmıştı, öyle ki İspanyolca bugün bile İspanya sınırları dışındaki 200 milyonun ana dili durumundadır.
Yinelenen siyasi kararsızlık, siyasete askeri müdahaleler, sık sık ortaya çıkan iç savaşlar ve baskıcı hükümetlerin hüküm sürmesi modern İspanyol tarihini oluşturan olaylardı. On dokuzuncu yüzyılda İspanya'da İngiltere ve Fransa'dakine benzemeyen parlamenter monarşiyi sağlayan anayasal bir sistem vardı, fakat bu sistem İspanyol toplumunun sosyal, ekonomik ve ideolojik bakımdan ayakta durmasını sağlayacak kuruluşları geliştirebilecek kapasitede değildi.
500.000'den fazla kişinin öldüğü İspanyol İç Savaşı (1936 - 1939) nesillerdir süregelen anlaşmazlıkları daha geniş bir boyutta ve daha kanlı bir şekilde yeniden gözler önüne serdi. Katolik Kilisesi'nin sosyal ve siyasi rolü, sınıf farklılıkları ve Bask ve Katalan milliyetçilerinin cephesinde bölgesel özerklik savaşı merkezli bu anlaşmazlıklar milliyetçi lider Generalissimo Francisco Franco y Bahamonde (1939 - 1975) liderliğinde bastırılmış fakat tam olarak ortadan kaldırılamamıştı. Bu anlaşmazlıklar, Franco rejiminin son yıllarında militanların yenilik çağrıları ve artan terör eylemlerinin ülkenin istikrarını tehdit etmeye başlaması sonucunda tekrar alevlenmişti.
Franco'nun 1975 Kasım'ında ölmesi üzerine İspanya tahtına geçen I. Juan Carlos'un İspanya'yı demokratik bir ülke haline getireceği yönünde çok az belirti olmasına karşın, o ve Başbakan Adolfo Suarez Gonzalez (1976 - 1981) İspanya'yı üç yıl içinde şiddete başvurmadan diktatör bir rejimden çoksesli bir parlamenter demokrasiye geçirmiştir. Bu başarı, İspanya'nın tarihi bölünmüşlüğünün iyileşmesi yönünde ilk kilometre taşını koymuş oldu.
Demokrasiye bu barışçıl geçişte genç kralın siyasi kurumlara bağlılığının yanı sıra başbakanının mevcut siyasi durumda gerekli olan yenilikler konusunda oldukça öngörülü olması da büyük önem taşımaktadır. Şubat 1981'de başarısızlıkla sonuçlanan bir darbe ve Ekim 1982'de gücün barışçıl bir şekilde bir partiden diğerine geçmesi İspanyol toplumunun demokratik prensiplerinin ne derece olduğunu gözler önüne serdi.
Batı Avrupa hükümetleri, II. Dünya Savaşı'nın hemen ardından otoriter rejimi olan ülkelerle işbirliği yapmayı reddetmiş ve ülkeyi bölgenin siyasi, ekonomik ve savunma kurumlarından dışlamışlardı. Fakat Soğuk Savaş'ın başlamasıyla birlikte İspanya'nın Batı Avrupa'nın savunması açısından stratejik öneminin artması diğer siyasi etkenlerin önüne geçerek Franco rejiminin dışlanmasına bir son vermişti. İlk olarak 1953 yılında yapılan karşılıklı anlaşmalar sonucunda Amerika Birleşik Devletleri'nin Batı Avrupa'nın savunmasını desteklemek için İspanya'da bir hava ve deniz üssü ağı oluşturmasına izin verildi. İspanya 1955 yılında Birleşmiş Milletler üyesi oldu ve 1982'de NATO'ya girdi.[1]
İberler
Yunanlar tarafından daha sonra İberler (veya Ebro sakinleri) olarak adlandırılacak olan halk İspanya'ya MÖ üçüncü bin yılda göç etmişti. İberlerin kökeni hakkında kesin bir bilgi olmamasına rağmen, arkeolojik bulgular ışığında, kullandıkları eşyalar ve tarım alanındaki yetenekleri Akdeniz'in doğu kıyılarından geldikleri tezini büyük ölçüde destekliyor. İberler, coğrafik olarak birbirinden ayrılmış, küçük, birbirine bağlı, yerleşik kabileler halinde yaşıyorlardı. Her kabile kendine has bölgesel ve siyasi kimlikler geliştirmişti ve kabile içi savaşlar oldukça yaygındı. Aynı dönemde Akdeniz kökenli başka halklar da yarımadaya yerleşmiş ve İberler ile birlikte farklı halklarla da karışmışlardı.
Keltler MÖ 7. ve 9. yüzyıllarda iki büyük göçle Pireneler üzerinden İspanya'ya gelmişlerdi. Keltler genellikle Duero ve Ebro nehirlerinin kuzeyindeki bölgeye yerleşip burada İberler ile karışarak Keltiberler diye adlandırılan topluluğu oluşturmuşlardı. Keltiberler çiftçilik ve hayvancılığın yanı sıra Kelt'lerin anavatanları Tuna, İtalya ve Güney Fransa'dan geçerek getirdikleri metal işçiliği konusunda da oldukça başarılıydılar. Kelt etkisi Keltiber kültüründe oldukça baskındı. Keltiberler anaerkil ve bağımsız klanları dışında hiçbir sosyal veya siyasi düzen oluşturmamışlardı.
Batı Pireneler'de bulunan diğer etnik gruplardan biri olan Basklar yarımadaya İberler'den daha evvel gelmişti. Bask dili hiçbir dille akraba değildir ve onu Latin dönemi öncesi İberlerle tanımlama çalışmaları da inandırıcılıktan oldukça uzak çalışmalardır. Bask ismi ise Romalılar tarafından adlandırıldıkları Vascon kelimesinden türemiştir.
İberler Bronz Çağı'nda (MÖ 1900 - 1600) bütün Akdeniz kıyısı boyunca yeniden bir canlanma yaşadılar. Muhtemelen kabilelerin birleşmesi sonucunda İber Yarımadası'nın doğusunda ve güneyinde bir çeşit şehir devletler sistemi kuruldu. Yönetimleri eski kabile modelini takip ediyordu ve savaşçı ve rahip sınıfları tarafından despotça yönetiliyorlardı. Ekonomisi altın ve gümüş ihracatına ve kalay ve bakır (İspanya'da bolca bulunuyordu) ticaretine dayanan gelişmiş bir kentsel topluluk ortaya çıktı.
Fenikeliler, Yunanlar ve Kartacalılar İspanya'nın kıyı şeridinin kontrolü ve iç bölgelerdeki kaynaklar için İberler ile rekabete girdiler. Tireli tüccarlar en erken MÖ 1100 yılında Cadiz'deki ilk karakolu, "etrafı duvarla çevrili yeri" kurmuş oldukları kabul ediliyor. Eğer kabul edilen kurulma tarihi doğruysa, Cadiz Batı Avrupa'nın en eski şehri olduğu, hatta Kuzey Afrika'daki Kartaca'dan bile daha eski olduğu anlamına gelir. Fenikeli denizciler Cadiz'den Afrika'nın batı kıyılarını Senegal'e kadar keşfettiler ve Atlantik Okyanusu'nun açıklarına kadar gittikleri biliniyor.
Rodos Adası'ndan gelen Yunan akıncıları MÖ 8. yüzyılda İspanya'da karaya çıktılar. Massilia'daki (daha sonra Marsilya adını alacak) Yunan kolonisi artık Katalonya adı verilen Keltiberlerle ticari bağantılar kurdular. Massilialılar MÖ 6. yüzyılda yarımadanın Akdeniz kıyısında daha sonra birçok benzeri kurulacak olan ilk polis Ampurias'ı kurdular.[1]
Hispania
Kartaca I. Pön Savaşı'nda (MÖ 264 - 41) Romalılara yenildikten sonra Sicilya kaybını, İspanya'da ticarete dayalı bir imparatorluk kurarak telafi etti. Hannibal II. Pön Savaşı'nda (MÖ 218 - 201) İtalya'yı istila ederken, Roma orduları da İspanya'yı işgal etti. İberler'in direnişi oldukça sert oldu, ama MÖ 19'da Roma İmparatoru Augustus (MÖ 27 - MS 14) İspanyayı fethetmeyi başarmıştı.
Bu fethin hemen ardından İberler'in Romalılaştırılması başladı. Romalılar tarafından Hispania adı verilen İspanya sadece siyasi bir birim değil, ayrıca üç tane birbirinden bağımsız yönetilen eyalet (MS 4. yüzyıldan sonra 9 eyalet) durumuna gelmişti. Daha önemlisi, İspanya bundan sonraki 400 yıl içinde kozmopolitan bir dünya imparatorluğunun çatısı altında hukuk, dil ve Romalı yaşam tarzı ile birbirine bağlanmıştı.
İber kabile reisleri ve oligarşi yöneticileri Romalı aristokrasisine kabul edildiler ve İspanya'nın ve imparatorluğun yönetiminde yer aldılar. Aristokratlar tarafından idare edilen latifundio adı verilen büyük topraklar İberler'de bulunan toprak idare sistemine integre edildi.
Romalılar mevcut şehirleri geliştirdi, Zaragoza, Mérida ve Valensiya'yı kurdu ve yarımadada refah seviyesini arttırdı. İspanya'nın ekonomisi Roma kontrolünde gelişti. İspanya Kuzey Afrika ile birlikte Romalı pazarlarının ambarı olarak hizmet verdi ve limanlarından altın, yün, zeytinyağı ve şarap ihraç edildi. Tarımsal üretim sulama projelerinin kullanılmasıyla arttı. Hispanoromalılar - Romalılaştırılmış İberler ve İber soyu olan Roma askerleri ve kolonistler - MS birinci yüzyılın sonunda tam bir Roma vatandaşı statüsüne eriştiler. Trajan (98 - 117), Hadrianus (117 - 38) ve Marcus Aurelius (161 - 80) İspanya'da doğmuştur.
Hristiyanlık İspanya'ya ilk yüzyılda geldi ve ikinci yüzyılda şehirlerde oldukça yaygınlaştı. Kırsal bölgelerde ise Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu'nda resmi din olduğu 4. yüzyılın sonlarına kadar yayılma oldukça yavaş gerçekleşti. Kabul edilen doktrine karşı gelen birçok tarikat ortaya çıkmasına rağmen, İspanyol kilisesi Roma piskoposuna bağlı kaldı. Piskoposlar yerel yönetimlerin zayıfladığı beşinci yüzyılda düzeni sağlamak için otoritelerini kullanmışlardır. Piskoposlar konseyi Vizigot hakimiyeti sırasında büyük bir istikrar unsuru olmuştur.
405 yılında iki Cermen kabilesi Vandallar ve Suevi Ren Nehri'ni geçip Galya'lılara saldırdı, bu iki kabile Vizigotlar tarafından İspanya'ya püskürtüldü. Suevi İber Yarımadası'nın kuzeybatı ucunda, uzak bir yerde bir krallık kurdu. Sayıları hiç 80.000'i aşmayan acımasız Vandallar, kendi adlarını taşıyan Andalucía'yı işgal ettiler.
Vizigotlar
İspanya'nın büyük bir kısmı kontrolü dışında olduğundan Batı Roma İmparatoru Honorius (395 - 423) kızkardeşi Galla Placidia ve kocası Vizigot Kralı Ataulf'u İber Yarımadası'nda düzeni sağlamakla görevlendirdi ve korumaları şartıyla o bölgeye yerleşip bölgeyi yönetme hakkı verdi. Romalılaşmış Vizigotlar Suevi'ye boyun eğdirirken, Vandalları da Kuzey Afrika'ya göç etmeye zorladı. 484 yılında Toledo'yu İspanyol monarşilerinin başkenti ilan ettiler. Vizigot işgali hiçbir suretle barbarca bir istila değildi. Başarılı Vizigot kralları, Roma İmparatoru'nun adıyla yönetmek için görevlendirilmiş olan aristokratlar sıfatıyla İspanya'da hüküm sürdü.
İspanya'nın 4 milyonluk nüfusu içinde yalnızca 300.000'i Cermen kökenliydi ve nüfuzları İspanyol tarihinde genellikle önemsiz görülüyordu. Seçkin savaşçı soylulardı, ama birçoğu Tejo Nehri vadisinde veya merkezdeki platoda yaşayan çobanlar veya çiftçilerdi. Mülki idareyi Hispano-Romalılar sürdürdü, Latince yönetim ve ticaret dili olmaya devam etti.
Vizigot yönetiminde kültür, Roma dönemindeki kadar parlak değildi ve formel eğitim ve yönetim, bunu yapabilecek en uygun kişiler Hispano-Romalı rahip sınıfında olduğundan kilisenin eline geçti. Bütün Avrupa'da olduğu gibi Erken Orta Çağ'da kilise toplumun en birleştirici unsuru ve Romalı düzeninin devamını bünyesinde barındıran bir kurumdu.
Din Roma Katoliği Hispano-Romalılar ve dinsiz olarak gördükleri Ari Vizigot derebeylerinin arasındaki anlaşmazlıkların tek kaynağıydı. Bu sürtüşmeler bazen açık isyanlar ve Vizigotlar aristokrasisi içindeki inatçı lobiler monarşinin güçleşmesine yol açtılar. 589 yılında Recared isimli bir Vizigot hükümdar Toledo'da piskoposlar konseyinin karşısında Ari soyunu reddedip Katolik olduğunu açıkladı, bu Vizigot monarşisi ve Hispano-Romalılar arasındaki bağı kuvvetlendirmişti. İspanyol tarihinde siyasi birliğin din birliğiyle sağlandığı son olay olmayacaktı.
Yine de iç savaş, kral ailesine düzenlenen suikastler ve yağmalar bütün ülkede devam ediyordu ve savaş beyleri ve büyük toprak sahiplerinin geniş güçleri vardı ve bunları keyfi kullanıyorlardı. Kan davaları araştırılmadan kapanıyordu. Vizigotlar Roma devletinin mirasını almış ve geliştirmişti ama onu kendi aleyhine kullanabilme yeteneğine sahip değildi. Tahta geçme konusunda büyük karışıklık yaşadıkları bir dönemde, karşıt gruplar Yunanlar, Frankler ve nihayet Müslümanların iç meselelerine ve kral seçimlerine karışmalarını teşvik ettiler.[1]
Endülüs dönemi
Sekizinci yüzyılın başlarında Kuzey Afrika'dan gelen ordular İspanya'nın Vizigot savunmasını yoklamaya başladı ve nihayet yüzyıllarca sürecek Müslüman egemenliğini başlattılar. İber Yarımadasını istila eden bu Müslüman Mağribiler, Araplar ve Araplar tarafından fethedilip Müslümanlık dinine geçen Fas'ın Berberi halkından oluşuyordu.
711 yılında Tanca'nın Berberi yöneticisi Tarık bin Ziyad 12.000 kişilik bir orduyla İspanya'daki bir dağlık buruna çıkartma yaptı (daha sonra onuruna Cebelitarık adının geldiği Jabal Tariq yani Tarık Dağı adı verildi). Vizigot bir klanın daveti üzerine Kral Rodrigo'ya karşı isyanda destek olması için gelmişlerdi. Rodrigo savaşta ölünce İspanya kralsız kalmıştı. Tarık Fas'a geri dönmüş, fakat ertesi yıl (712) Kuzey Afrika'da yöneticilik yapan Müslüman Musa bin Nusayr en iyi adamlarından oluşan bir orduyla kalma amacıyla İspanya'ya geldi. Üç yıl içinde en kuzeydeki dağlık bölge haricinde diğer bütün bölgeleri hakimiyeti altına aldı ve Fransa'ya akın etmeye başladı, bu akınlar 732 yılında Puvatya Savaşı sonucu yavaşladı.
Endülüs adı verilen Müslüman İspanya, Şam Helifesi'nin mülki ve dini liderliğinde örgütleniyordu. İspanya'daki yöneticiler genellikle siyasi anlayışları büyük ölçüde Bizans uygulamalarından etkilenmiş olan Suriyelilerdi.
Fakat İspanya'daki Moorlar'ın en büyük bölümünü Kuzey Afrika'nın Berberi halkı oluşturuyordu; yeni Müslümanlaştırıldıklarından içlerinde büyük bir dini şevk ve köktendincilik söz konusuydu. Berberi göçmenler ülke genelinde yayıldılar ve işgal edilen topraklardaki nüfusun yaklaşık yüzde 20'sini oluşturuyorlardı. Araplar yeniden hayata getirilen şehirlerde ve Romalılar'dan ve Vizigotlar'dan miras aldıkları latifundolarda bir aristokrasi oluşturdular.
Vizigot soylularının birçoğu Müslüman oldu ve yeni toplumdaki öncelikli pozisyonlarını korudular. Sözde Hristiyan olan kırsal kesim de başarılı bir şekilde Müslümanlaştırılmıştı. Buna rağmen şehirlerde Hristiyan bir Hispano-Romalı topluluk yaşamaya devam etti. Bununla birlikte nüfusun yüzde 5'lik bölümünden fazlasını oluşturan Yahudiler ticaret, bilim ve meslek konularında öncü bir rol oynamaya devam ettiler.
Şam'daki Arap ağırlıklı Emevi hanedanlığı 756 yılında Abbasiler tarafından yıkıldı ve halifelik Bağdat'a taşındı. Kaçan Emevi prenslerinden biri İspanya'ya gelerek I. Abdurrahman adıyla (756 - 788) siyasi anlamda bağımsız bir Emirlik kurdu (Kurtuba Emirliği). Bu hanedanlık 250 yıl boyunca bolluk içinde yaşadı. Avrupa'da hiçbir ülke bu dönemde Endülüs'ün zenginliği, gücü ve başarısıyla boy ölçüşemiyordu.
929 yılında, birçok yönetici sınıfından olan insan gibi, yarı Avrupalı olan III. Abdurrahman (912 - 961) emirliği halifelik statüsüne yükseltti. Bu olay İspanya'nın Bağdat ile olan son bağını kopardı ve Endülüs'ün hükümdarlarına dini ve siyasi anlamda tam bir bağımsızlık tanıdı.
Abdurrahman'ın torunu II. Hişam 976 yılında tacı aldığında on iki yaşındaydı; Vezir İbn Abi Amir (El Mansur olarak bilinir) vekil oldu (981 - 1002) ve kendini diktatör ilan etti. Bundan sonraki yirmi altı yıl boyunca halife sadece bir yan figür olurken, gerçek hükümdar El Mansurdu. El Mansur yeniden çıkabilecek herhangi bir sivil anlaşmazlığa karşı halifeliğin dini ve siyasi birliğin bir idealini sembolize etmesini istiyordu. Paralı askerleri Hristiyanlardan oluşmasına rağmen El Mansur sınırdaki Hristiyan devletlere cihat çağrısında bulunuyor, onlara yazları yıllık harekatlar düzenliyor,böylece sadece İspanya'daki Müslümanları ortak bir sebep için bir araya getirmekle kalmayıp kuzeydeki geçici Müslüman kontrolünü de genişletmeyi düşünüyordu.
Kurtuba Halifeliği El Mansur'un diktatörlüğünde uzun süre yaşamadı. Tahta talip olan diğerleri, yerel aristokratlar ve Tavaif-ül Mülkden hak talep eden askeri kumandanlar veya bölgesel şehir devletler halifeliği parçaladı. Sevilla, Granada, Valensiya ve Zaragoza gibi bazı taifalar güçlü emirliklere dönüştü ama hepsi kendi aralarında siyasi kargaşalara sahne oldu ve ortaya çıkan Hristiyan devletleri tarafından alındılar.
Araplar, Berberiler ve Müslümanlaştırılan İspanyolların arasındaki ilişkileri iyi tutmak çok zordu. Böyle heterojen bir nüfusu bir arada tutabilmek için İspanyol Müslümanlığı ahlak ve yasalara saygıyı vurgulamıştı. Bağnaz Berberilerin baskıları Endülüs'teki Hristiyanlar (Mozaraplar) ve Yahudilerin de anlaşmazlıklar çıkarmasına yol açmıştı.
Mozaraplar farklı bir sınıf olarak kabul ediliyordu; din ve vergilendirme konusu haricinde Müslümanlaştırılan İspanyollardan farklı olmasalar da. Hristiyanlar çok ağır vergiler vermek zorunda bırakılmışlardı. Genellikle şehir tüccarları ve sanatçıydılar. Kiliselerinin birkaç kısıtlama dışında yaşamasına izin verilmişti, ama gelişmesi yasaktı. Piskoposlara ve manastıra ait yapıya el sürülmemişti falat öğreti engellenmiş ve entelektüel girişim ortadan kaldırılmıştı.
9. yüzyılda Kurtuba'daki Mozaraplar piskoposluğunun liderliğinde halkı Peygamber Muhammet'i inkar etmek için şehit olmaya davet etti. Hristiyan devletlerin Endülüs'ün emniyeti için büyük bir tehlike olmaya başladığı 11. yüzyıla kadar Mozaraplar'a şiddet çok nadir görülmüştü. Birçok Mozarap Hristiyan kuzeye kaçtı.[1]
Kastilya ve Aragon
Sekizinci yüzyılda Müslüman işgaline direnenler İspanya'nın en az Romalılaştırılmış ve Hristiyanlaştırılmış eski Suevi krallığının bulunduğu Asturias dağlarına sığınmış olan Vizigot savaşçılarından oluşan küçük bir grupla sınırlıydı. Oviedo Kralı Pelayo (718 - 737) yerlileri önce kendilerini savunmaya, daha sonra da saldırmaya teşvik etti; böylece Orta Çağ İspanyol tarihinin en büyük kısmını oluşturan 700 yıl boyunca sürecek yeniden fetih (İspanyolca Reconquista) başlamış oldu. Asturias'ta yaşam savaşı olarak başlayan hareket, Müslümanları İspanya'dan çıkarmak ve İspanya'da yeniden bir monarşi kurmak için bir haçlı seferine dönüşmüştü.
León kralları olarak bilinen, Pelayo'dan sonra tahta çıkan krallar Asturias'ın güneyine doğru Hristiyan kontrolündeki bölgeleri genişletti, yerleşim olmayan bu yerleri Müslümanlara karşı güçlendirip bu sınıra yerleştiler. Krallığın siyasi merkezi askeri sınıra doğru kaydı.
Onuncu yüzyılda Leon Krallığı'nı korumak için Ebro Nehri boyunca, daha sonra Kastilya, yani "kaleler ülkesi" adı verilecek olan bölgeye kaleler inşa edildi. Bölgeye onu korumak isteyen sınır savaşçıları ve özgür köylüler yerleştirilmişti, bunlara Leon kralları tarafından fueros (özel imtiyazlar ve ayrıcalıklar) adı verilen ayrıcalıklar tanındığından bölgede kesin bir otonomi sahibiydiler. Kastilya zor sınır şartları altında kendi diyalekti, değerleri ve gelenekleri olan ayrı bir topluluk oluşturdu. Kastilya ayrıca babadan oğula geçen bir savaşçı sınıfı da yaratmıştı, sınır bu sınıfı oldukça "demokratikleştirmişti": bütün savaşçılar eşitti ve herkes savaşçıydı.
Kastilya 981 yılında bağımsız bir devlet haline geldi. Kastilya ve Leon evlilik yoluyla birçok kez birleşse de krallar ülkelerini sürekli olarak oğulları arasında paylaştırıyordu. Ama iki krallık III. Fernando yönetiminde 1230 yılında tamamen birleşti.
Komşu Frankların koruması altında Pireneler'in kıyısında ve Katalonya kıyılarında Fransa sınırını Müslüman İspanya'ya karşı korumak için küçük devletler kuruldu. İspanyol sınırı adı verilen bu bölgenin dışında Aragon Krallığı ve Katalonya eyaletleri ortaya çıktı ve Kastilya-Leon gibi sınırlarını genişlettiler. (Sınır devletlerinden günümüze kadar tek gelen devlet Andorra'dır).
Katalonya'daki eyaletlerin en büyük özelliği Barselonalı kontlar tarafından yönetilmeleriydi. Bunlar 9. yüzyılın sonunda, kendi bölgesinin Fransız tahtından bağımsız olduğunu ilan eden, Pireneler'in iki tarafındaki kilise ve yönetimi tekeline alan ve onarı - Frenk geleneğine uygun olarak - aile üyeleri arasında paylaştıran I. Wilfred'in (874 - 898) torunlarıydı. 1100 yılında Barcelona bütün Katalonya ve Balear Adaları üzerinde hakim duruma geldi. Aragon ve Katalan eyaletleri 1137 yılında Barcelona Kontu IV. Ramon Berenguer ve Aragon tahtının varisi Petronilla'nın evlenmesiyle birleştirildi. Berenguer Aragon kralı unvanını alsa da topraklarını Katalonya kontu olarak yönetmeye devam etti. Berenguer ve ondan sonra gelen hükümdarlar, farklı yönetimleri, hukuku, para birimi ve siyasi yönelimi olan bu iki ülkeyi yönettiler.
Valencia 1238 yılında onu yöneten emiri devirip Aragon ve Katalonya ile birleşti. Üç krallıktan oluşan bu birlik, Aragon (birlik genellikle bu isimle anılıyordu) Akdeniz ticaretinin kontrolü için Venedik ve Cenova ile mücadele etti. Aragon'un ticari ilgisi Karadeniz'e kadar uzandı ve Barcelona ve Valencia limanları tekstil, ilaç, baharat ve köle ile dolup taştı.
Aralarındaki anlaşmazlıklar yüzünden Müslüman kontrolündeki topraklar on birinci yüzyıldan itibaren yavaş yavaş Kastilyalıların eline geçmeye başladı. 1085 yılında Toledo da kaybedilince, emirler, Kuzeybatı Afrika'yı birkaç yıl içinde kontrol altına alan militan Berberi Murabıtlar'dan yardım istediler. Murabıtlar Zaragoza haricindeki bütün Endülüs'ü kendi krallıklarına kattılar. Kendi İslam görüşlerine dayalı olarak yeniden bir dini diriliş yaratmaya çalıştılar. Fakat İspanya'da misyonerlik çabaları kısa bir süre içinde canlılığını kaybetti. Murabıt devleti on ikinci yüzyılın ortasında kontrol ettikleri bölgeyi Fas'tan İspanya'ya kadar genişleten başka bir dini grup olan Muvahhidler tarafından ikiye ayrıldı. Bu grup Sevilla'yı başkentleri yapmıştı. Muravvidler de Murabıtlar'ın hedeflerini paylaşıyordu ve Hristiyan devletler için askeri anlamda daha büyük bir tehlike oluşturuyorlardı. Fakat ilerlemeleri 1212 yılında Reconquista tarihi için çok önemli bir olay olan Las Navas de Tolosa Muharebesi ile durdurulmuştu. Bu savaş sonucunda Müslüman gücü zayıflamıştı. III. Fernando 1248 yılında Sevilla'yı aldı ve Endülüs'ü sadece Muvahhidler'e ihanet ederek İspanyolların himayesini kazanan Gırnata Emirliği ile sınırlandırdı. Granada Müslüman bir devlet olarak kalmıştı, fakat Kastilya'nın sömürgesiydi. Aragon on üçüncü yüzyılda Valencia'yı ilhak ederek heeflediği topraklara kavuşmuştu. Katalanlar ise daha çok toprak sahibi olmak istiyordu ve ekonomik görüşleri topraklarını genişletmeyi düşünmeyen darkafalı Aragon soylularına üstün gelmişti. 1276'dan 1285'e kadar Aragon krallığı yapan III. Pedro, 1282 yılında Sicilya ada krallığında çıkan bir isyan sonucu sürgün edilen Fransız Angevins(Anjou) yerine Sicilya tahtına seçildi. Sicilya ve daha sonra Napoli İspanyol tahtlarının parçası oldu ve Aragon İspanya'yı on sekizinci yüzyıla kadar etkileyecek olan İtalyan politikasına karışmaya başladı.
Geleneksel olarak Avrupa meselelerinden uzaklaşan Kastilya Atlantik'te bir tüccar filosu geliştirdi ve Fransa, İngiltere ve Hollanda kıyılarındaki ticari hakimiyet için Hansa Birliği ile başarılı bir şekilde yarıştı. Fakat Kastilya'da elde edilen ekonomik gelişmeyi devam ettirecek ekonomik şartlar mevcut değildi. Bu hem ekonomik yapıdan hem de Kastilyalıların tutumundan kaynaklanıyordu. Kısıtlı kuruluşlar ekonominin bütün noktalarında etkindi - üretim, ticaret ve hatta nakliyat. Bu kuruluşlardan en güçlüşü Mesta, Kastilya'nın en büyük ihracat maddesi olan yün üretimini kontrol ediyordu. Ekonomik gelişmenin bir başka engeli de toplumsal anlamda çok değer taşımamasıydı. Soylular işi kendi kazançları olarak görüyordu ve gelirlerini ve prestijlerini toprak sahibi olarak kazanıyorlardı.
İspanyol İmparatorluğu
16. ve 17. yüzyıllar İspanya'nın tarihinde en büyük güce ulaştığı yıllardır. 1492'de Müslümanların son kalesi Granada Krallığı yıkıldı. Aynı yıl Kristof Kolomb İspanyol hükümdarının maddi desteğiyle Amerika'yı keşfettiği ünlü gezisine çıktı. Bu yolculuk,İspanya'nın dünyanın en büyük sömürge imparatorluklarından birini kurmasına yol açtı. Bu dönemde İspanya İtalya, Hollanda'yı egemenliği altına almakla kalmadı, Güney ve Kuzey Amerika'nın büyük bir bölümünü ve Filipinleri sömürgesi haline getirdi. 1588 yılında İspanyol Armada'nın İngiliz donanmasına yenilmesini takip eden taht ve din kavgaları sonunda İspanya zayıflamaya başladı. 1640'ta Portekiz'i, 1714'te ise Avrupa'daki bazı topraklarını ve Cebelitarık'ı kaybetti.
İspanya'nın Habsburg soyundan gelen son kralı II. Carlos , 1700'de ölmeden önce tahtını yeğeni Fransa kralı XIV. Louis'e bıraktığını açıkladı. II. Carlos ölünce, XIV. Louis tahtı torunu Philippe'a (İspanyolca Felipe)vermeyi düşündü. Ancak XIV. Louis'un önünde bir engel vardı; Habsburg soyundan gelen II. Carlos'un gene Habsburg soyundan gelen kuzeni Kutsal Roma-Cermen İmparatoru tahtta hak iddia ediyordu. XIV. Louis onun hakkını hiçe saydı ve İngiltere, Prusya, Felemenk Cumhuriyeti'nin desteklediği Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu İspanya, Cenova ve Köln elektörlüğünün desteklediği Fransa'ya savaş açtı. Böylece patlak veren İspanya Veraset Savaşları (1701-14)sonucu imzalanan Utrecht Barışı ile İspanyol tahtına XIV. Louis'nun yeğeni V. Philippe çıkarken; İspanya Amerika'daki bazı topraklarını ve İspanyol Felemenki gibi topraklarını kaybetti. Böylece İspanya'da Habsburg dönemi bitti, Bourbon dönemi başladı. Kısa aralıklar hariç İspanya günümüze kadar bu hanedan tarafından yönetilmiştir. Günümüzdeki İspanya kralı I. Juan Carlos ta Bourbon hanedanından gelmektedir.
19. yüzyılın başlarında İspanya İmparatorluğu tamamen dağıldı. İspanyolların Amerika'daki bütün sömürgeleri bağımsızlıklarını kazandılar. Ellerinde sadece Küba ve Porto Riko kaldı.
Cumhuriyet, İç savaş ve Faşizm
1873 yılında İspanya tarihinde ilk defa olarak kısa ömürlü bir cumhuriyet kuruldu. I. Dünya Savaşı'nda İspanya tarafsız devlet kaldı, fakat savaştan büyük ölçüde etkilendi. Fransa İspanya'nın bazı topraklarına saldırıp işgal etti. General Primoderivera, çıkan ayaklanmaları bastırarak ülkede diktatörlük kurdu. 1930 yılında iktidardan düştü. Bir yıl sonra yapılan seçimleri Cumhuriyetcilerin kazanması sonucu Kral On sekizinci Alfonso ülkeyi terk etti. 1931 yılında kurulan İkinci Cumhuriyet 1936'da yapılan seçimlere kadar sürdü. Seçimlerde solcuların başarılı olması üzerine ise çok kanlı bir savaş olan İspanya İç Savaşı baş gösterdi.
1939'da iç savaşın sona ermesiyle General Francisco Franco Devlet Başkanı oldu. 1936-1974 yılları arasında İspanya Franco'nun diktatörlük dönemini yaşadı. II. Dünya Savaşı'na katılmayan İspanya'da ordunun desteğiyle Franco savaştan sonra da yerini korudu. 1975 yılında Franco'nun ölmesiyle yerine İspanya kralı I. Juan Carlos tahta çıktı ve İspanya cumhuriyet yönetimine geri döndü.
Demokrasiye Dönüş
1976'da Franco'nun atadığı başbakan Navarro'nun istifası üzerine Kral Carlos Abolfo Sourez'i başbakanlığa atadı. 15 Haziran 1977'de 41 yıl sonra ilk defa genel seçimler yapıldı. Sourez'in başkanı olduğu Demokratik Merkez Birliği çoğunluğu elde etti. 1981'de sağcı Albay Antonio Tejero'nun meclisi basarak yaptığı darbe girişimi sonuçsuz kaldı. 1982 seçimlerini ise İspanyol Sosyalist İşçi Partisi seçimi büyük çoğunluğu elde ederek kazandı ve 46 yıl sonra İspanya'da yeniden bir sol iktidarın doğmasını sağladı.
1980'li yıllarda Avrupa Birliği'ne katılan İspanya 2003 yılında başlayan Irak Savaşı'nda ABD'nin yanında yer aldı. İspanya'nın son yıllardaki tarihindeki en önemli olay 11 Mart 2004 tarihinde Madrid kentindeki yolcu trenlerine yapılan bombalı saldırılardır. Bu terör olayları sonucunda 191 kişi öldü, 2.050 kişi yaralandı.