Atatürkçülük ve Marksizm

Marksizm ve Atatürkçülük veya Marksizm ve Kemalizm, Marksizm ve Atatürkçülük akımlarının karşılıklı ilişkileri, koşutlukları ve karşıtlıkları ile ilgilenir.

İki akım arasındaki tarihsel koşutluk ve ayrılıklar

Marksist hareketler karşısında Atatürkçü kadronun tutumu hakkında 1923-1960 yılları arasında, sırasıyla 1925, 1927, 1929, 1938, 1951-52'de gerçekleşen tutuklama ve takibatın, Tan Matbaası baskınının ve içlerinde en etki bırakanı Mustafa Suphi olayının dahil olduğu çok sayıda tarihsel ayrılık şunu göstermektedir: Marksist Komünizm, Cumhuriyet bürokrasisinin şimşeğini üzerine çekmiş, Şerif Mardin’in deyişi[1] ile aforoz edilmiştir. Baskı ve şiddet görerek varoluş mücadelesi veren az sayıda Marksist, mahkûm veya sürgün edilmiş, siyasi yasaklı durumuna düşmüş ya da selameti yurt dışına kaçmakta bulmuştur.

Türk Marksizminin bir kesimi, Atatürkçülüke eklemlenebilmek adına, bir tür popülizm ile sınıf kavramının önüne halk kavramını almış, böylece daha geniş, kapsayıcı bir ortak unsur elde edilmeye çalışılmıştır. Diğer deyişle, bir toplumsal sınıfın haklarının hamisi olmaktan, politik mücadelesini 'halk'laştırılmış toplumsal sınıfların çoğunluğuna dayandırmaya talip olmuştur.

Türk Marksistleri aktivizm söz konusu olduğunda son derece anlamlı bir politik tavırda -büyük çoğunlukla- birleşirler: Atatürkçülüğü, millî burjuvazi yaratmaya çalıştığı için kapitalist, emekçi kitlelerin sendika ve parti teşkilatlanmasını engellediği için korporatist, Mustafa Suphi’nin yurda girmesini engellediği için anti-komünist diye alelade bir diktatörlükmüş gibi üstünkörü mahkûm etmekten vazgeçip, onun, irtica kuvvetlerinin saldırılarına rağmen bir cumhuriyet kuran, emperyalist ulusları Kurtuluş Savaşı'nda dize getiren, inkılâpçı olan geçmişiyle barışmaktır.

Politik kimlikler her ne kadar yalıtık olmak iddiasında iseler de, bir yandan yakınlaşmaya da eğilimlidirler. Ortak bir düşman karşısında politik talep ve kimlik grupları bir hedef etrafında birleşmek eğilimindedirler. Dolayısıyla 'devrimci Atatürkçüler' ile Marksistler, hatta komünistler, "Faşist, baskıcı, sömürücü, dışa bağımlı" olduğunu düşündükleri hükûmetlere karşı bir eşdeğerlik çizgisi yaratabildiler. Bu yakınlaşma 1940'lı yıllarda inşa olmaya başladı ve artarak devam etti.[2]

Devlet sosyalizmi

Devlet sosyalizmi bağlamında iki dünya görüşü arasında koşutluk olduğu ileri sürülür. Devlet sosyalizmine göre, ezilen unsurların güçlü olmadığı ülkelerde sosyalizmin bu unsurlar tarafından kurulamayacağından hareketle, devletin sosyalizm ve sosyal eşitlik sistemini kurması gerektiği varsayılır. Türkiye'nin de bu sistemi 1950'li yıllara kadar uygulaması, devlet eliyle birçok fabrika kurup istihdam sağlaması, köy enstitüleriyle eğitimi köylüye götürmesi, açılan fabrikalarda işçilere bazı sosyal haklar tanıması bu koşutluğu destekleyen unsurlar olarak görülür.[2]

Mustafa Kemal Atatürk'ün ülkeye devlet sosyalizmini getirmek istediğini doğrulayan bazı doğrudan kaynaklar da bulunmaktadır.

1. Mustafa Kemal Atatürk'ün devlet sosyalizmini uygulamak istediğine 1919'da Samsun'a çıkışının ardından Havza'da, Sovyet heyetinin başında bulunan bir albayla yaptığı görüşmede tanık olunmuştur. Atatürk, Sovyet albayının yönelttiği, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin biçimi konusunda, 'Yâni Bolşevikliğin prensipleri üzerine kurulmuş bir cumhuriyet değil mi, Generalim?' sorusuna karşılık, 'Öyle olacak, devlet sosyalizmi dersek, daha doğru söylemiş oluruz' yanıtını vermiştir...[3]

2. Prof. Dr. Reşat Kaynar 1932 yılında Atatürk ile gerçekleştirdiği bir sohbet sırasında kendisinin ağzından nakleder: "Kemalizm diyorsunuz, ne demek Kemalizm?" sorusunu sormakta ve "Kemalizm, Socialisme d'Etat (Devlet sosyalizmi) demektir" diye yanıtlamaktadır.[4]

Kadro hareketi

Bir dönem Kadrocular olarak anılan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin gibi cumhuriyetin ilk dönem aydınları, Ankara'da 1932 ve 1935 yılları arasında yayınladıkları Kadro dergisi etrafında faaliyet gösteriyorlardı. Derginin yayın hayatına başlaması bizzat Mustafa Kemal Atatürk'ün isteğiyle oldu. Kadrocular, Atatürkçülüğü bir sistem haline getirmek için çalıştılar. İlk sayıda Şevket Süreyya Aydemir derginin yayınlanma amacını açıklarken, desteklemekte oldukları inkılâpların ideolojik temellerini oturtmayı amaçladıklarını belirtmiştir.[5] İdeolojik temellerini oturttuktan sonra Atatürkçülüğü Üçüncü dünya ülkelerine ihraç etmeyi tasarladıkları iddia edilir.

Kadrocuların temel ideoloğu Şevket Süreyya Aydemir idi. Yakup Kadri ile Şevki Yazman dışında kalanlar sosyalist dünya görüşüne sahiptiler. Mevcut karma ekonomiden ziyade devlet ağırlıklı ekonomi ve tam bağımsızlıkçılık üzerinde yoğunlaşan Kadro hareketi, kapitalizm ve sosyalizm dışında bir üçüncü yol arayışında bulunmuş olsalar ve kısmen özgün unsurlar eklemlendirseler de, kapsamlı bir temellendirme gerçekleştiremediler. Her yönden gelen eleştirilere Atatürk'ün de katılması sonucunda üyeleri çeşitli devlet görevlerine yerleştirilip dergi kapattırılır. Çok uzun sürmeyen bu süreç içinde Türkiye'nin sisteminin, bir tür devlet sosyalizmine dönüştürülmesine çalışılmıştır.

Yön dergisi

Yön dergisi, Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal ve Cemal Reşit Eyüboğlu tarafından kurulup 1961 ve 1967 yılları arasında sol muhalif hareketin öncülüğünü yapan bir haftalık dergi olmuştur. Bu derginin içinde yer alan ve kapandıktan sonra da anıldığı biçimiyle Yön hareketi, Atatürkçülüğü reddetmeden onu sosyalist devrimle tamamlamayı tasarlıyordu. Özellikle Doğan Avcıoğlu açıkça "Atatürkçü Sosyalizm" anlayışını savundu. Atatürkçü devrimlerin kazanımlarının savunulmasını ve bunu bir ileri aşama olarak sosyalizme taşımak gerektiğini ileri sürüyordu. Bu yönüyle Yön hareketi, kısmen Kadro hareketinin devamı niteliğindeydi. Avcıoğlu bu görüşlerini 1969 yılında yayınlamaya başladığı Devrim gazetesinde görüşlerini daha da keskinleştirdi.

Millî Demokratik Devrim

Millî Demokratik Devrim tezinin önemli ideologlarından Muzaffer İlhan Erdost Atatürkçü Devrimi ve başarılarını şöyle değerlendirir:

"1) Ülkeyi sömürgeleştirmek için işgal etmiş bulunan düşman, silahlı mücadele ile Mîsâk-ı Millî sınırları dışına atılmış,
2) feodal devlet yıkılmış, Cumhuriyet kurulmuş,
3) feodal devletin ideolojik kaynağı olan tarikat, tekke vb. kapatılmış, yobaz sindirilmiş,
4) yabancı sermaye sahibi işletmeler millîleştirilmiştir."[6]

Yine Millî Demokratik Devrim ideologlarından Mihri Belli’nin Atatürkçülük methiyesi dikkat çekicidir:

"Üretim tarzı Kemalist Türkiye’de kapitalizm idi, bugün de kapitalizmdir. Yalnız bir nitelik farkı vardır. Komprador teşvik görmüyordu Kemalist Türkiye’de. Yabancının mülkiyeti olan müesseseler, demiryolları, madenler vb. devletleştiriliyordu. Bir millî burjuvazi yaratma çabasında idiler. Bu çaba pek başarılı olmadı. Devrimi yöneten aydın zümre bunu görecek durumda değildi. Niyeti hiç şüphesiz ki, iyi idi.[7]

Bu sözler, Mihri Belli’nin sıklıkla dile getirdiği “Kemalizm ile Marksizm arasında aşılmaz duvarlar yoktur” ifadesinde tezahür eden vurgusunun nedenini daha anlaşılır bir hale getirmektedir.[8]

Doğan Avcıoğlu'nun kurup muhalefet odağı haline getirdiği Devrim gazetesi etrafında toplanan ve içlerinde 27 Mayıs Darbesini yapan Millî Birlik Komitesi'nin liderlerinden Emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun da bulunduğu Millî Demokratik Devrim yanlıları, o dönemin siyasi partilerinin demokrasi anlayışının bir oyalamaca olduğunu ileri sürerek ulusçu-devrimci yöntem olarak ifade ettikleri ilkeler doğrultusunda parlamento dışı bir muhalefeti savunuyorlardı. Bu dönemde Devrim gazetesi içinde, Türk Ordusunu tahrik ederek sol-sosyalist, bir çeşit Baasçı yönetim kurdurmak için Doğan Avcıoğlu ve İlhan Selçuk'un başını çektiği çok ciddi faaliyetler olduğu iddia edildi. Devrim gazetesinin genel yayın yönetmeni Hasan Cemal çok sonraları anılarını anlattığı Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005) adlı kitabında o zamanki maksatlarının "ulusalcı" subayları ikna ederek onlarla birlikte bir "Millî Demokratik Devrim" yapmak olduğunu açıkça itiraf etti.[9]

Daha sonra Millî Demokratik Devrim çizgisi, sırasıyla Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (1969 - 1977), Türkiye İşçi Köylü Partisi (1978 - 1981), Sosyalist Parti (1988 - 1992), İşçi Partisi (1992 - 2015) ve bu partinin 15 Şubat 2015 tarihindeki isim değişikliğiyle günümüzde Vatan Partisi ile sürdürülmekte ve mensupları kendilerini hem Atatürkçü hem sosyalist olarak tanımlamaktadırlar.

Sürekli devrim kavramı

Sosyalist bir aydın olan Attilâ İlhan'ın Atatürkçülüke karşı duruşu daha tarihsel, dolayısıyla entelektüel bir derinliğe sahiptir: Ona göre

"[...] Mustafa Kemal Paşa'nın devrimciliğini [...] inceleseler göreceklerdi ki, [...] bir yandan toprak reformu ile, bir yandan endüstri devrimi ile, Osmanlının feodal yapısı değiştirilecek, bir burjuva demokrasisinden liberal düzeni gerçekleştirilecekti, bu arada milletleşecek Osmanlı toplumundan, geçmiş köklerini bilen, tarihine ve diline sahip, kendi kendisiyle mutabık bir Türk milleti çıkarılacak, bir ulusal bileşim yapılacaktı. Bu girişimin amacı çağdaş uygarlığa ulaşmak oluyordu, çağdaş uygarlık diyalektik bir kavram olduğu için, Atatürk Türk toplumuna değişen ve gelişen bir amaç veriyor, böylelikle kendi içinde bulunduğu aşamada bu amaç bir liberal burjuva düzeni olabildiği gibi, daha ilerideki aşamalarda pekâlâ bir sosyalist düzen olabiliyordu. Diğer bir söyleyişle, Mustafa Kemal Paşa'nın diyalektiği, sosyalizmi öngörmüyor, ama içinde bir 'çağdaş uygarlık tohumu' olarak taşıyordu."[10]

Bu bakımdan Attilâ İlhan, Atatürk’e ve devrimlerine daha geniş bir ilkeden yaklaşmayı denemektedir: Bu ilke Lev Troçki'nin ortaya attığı sürekli devrim kavramıdır ve bir yanıyla Atatürkçü projenin tarihin burjuva demokratik devrim aşamasını sağlıklı süreçlere oturtan milliyetçiliğine/modernleşmeciliğine işaret eder. Attilâ İlhan'ın "Kemalizm, sürekli devrimciliktir."[11] derken kastettiği diğer anlamı ise Atatürk'ün 'ekonomik ve sosyal diyalektiğin' özünü kavramış olmasına vurgu yapmaktır.[2]

Kolektivizm

İki dünya görüşünün ortak özelliklerinden biri de, insanların doğası gereği birbirine bağımlı olduğunu savunan kolektivizmdir. Kolektivizm, grup amaçlarının, bireysel amaçların üzerinde olduğuna, sosyal gruplar içindeki kaynaşma, dayanışma ruhu, aidiyet gibi kavramlara yaptığı vurguyla her iki görüşe de zemin sağlar. Nitekim kolektivistler genellikle toplum, halk, ulus veya ülke gibi kavramlara odaklanırlar.

Karşıt uygulamalar

Bazı kaynaklar Türkiye'de antikomünizm faaliyetlerinin Mustafa Kemal döneminde başladığını belirtmektedir. Bu kaynaklara göre Anadolu'da antikomünist faaliyetler 20. yüzyılın başlarından itibaren gelişmiş, 1920'li yıllarda kapsamlı bir hal almıştır. Bu kapsamda Üçüncü Enternasyonal delegesi ve Türkiye Komünist Partisi kurucusu Mustafa Suphi, 28 Ocak 1921 tarihinde 14 yoldaşı ile birlikte katledilmiştir.[12] Bu gelişmeyi izleyen yıllarda Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılarak bütün partiler baskı altına alınmış[13] ve ardından 1927 Tevkifatı olarak bilinen tutuklama süreci başlatılarak Türkiye Komünist Partisi üyelerine karşı yaygın tutuklama politikası devreye konmuştur.[14][15] Hikmet Kıvılcımlı, Nâzım Hikmet, Şefik Hüsnü gibi isimler yargılanarak hapis cezalarına çarptırılmışlardır.

Nitekim, 1937 yılında Mustafa Kemal Atatürk başkanlığındaki heyet, Hikmet Kıvılcımlı'nın yazılarını zararlı ilan ederek sansürleme kararı buna örnek gösterilmektedir.[16] Kararda "Hikmet Kıvılcımlı tarafından yazılarak İstanbul'da Gütenberg matbaasında basılan "Demokrasi, Türkiye, Ekonomi Politikası" adlı broşürün zararlı yazıları taşıdığı anlaşıldığından, Matbuat kanununun 51. Maddesi mucibince satışının yasak edilmesi; Dahiliye vekilliğinin 18.11.937 tarih ve 7478/33, 7969/3 sayılı tezkereleri ile yapılan teklifleri üzerine İcra Vekilleri Heyeti'nce 15.12.937 tarihinde onanmıştır" ifadeleri geçmektedir.[17]

Ayrıca bakınız

Kaynakça

  1. Mardin, Şerif (1997). Siyaset ve Sosyal Bilimler. İstanbul: İletişim Yayınları. s. 167.
  2. "Cephe Hareketi"nin Türk Marksizmine ve Kemalizm ile İlişkisinin Niteliğine Etkisi Üzerine Post-Marksist Bir Tartışma 11 Eylül 2016 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., Gökhan Karsan, Bursa Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt XXXI, Sayı 2, 2012, s. 39-57.
  3. Teşkilat-ı Mahsusa İki Devrin Perde Arkası, Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı Hüsamettin Ertürk 21 Eylül 2016 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., Samih Nafiz Tansu, İlgi Kültür Sanat Yayınları, 2011, s. 339.
  4. Kaynar, Reşat (1965). Atatürkçülük Nedir?. Varlık Yayınları. s. 144.
  5. "Kadro". Kadro, 1. Ocak 1932. s. 3.
  6. Türkiye Üzerine Notlar, Muzaffer İlhan Erdost, s.15, Sol Yay., Ankara, 1971.
  7. “Türkiye’de Karşı Devrim”, Mihri Belli, Türk Solu, 64, 4 Şubat 1969.
  8. İnsanlar Tanıdım: Mihri Belli’nin Anıları, Mihri Belli, Doğan Kitap, İstanbul.
  9. Cemal, Hasan (25 Mart 2008). "Darbecilikten, cuntacılıktan demokrasi kahramanlığına..." Milliyet. 4 Kasım 2013 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 30 Ağustos 2016.
  10. Hangi Sol, Attilâ İlhan, Bilgi Yayınları, Ankara, 1996, s.175.
  11. “Cumhuriyet” söyleşileri 2, Attilâ İlhan, Bilgi Yayınları, 1999, s.14.
  12. Kılıç, Ecevit TKP'nin liderleri denizde öldürüldü 6 Kasım 2013 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., Sabah gazetesi, 14 Eylül 2008, Erişim tarihi: 19 Kasım 2015.
  13. TBMM Zabıt Ceridesi, cilt 30, 19. İçtima, 2 Mart 1927 Çarşamba.
  14. Demirci, Fatih Kadro Hareketi ve Kadrocular, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2006, sayı 15.
  15. Ergüder, J. 1927 Komünist Tevkifatı, "İstanbul Ağır Ceza Mahkemesindeki Duruşma", Birikim Yayınları, İstanbul, 1978
  16. Başvekalet Kararlar Dairesi Müdürlüğü 15 Aralık 1937 tarih, 7829 nolu kararname., Erişim tarihi: 7 Haziran 2016.
  17. Demokrasi, Türkiye, Ekonomi Politikası (orijinal başlık Demokrasi, Türkiye Ekonumi Polkitikası), Erişim tarihi: 7 Haziran 2016.
This article is issued from Wikipedia. The text is licensed under Creative Commons - Attribution - Sharealike. Additional terms may apply for the media files.