Filistin
Filistin (Arapça: فلسطين, Filasṭīn; İbranice: פלשתינה, romanize: Falestīna; Grekçe: Παλαιστίνη, Palaistinē; Latince: Palaestina), Doğu Akdeniz'de ve Orta Doğu'da, İsrail topraklarının tamamı ile Gazze Şeridi ve Batı Şeria gibi Filistin Devleti topraklarını kapsayan coğrafi bölgedir.[1] Bölgenin sınırları oldukça tartışmalıdır ve bazı kaynaklar Ürdün'ü de dahil ederler.[1] Filistin (bazı kaynaklarda bir kısmı), Kutsal Topraklar olarak bilinir ve Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar için kutsaldır.[1][2] 20. yüzyıldan beri bölgede Arap ve Yahudi millî unsurlarının mücadelesi devam etmekte, zaman zaman uzun süreli şiddete ve hatta savaşa dönüşmektedir.[1]
Köken bilimi
Filistin kelimesinin kökeni Yunanca Philistia sözcüğüdür ve Filistinlerin yurdu anlamına gelir.[1][2] Antik Filistinliler (İng: Philistine) MÖ 12. yüzyılda güney sahilinde, Tel Aviv-Yafa ve Gazze arasındaki küçük bir bölgeyi ele geçirmişler ve ilk kez Antik Yunan yazarlar bu bölge için Philistia ismini kullanmışlardır. Filistin adı, 2. yüzyılda Romalılar tarafından Suriye Eyaleti'nin güneyini tarif etmek amacıyla Suriye Filistini şeklinde kullanılmış ve yeniden canlandırılmıştır.[1] Buradan Arapçaya girmiş, en az İslam tarihinin başından beri kullanılagelmiştir.
Roma İmparatorluğu'ndan sonra Filistin adının resmi olarak kullanımı, Osmanlı İmparatorluğu yıkılıp bölge İngiliz mandası oluncaya kadar ortadan kalktı. İngiliz mandası olan Filistin, hemen hemen tüm modern İsrail'i, Batı Şeria'yı ve günümüz Ürdün'ü olan Şeria Nehri'nin doğusunu kaplıyordu.[1] Birleşik Krallık daha sonra Şeria Nehri doğusundaki toprakları ayrı bir idari yönetim altına aldı.[1]
Bu yazıda Antik Filistinlilerin bölgeye yerleştiği MÖ 12. yüzyıldan önceki halklar da tanımlama kolaylığı açısından zaman zaman Filistin halkı olarak adlandırılmıştır. Bu durum bir etnik köken belirtmemektedir.
Tarihçe
Taş ve Bakır Çağı
Arkeolojik bulgular, Yontma Taş Devri'nde Filistin bölgesinde yaşayan insanların aynı dönemde Avrupa'da yaşayan Neandertal'lar ile aynı gruptan olduğunu ve kültürlerinin de benzer olduğunu göstermektedir.[3]
Orta Taş Devri'nde bölgede Natufi kültürü hakim oldu. Natufiler mağaralarda yaşıyor, muhtemelen ziraatle uğraşıyorlardı. Cilalı Taş Devri'nde hayvanları evcilleştirmeye, tahıl yetiştirmeye, kilden kap-kaçak yapmaya ve kasabalar kurmaya başladılar. Örneğin Jericho yöresinde MÖ 7000 yıllarına ait, bu durumu ispatlayan kalıntılar vardır.[3]
Bölgede Taş Devri'nden Bakır Çağı'na geçiş MÖ 5. ila 4. binyıllarda gerçekleşti. Muhtemelen MÖ 4. binyılda Gassuliler bölgeye göç ettiler. Gassulilerin kökeni belirsizdir. Gassuli ismi günümüzde, Ürdün Vadisi'ndeki Tulaylāt al-Ghassūl kazı alanına atfen verilmiştir.[3]
Gassulilere ait kalıntılar çoğunlukla güney Filistin'de bulunmaktadır. Muhtemelen MÖ 4. binyılın sonuna doğru kuzeyden güneye yeni halklar göç etti. MÖ 3. binyılda, Bronz Çağı'nın başlarında Filistin'de çok çeşitli halklar yaşıyordu ve bunlar zamanla kaynaşarak yerleşik bir şehir toplumunu oluşturdular.[3]
Filistin halkı, bölgede İbrani krallıkları kurulana kadar Antik Mısır tarih sistemini kullandı.[3]
İlk Bronz Çağı
Filistin'de bilinen tarihi kasabaların çoğu Bronz Çağı'nda kuruldu.[3] Bu kasabaların gelişimi, Antik Mısır'daki Eski Krallık dönemine denk gelir ve 1. hanedan döneminden kalma MÖ 2925 yılına ait kalıntılar bu çaprazlama tarih tespitinde kullanılmıştır. Filistin'deki Bronz Çağı'na ait kalıntılar ise Megiddo, Jericho, Tall al-Farah, Tel Bet She'an, Khirbat al-Karak ve Ai (Khribat 'Ayy)'da çıkarılmıştır. Bu sitelerin hepsi orta ya da kuzey Filistin'dedir ve Bronz Çağı'nın başlarına aittir. Güneyde Tel Lakhish, Kiriath-sepher ve Tel Hasi'de bulunan kalıntılar ise Üçüncü Bronz Çağı'na aittir. Bu dönemdeki Sami Filistin halkına günümüzde tanımlama kolaylığı açısından zaman zaman Kenanlılar denmekle birlikte "Kenan" terimi MÖ 2000 yıllarına kadar kullanılmamıştır.[3]
MÖ 3. binyılda Filistin'de surlarla çevrilmiş kasabalar ortaya çıktı. Bu kasabaların Mısır ve Mezopotamya örneklerinde olduğu gibi tek bir bayrak altında toplandığına dair kanıt yoktur. Filistin'deki kasabalar muhtemelen bağımsız şehir devletleri olarak kaldılar ancak gevşek şekilde Antik Mısır'ın siyasi kontrolü altındaydılar.[3]
MÖ 23. yüzyıl civarında Filistin'de şehir hayatı azaldı ve pastoral bir döneme girildi. Bunda muhtemelen Şeria Nehri'nin doğusundan gelen göçebelerin büyük etkisi oldu. Göçebelerin büyük bir kısmının Suriye Çölü'nden gelen Amoritler olduğu düşünülmektedir. Bu dönemde Suriye'deki Ebla ve Mezopotamya'daki Akadların Filistin üzerindeki hegemonyasına dair net bir bilgi yoktur. Ancak Filistin'e doğudan gelen göçebeler, Mısır'ın Asyalılar tarafından işgali ve MÖ 20. yüzyılda Eski Krallık döneminin tamamen sona erişi arasında bir ilişki olduğu düşünülmektedir.[3]
Bu dönemde Filistin halkı hem benzer hem farklı yönleri olan müttefik kabilelerden oluşuyordu. Bu kabilelerin çoğu yarı-göçebe ve pastoral bir yapıya sahipti. Kabileler arasında şehir hayatına en az katkı sağlayanlar kuzeylilerdi. Bu konudaki arkeolojik bulgular Kitabı Mukadddes ile uyum içerisindedir. Zira Joshua'nın Kitabı'nda tepelerde yaşayan Amoritlerin aksine Kenanlıların düzlüklerde ve tarıma elverişli sahillerde yaşadıkları anlatılır. [3]
Orta Bronz Çağı
İsrailoğullarının Filistin'e girişi Orta Bronz Çağı'nda gerçekleşti. Orta Bronz Çağı (yaklaşık MÖ 2000 ila MÖ 1550) Eski Ahit ve Tanah'taki öykülerin arka planını oluşturur.[3]
Bu çağda yeni kap-kacak türleri, yeni silahlar üretildi, ölü gömme adetlerinde değişiklikler meydana geldi. Filistin'de bir kez daha tarıma dayalı şehir hayatı ön plana çıktı. MÖ 20. yüzyıldan itibaren Filistin'de kurulmaya başlanan, Suriye ve Mezopotamya benzeri hanedanlıkların, yerleşik hayata alışan yerel halkların mı yoksa yeni göçmen akımlarının mı eseri olduğu net olarak bilinmemektedir.[3]
Bu yeni medeniyet, Fenike-Kenan sahil şeridindeki kasabalarla çok sıkı ilişkiler içindeydi. Antik Mısır dokümanları 12. Hanedan dönemindeki (MÖ 1938 - MÖ 1756) Filistin'e dair önemli bilgiler içerir. Bu belgelerde Mısır'ın Filistin'e gösterdiği alaka ve bölgedeki etkisi görülmektedir. Bu dönemdeki Filistin kültürü ile MÖ 14 ve 13. yüzyıllarda bölgeye göçen İsrailoğullarının karşılaştığı kültür aynıdır.[3]
MÖ 19. yüzyıldan itibaren Filistin'de şehir hayatı oldukça gelişti. Bazı kasabalar üzerinde yürünebilen taştan korkuluklu surlarla çevrildiler. Bu durum bölgede yabancı unsurların, muhtemelen Asyatik Hyksosların etkisinin görülmeye başladığının kanıtıdır. Hyksoslar muhtemelen Amoritler ile aynı soydandılar ve MÖ 1630 civarında kuzey Mısır'da hüküm sürdüler. Hyksoslar, Habiru (Mısırca: Apiru) denen Sami halktan unsurlar taşıyorlardı. Habiru sözcüğü "yabancı" anlamına geliyordu ve bu gruba göçebeler, kaçaklar, haydutlar ve alt tabakadan işçiler dahildi. Oldukça tartışmalı olmakla birlikte Habiru sözcüğü, İbrani (İngilizce: Hebrew) sözcüğü ile etimolojik olarak akrabadır.[3]
Hyksoslar, MÖ yaklaşık 1550 yıllarında Mısırlılar tarafından Filistin'e sürüldüler. Megiddo, Jericho ve Kiriath-sepher şehirlerindeki yıkımdan kaçan Habirular da, Filistin'de askeri bir aristokrasi oluşturdular ve kasabaların savunmalarını güçlendirmenin yanı sıra yerel dokuyu bozmadan Filistin'e zenginlik ve Mısır kültüründen unsurlar getirdiler.[3]
Son Bronz Çağı
Yeni Krallığın tek yerli firavunu olan I. Ahmose'nin MÖ 1514'teki ölümünden sonra Mısırlılar Filistin'i işgal etmeye başladılar. Kraliçe Hatshepsut döneminde (MÖ 1479-58) Filistinliler, Mısır hakimiyetine karşı başkaldırmaya başladılar. Bu isyan dalgası bir sonraki firavun III. Thutmose tarafından güç kullanarak bastırıldı. Thutmose istikrarlı bir yönetim kurdu ve bu durum ondan sonrakiler tarafından da uzun süre devam ettirildi. Amarna olarak bilinen bu döneme ait arkeolojik bulgular oldukça detaylıdır. Örneğin Retenu bölgesi (Suriye-Filistin), üç idari bölgeye bölünmüştü ve Mısırlı valiler tarafından yönetiliyordu. Bunlardan üçüncüsü (Kenan), Mısır sınırından Biblos'a kadar olan Filistin'i kapsıyordu. Mısır Firavunlarının Filistin'e özel bir ilgi göstermesinin nedeni MÖ 1375 kadar Mitanniler, daha sonra da Hititler tarafından rahatsız edilen Fenike ve Güney Suriye'nin güvenliğini sağlamaktı.[4]
MÖ 1292'den sonra, 18. hanedanın sonlardaki güçsüz firavunlar gidip yerine 19. hanedanın I. Seti ve II. Ramses (MÖ 1279-13) gibi güçlü kralları geldi. Bu krallar Hititlerin güneye akınlarını körelttiler ve çatırdamakta olan Mısır İmparatorluğu'nu güçlendirdiler.[4]
MÖ 13. yüzyılın sonlarında Filistin'deki Kenanlı vassal prenslikler, yabancı bürokratlara yapılan ödemeler ve yolsuzluklar nedeniyle oldukça zayıflamıştı. Bu dönemde İsrailoğulları, Şeria Nehri'nin doğusundaki dağlık bölgenin büyük kısmını ve Batı Filistin'i ele geçirdiler. Arkeolojik bulgular, Filistin'deki İsrailoğulları yerleşiminin, Kitabı Mukaddes'tekinden çok daha farklı ve karmaşık olduğunu göstermektedir. 19. hanedanın sonlarında Filistin'deki Mısır hakimiyeti son buldu. MÖ 12. yüzyılda Mısır, Filistin tarihini çok az etkiledi.[4]
Filistin'in bundan sonraki tarihi incelenirken sıklıkla Kitabı Mukaddes'e başvurulur. Kitabı Mukaddes'teki bilgilerin doğruluğu oldukça tartışmalı olmakla birlikte arkeolojik bulguların ya da diğer belgelerin yetersiz olduğu durumlarda başlıca kaynaktır.[4]
İsrailoğulları ve Antik Filistinliler
İsrailoğulları Filistin'e ilk kez Son Bronz Çağı'nda gelmeye başlamakla beraber MÖ 12. yüzyıla kadar bölgeye tam olarak yerleşmemişlerdir. Yarıgöçebe İbrani kavimlerin Kenan'a yerleşmesi ile bölgede İsrailoğulları'nın nüfusu büyük miktarda arttı. Gibeoniteler gibi yerleşik Kenanlılar da komşu yerleşik kabileler yerine işgalcilerin yanında yer aldılar. İsrailoğulları kısa zamanda yıkıntıların arasında yeni kentler kurdular.[4]
Olayların akışı tarihin normal seyrini izleseydi, Esdraelon denen sahil boyundaki bölgede yaşayan Kenanlılar, bölük pörçük durumdaki İsrailoğullarını muhtemelen hakimiyetleri altına alabilirlerdi. Ancak III. Ramses döneminde (MÖ 12. yy. başları) yaşanan Denizci Halklar istilası bu durumu engelledi. Bu Denizci Halklar arasında Ege (muhtemelen Girit[5]) kökenli Filistinliler (İng: Philistines) güney sahiline yerleştiler ve yaklaşık birbuçuk asır zarfında Filistin'in çoğunu ele geçirdiler.[4]
Bu dönemde III. Ramses tarafından paralı asker ve kale muhafızı olarak kullanılan ve Mısır'da Peleset olarak bilinen kişilerin de Filistinli olduğu kabul edilir. Aynı esnada Şeria Nehri'nin doğusuna yeni halklar yerleşiyordu: Güneyde Edomitler, Ölü Deniz'in doğusunda Moabitler ve Suriye Çölü kıyısında, Gilead'ın hemen doğusunda Amonitler. İsrailoğulları tarafından kendileri gibi İbrani kabul edilen bu halklar, İsrailoğullarının işgalinden önce bölgeye yerleşmişlerdi. Edomitler, Moabitler ve Amonitler, Eski Ahit döneminin sonuna kadar çok tanrılı inançlarını muhafaza ettiler.[4]
Tektanrılı inançlarındaki güçlü merkeziyetçi yapı ve çok ciddi etik disiplini, İsrailoğulları'nı tüm komşularından farklı kılıyordu. Yehova ile İsrailoğulları arasındaki Musevi ahit geleneği, çok güçlü Mişkan ritüeli, farklı boyları sonraki dönem Yunan amfiktyonları gibi birbirine bağlıyordu. Boylar arasındaki bu dini bağı aşındıran yıkıcı kabilecilik geleneği ise gevşek bir ittifak bağı ile dizginlenebiliyordu ancak yine de sıklıkla iç savaşa dönüşüyordu. İsraioğulları, komşularının aralıksız saldırılarına maruz kalmasa, muhtemelen hiçbir zaman siyasi bir birliktelik oluşturmazdı. Karşıt girişimlere rağmen Şaul, yaklaşık olarak MÖ 1020'de tüm İsrail'in kralı oldu.[4]
Davud ve Süleyman
Şaul, Amonitleri ve Filistinlileri yenilgiye uğrattı ancak Filistinlilerle yaptığı bir savaşta hayatını kaybetti. Şaul'un yerine geçen Davud Filistinlileri ağır bir yenilgiye uğrattı ve Şeria Nehri doğusundaki üç İbrani eyaletini fethetti. Suriye'den gelen Aram halkının akınları Davud'u Aram eyaletlerini kuzeyde Orontes Nehri üzerindeki Hamas sınırına kadar ele geçirmek zorunda bıraktı. Doğu'da Fırat Nehri'ne kadar olan Suriye Çölü'ndeki göçmen halklar üzerinde gevşek bir hakimiyet kurdu. Davud, krallığında Mısır benzeri bir idari yapı kurdu ve nüfus sayımı yaptırdı. Planlarını gerçekleştiremeden öldü ancak yerine geçen Süleyman bunları tamamladı.[4]
Süleyman'ın iktidarı (MÖ 10. yüzyıl ortaları) İsrailoğulları'nın siyasi tarihinin zirvesini oluşturur. Süleyman, Davud tarafından fethedilmiş, ülkenin dışına taşan toprakların kontrolünü kaybetmesine rağmen ekonomik düzenlemeler açısından inanılmaz bir başarı gösterdi. Akdeniz ticaretinin can damarını kontrol eden Fenike'deki Hiram ve Sur şehirleri ile birlikte uzak diyarlara ekonomik seferler düzenledi. Muhtemelen bir doğu Afrika ya da Hindistan şehri olan Ophir'den altın, tavuskuşu, sandal ağacı gibi değerli malları Filistin'e getirdi.[4]
Güney'de Saba'ya (Yemen) kadar ulaştı ve buradaki Araplarla ticaret yaptı. Bu ticari gelişmeler, gemi teknolojisindeki yenilikler ve Arap devesinin evcilleştirilerek kervanlarda kullanılması ile mümkün oldu. Süleyman Akaba Körfezi yakınında büyük bir kale ya da depo inşa ettirdi. Bu dönemde zarif ve detaylı bir mimari örneği sergilenmiştir. Süleyman gösterişli bir kraliyet sarayı ve Kudüs Tapınağı'nı inşa ettirdi. Birçok kasabayı surlarla çevirdi. En çok bilinenleri Megiddo, Hazor ve Gezer'dir.[4]
Süleyman dönemindeki mimari harcamalar ekonomiyi oldukça zorluyordu. Ticaret gelirleri ve vassal eyaletlerin haraçları masrafları karşılamıyordu. İsrailoğulları hem zorunlu işçi ordularında kullanılıyor hem de çeşitli vergilerin altında eziliyorlardı. Bu şartlar göz önüne alındığında, Büyük Kral'ın ölümünden sonra kuzeydeki İsrailoğulları'nın isyan etmesi ve Birleşik İsrail Krallığının parçalanması hiç de şaşırtıcı değildir.[4]
İsrail Krallığı'nın kalıntıları iki yüzyıl daha ayakta kaldı. Bu arada yine İsrail Krallığı gibi Yehova'ya inanan ve Musevi geleneğinden gelen güneydeki küçük Yehuda Krallığı ile dönem dönem savaşlar gerçekleşti. Yehuda Kralı Asa, büyüyen Şam Krallığı ile ittifaka girdi. Bu durum Yehuda üzerindeki İsrail baskısını azalttı. Şam, İsrail'e saldırdı ve Şeria Nehri doğusu ile Yarmuk Nehri kuzeyindeki toprakları ele geçirdi. Şam ile İsrail arasındaki uzun süren savaşlar, Asurluların MÖ 732'de Şam'ı ele geçirmesine kadar devam etti.[4]
İlyas ve Elyasa
İsrailoğulları hakkında en çok bilgiye sahip olunan dönem MÖ 9. yüzyılda, İlyas ve Elyesa peygamberlerin yaşadığı dönemdir. Bu dönemde İsrailoğulları Amrid hanedanı tarafından yönetiliyordu. Hanedanın kurucusu Kral Amri, Samaria'yı başkent ilan etti. Burada kraliyet binaları inşa etti ve şehri gösterişli surlarla çevirdi. Günümüzde bu döneme ait birçok arkeolojik kalıntıya ulaşılmıştır.[4]
Amri'nin oğlu Ahab, dini hikâyelerde bazen kahraman, bazen kötü adam olarak resmedilir. Ahab çok karmaşık uluslararası ilişkiler kurdu ve bunun bedelini Ramoth-Gilead'da hayatıyla ödedi. Amrid hanedanı, MÖ 841 civarında kanlı bir şekilde sona erdi. Başa geçen Yehu hanedanı, yaklaşık bir asır hüküm sürdü.[4]
MÖ 740 yılında Kuzey Suriye'deki Arpad, Asur kralı III. Tiglath-pileser tarafından ele geçirildi. MÖ 738'de İsrail ve Yehuda krallıkları Asurlulara tarihlerinde ilk defa haraç vermeye başladılar. MÖ 733'te Asurlular Gilead ve Celile'yi ele geçirdiler ve Manasseh ile Ephrahim kabileleri haricinde tüm bölgeyi Asur hakimiyetine aldılar. MÖ 732'de Şam'ı ele geçirdiler ve Aram Devleti'ne son verdiler. Son olarak MÖ 722'de Samaria'yı ele geçirdiler ve İsrail Krallığı'na son verdiler.[4]
Asur ve Babil hakimiyeti
Asur ordularının salgın bir hastalık nedeniyle kırılması, Davud ve Süleyman geleneğinin son temsilcisi olan Yehuda Krallığı'nın sonunu geciktirdi. MÖ 612 yılında iyice zayıflamış olan Asurluların başkenti Nineveh Medler tarafından ele geçirildi. Yehuda kralı Josiah Mısırlı Necho ile yaptığı bir savaşta hayatını kaybetti.[4]
Bu arada Babillilerin Kasdu (Chaldean) kralları oldukça güçlenmişlerdi. Babilli Nabopolassar ve Medialı Cyaxares Asur krallığını bölüştüler. Cyaxares'in oğlu II. Nebukadnezar Suriye ve Filistin'i ele geçirdi.[4]
Mağlup Mısırlılar ise Filistin'le ilgilenmeye devam ettiler. Filistinliler de Babil karşıtı her türlü koalisyona dahil oldular. Bu koalisyonların hiçbiri başarılı olmadı ve çoğu Kasdu orduları tarafından bastırıldı. MÖ 587/586 yıllarında Kudüs yerle bir oldu. Halkını, ateşle oynadıklarını söyleyerek çok önceden uyaran İbrani peygamber Jeremiah Mısır'da öldü. Yehuda Krallığı yerle bir oldu ve toprakları neredeyse tamamen terkedildi.[4]
Pers hakimiyeti
MÖ 539'da Pers Kralı II. Cyrus, Media'daki zaferinin ardından Lidya ve Babil'i de alarak o güne kadar görülen en büyük imparatorluğu kurdu. I. Darius döneminde (MÖ 522-486) uygulanan idari reformlarla Fenike, Filistin-Suriye ve Kıbrıs, Pers İmparatorluğunun 5. eyaleti (satraplık) oldular.[6]
II. Cyrus'un ilk icraatlarından biri yayınladığı bir fermanla (yak. MÖ 538) Yehuda topraklarının ve yıkılan Kudüs Tapınağı'nın yeniden inşasını emretmek oldu. Babil'de sürgünde olan Yahudiler Kudüs'e geri döndüler ve İkinci Tapınağın inşası başladı.[4]
Haçlı Seferleri
Bu bölgeye,özellikle Kudüs'ü geri almak için 8 tane Haçlı Seferi yapılmıştır. I.Haçlı Seferi'nde kurulan Kudüs Krallığı Memlük Devleti tarafından 1299 yılında yıkılmıştır.
Osmanlı hakimiyeti
Filistin bölgesi, Haçlı Seferlerinin ardından yaklaşık iki asır boyunca Memlük hakimiyetinde kaldı. Yavuz Sultan Selim döneminde, Mercidabık Savaşı’ndaki Osmanlı galibiyeti sonucu 24 Ağustos 1516'da bir kısmı Osmanlı topraklarına katıldı. Bölgenin tamamı ise Kanuni Sultan Süleyman zamanında Osmanlı hakimiyetine geçti. Kanuni döneminde İbrahimi dinlerce önemli olan "Harem-i Şerif" kısmının bakımı yapılarak etrafındaki duvarlar yeniden inşa edildi. Osmanlı Devleti, Filistin’i Suriye sınırları içinde Şam’a bağlı Kudüs, Gazze, Nablus ve Safed olmak üzere dört sancağa ayırdı. Daha sonra bu sancaklar Kudüs’e bağlı birer eyalet oldu. Filistin emirlerinden Cezzar Ahmet Paşa döneminde Mısır’ı ele geçiren Fransız İmparatoru Napolyon Bonapart, Filistin’in Yafa şehrini aldı. Cezzar Ahmet Paşa yönetimindeki Osmanlı ordusu 1798'de Akka Kalesi civarında Napolyon’u geri çekilmek zorunda bıraktı.
Osmanlının gerileme döneminde, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa, Filistin’in tamamını ele geçirdi. Filistin 1840 yılına kadar Mısır’ın yönetimi altında kaldı. Ancak daha sonra tekrar Osmanlı idaresine geçti.
1877 tarihinde Kudüs Osmanlı merkezine bağlı bir Mutasarrıflık oldu. Bir yıl sonra ise Nablus ve Akka Kudüs Mutasarrıflığı'na bağlandı. Böylece Filistin’in kuzeyi Beyrut Valiliği'ne güneyi ise Kudüs Mutasarrıflığı idaresine bırakıldı.
I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu Filistin’deki 402 yıllık hakimiyetini kaybederken çok değer verdiği Kudüs'e zarar gelmemesi için şehri askeri bakımdan boşaltarak tarihe ve kültüre olan saygısını göz önüne alarak şehir dışında savunma yaptı.
İngiliz mandası
Osmanlı İmparatorluğu savaşı kaybedince bugünkü Birleşmiş Milletler'in temelini oluşturan Milletler Cemiyeti (İng: League of Nations) Filistin'i İngiliz himayesine (manda) verdi.
Ayrıca bakınız
Kaynakça
- "Filistin." Encyclopædia Britannica. Encyclopædia Britannica Online. Encyclopædia Britannica Inc.
- "Palestine." Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press, 2003.
- "Palestine." Şövalye Kathleen Mary Kenyon & Glenn Richard Bugh. Encyclopædia Britannica. Ultimate Reference Suite. Chicago: Encyclopædia Britannica, 2009.
- "Palestine." William Foxwell Albright & Glenn Richard Bugh. Encyclopædia Britannica. Ultimate Reference Suite. Chicago: Encyclopædia Britannica, 2008.
- "Philistine." Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press, 2003.
- The History, Herodotus, III. Kitap, Bölüm 91