Gürcü edebiyatı
Gürcü edebiyatı, 4. yüzyılda Hristiyanlığın benimsenmesinden sonra dinsel kitapların ana dile çevrilmesine duyulan gereksinme sonucunda ortaya çıktı. Dinsel kitapların çevirilerini azizlerin yaşamlarını anlatan ürünler izledi.
Bu alandaki ilk yapıt, İakop Tsurtaveli’nin 476-483 yılları arasında yazdığı ve Azize Şuşanik’in yaşamını anlatan Şuşanikis Tzameba’dır (Şuşanik’in Şehadeti). Yapıt Gürcistan’ın 5. yüzyıldaki siyasal ve toplumsal yapısı üzerine bilgi vermesi bakımından da önemlidir.
Gürcü edebiyatı, Orta Çağda Doğu ve Batı dillerinden yapılan çeviri ve uyarlamalarla gelişti. Buda’ya ilişkin bir Doğu efsanesinden uyarlanan Balavariani, Gürcüce’den Eski Yunanca’ya, Eski Yunanca’dan da Latince'ye çevrilerek bütün Ortaçağ Avrupası'na yayıldı. Orta Çağda Gürcistan’ın en ünlü eğitim kurumu olan Gelati Akademisi’nden Gürcü Filozof İoane Petritzi, Aristoteles ve öteki Eski Yunan Filozoflarının yapıtlarını Gürcüceye çevirdi. Dönemin tanınmış Gürcü düşünürlerden biri de Arsen İkaltoeli’ydi. Bu dönemin Gürcü edebiyatı İran uygarlığıyla Bizans kültürünün etkisinde kaldı. İlk tarihsel yapıtlar da bu dönemde ortaya çıktı.
Sumbat Davitisdze, Bagratlıların tarihini, Leonti Mroveli’nin II. Giorgi’nin hükümdarlığının ilk yıllarına değin getirdiği çalışmayı tamamladı. Keşiş Arsen ise “kurucu” lakabıyla tanınan IV. Davit döneminin tarihini yazarak Gürcü tarihini 1126’ya değin getirdi.
12. yüzyılda Sargis Tmogveli’nin Farsça’dan uyarladığı Visramiani, Mose Hoeli’nin yazdığı Amiradarecaniani, Çahruhadze’nin Kraliçe Tamara ve kocası adına kaleme aldığı Tamariani, gene Tamara ve kurucu Davit adına İoana Şavteli’nin yazdığı Abdulmesia, dönemin tanınmış yapıtlarının yanı sıra, kilise dışı edebiyatın da ilk ürünleriydi. Tamara döneminde yaşayan Şota Rustaveli’nin kaleme aldığı Vephvistkaosani (1712; Kaplan Postlu Şövalye,19919) adlı destan, Gürcü edebiyatının en ünlü yapıtı olmakla kalmamış, dünya edebiyatınında baş yapıtlarından sayılmıştır. Bir çok Doğu ve Batı diline çevrilen Vephvistkaosani, edebiyat tarihçilerinden başka dilbilimcilerin ve tarihçilerin de ilgisini çekmiştir. Gürcü edebiyatının bu gelişimi, 1220’lerde önce Harezmşahların, ardından Moğolların istilasıyla kesintiye uğradı. Moğolları, 14. yüzyılda Timur, 15. yüzyılda İranlılar ve 16. yüzyılda Osmanlılar izledi. 16. ve 17. yüzyıllarda baskı altındaki Gürcistan’da Kral Teimuraz, Kral Arçil, Peşangi ve İoseb Saakadze, edebiyatın önde gelen temsilcileriydi
18. yüzyılda Gürcü edebiyatında bir canlanma görüldü. Yüzyılın ilk çeyreğinde kültürel yaşama damgasın vuran Kral VI. Vahtang bir bilgin, çevirmen ve eleştirmen olarak aydın bir yöneticiydi. 1709’da Gürcistan’da ilk basım evini kurdu ve kitap basımını destekledi. Vephvistkaosani de ilk kez burada basıldı (1712). İlk Gürcüce kitap ise 1629’da Roma'da basılmıştı. Tsigni Sibrdzne Sitsruisa (1658-1725) Gürcü edebiyatının 18. yüzyıldaki en önemli temsilcisiydi. Davit Guramişvili (1705-92) ve besiki adıyla bilinen Besarion Gabaşvili (1750-91) bu yüz yılın ikinci yarısında Gürcistan’ın feodal döneminin en güzel şiirlerini yazdılar. Gürcü tiyatrosunda bu yüzyılda ortaya çıktı. Gürcüce ilk gazete olan Tbilisi 1763’te yayımlanmaya başladı.
19. yüzyılda ilk yarısının ünlü şairi Aleksandre Çavçavadze’nin (1786-1846) özgürlükçü şiirleri, Gürcistan’ın o dönemdeki durumunu da yansıtır. Grigol Orbeliani (1804-83) ve Nikoloz Barataşvili de (1817-45) bu dönemin önde gelen başka temsilcileriydi. Barataşvili, Sakure (1839; küpe), gibi yapıtlarında yurtseverliği dile getirirken, Rusya’nın baskısı altındaki Gürcistan’ın toplumsal yapısının da karamsar bir tablosunu çizdi. 19. yüzyılın ortalarına doğru feodal ekonominin çözülmesi ve kapitalist ilişkilerin gelişmesi, gerçekçi Gürcü şiirinin kurucuları olan Daniel Çonkadze (1830-60) ve Lavrenti Ardaziani’nin (1815-70) yapıtlarında gerçek ifadesini buldu. Ardaziani, en ünlü romanı Solomon İsakiç Mecğanuaşvili’de (1861) feodalizmin çöküşünü ve gelişen kapitalizmle birlikte ortaya çıkan toplumsal çatışmaları anlattı. Gürcü edebiyatının ve tiyatrosunun gelişimini büyük ölçüde etkilemiş olan Giorgi Eristavi (1813-64), Racine, Moliere, Petrarca ve Schiller’in birçok yapıtını Gürcüceye çevirdi.
1860’larda, Gürcistan’da soyluların idelojosine karşı savaş açan Tergdaleuli adlı toplumsal ve edebi bir hareket ortaya çıktı. Rusya’da öğrenim gören aydınların oluşturduğu tergdaleuli’ler, Rus sosyal demokratlarından etkilenmişlerdi. Tergdaleuli’lerin ideolijik önderi ve Pirveli dasi’nin kurucusu şair ve yazar İlia Çavçavadze (1883-1907) Mgzavris Tzerilebi (1861; “Bir yolcunun notları”, 1989) Sarçobelazed (1879; Dar Ağacında), Gandegili (1883; Göçebe) gibi yapıtlarında Gürcü halkının özgürlük mücadelesini ve yurt sevgisini dile getirdi.
İlia Çavçavadze ile birlikte Gürcü ulusal hareketinin ideolojik önderliğini yapan Akaki Tsereteli (1840-1915), Sonrada halk şarkısı olan da olan “Suliko” gibi şiirlerinde yurt sevgisini ve ülkenin yazgısından duyduğu acıları işlenmiştir. Şiirin yanı sıra çeşitli düzyazılar ve oyunlarda yazan Tzereteli’nin en ünlü düzyazı yapıtı Çemi Tavgadasavali’dir (1894; Yaşantım).
19. yüzyılın ikinci yarısında, temelde dağ insanını konu alan Aleksandre Kazbegi (1848-93) Elguca (1880; Elguca ile Mzağo,1973), Eliso (1882) ve Mamismkvleli 1882; Baba Katili) gibi öykülerinde geleneklerine bağlı dağ köylülerinin yaşantısını anlattı. Şair ve yazar Vaja Pşavela (1861-1915) Aluda Ketelauri (1888), Gvelismçameli (1901; Yılan Yiyici) gibi yapıtlarında temelde insan-doğa ilişkisi, hümanizm temaları işledi. Gürcü edebiyatının 19. yüzyıldaki yükselişi,ulusal tiyatronun gelişmesini de büyük ölçüde etkiledi. Davit Kldiaşvili ve Vasil Barnovi (Barnaveli) (1857-1934), iki edebi dönemi birleştiren yazarlardı. 19. yüzyıl edebiyatıyla sıkı bağları bulunan bu yazarların yapıtları 20. yüzyılın toplumsal ve ruhsal atmosferinin izlerini de taşır. Kldiaşvili, iki yüzyılın birleştiği bir dönemde yazdığı yapıtlarında soyluların yaşam biçimini, kadere karşı çıkmanın trajikliğini komedi ve belli ölçüde mizah düzeyine indirerek anlattı. Oldukça özgün bir sanat anlayışıyla yazan Barnovi, Armazis Mshvreva (1925; Armazi’nin Yıkımı) adlı romanında 1920’lerin Gürcistan’ın siyasal durumu dinsel bir atmosfer içinde sergiledi.
20. yüzyılında başında Gürcü edebiyatının başlıca temsilcileri Miheil Cavahişvili, Niko Lortkipanidze, Grigol Robakidze, Leo Kieçili ve Konstantine Gamsahurdia’ydı. Cavaihişvili, Martali Abdula (1925; Suçsuz Abdullah) adlı öyküsünde siyasal bürakratik aygıtın kurbanı olan Müslüman adamın portresini ustalıkla çizdi.
Lambalo da Kaşa (1925; Lambalo ve Kaşa) adlı uzun öyküsünde çarlık rejiminin uygulamaları karşısındaki Müslüman bir genci anlatırken milliyetçi ve dinsel baskıları karşı çıktı. Tetri Sakelo’da (1926; Beyaz Yaka) aydınları, Kvaçi Kvaçantiradze’de (1923-24) siyasal ve toplumsal olaylardan kendi çıkarına yaralanmasını bilen fırsatçı ve düzenbaz birini anlattı. Yapıtlarında estetik ve etik duyarlığı ön plana çıkaran Niko Lortkipanidze Tavsapariani Dedakatsi’de (1925; Başörtülü Kadın) dinsel açıdan yüce bir insanın trajik görünümünü çizdi. Mrishane Batoni (1912; Öfkeli Efendi), Raindebi (1912; Atlılar) gibi öykü ve romanları ise kaynağını tarihsel olaylardan alır.
Gürcü edebiyatının yakın dönemde en çok sözü edilen yazarlardan biri Grigol Robakidze’dir. Gvelis Perangi (Yılan Gömleği) adlı romanında, Batı’nın bireyci ve usçu uygarlığı ile Doğu’nun bütüncül ve kişilik üstü düşüncesi arasındaki çatışmayı ustaca işledi. Öbür bazı romanlarında totaliter rejimlerdeki aydınların yazgısını anlattı. Sovyet dönemi Gürcü edebiyatının kurucularından Leo Kiaçeli (1884-1963), en ünlü romanı Tariel Golua’da (1915) sosyal adalet için mücadelenin bütün insanlığın törensel ilkeleri ve Hümanist değerleriyle mutlak bir uyum içinde olması gereğini vurguladı. Sishli (1927-28; Kan) adlı romanında devrimci şiddetle hümanizmin çatışmasını işledi. Dışa vurumculuktan ve Nietzsche’nin düşüncelerinden etkilenen Konstantine Gamsahurdia, çağdaş insanın yozlaşmasını çarpıcı bir biçimde anlattı ve yaşamın ezdiği “küçük insanı” yüceltti. Dionisos Ğimili (1925; Dionysos’un Gülümsemesi) adlı yapıtının Thomas Mann’ın Der Tod in Venedig’i ile bazı ortak noktaları vardır. Mtvaris Motatseba (1935-36 Ay’ın kaçırılması) adlı romanında Sovyet sistemi ile eski kültürü karşılaştırdı. Gürcistan’da meydana gelen toplumsal hareketlerinin geniş bir panoramasını çizdi. Gamsahurdia’nın sanatsal açıdan en başarılı romanı, Mtsheta’daki bir katedralin mimarı Konstantine Arsakidze’nin tutsak bir prense duyduğu trajik aşkı çevresinde gelişen Didostatis Konstantines Marcvena’dır (1939; Büyük Usta Konstantine’nin Sağ eli).
Sovyet dönemi Gürcü edebiyatının önde gelen şairlerinden Aleksandre Abaşeli (1884-1954), simgeci bir şair olarak yazmaya başladı. (Mzis Sitsili, 1913; Güneşin Gülüşü). Daha sonra gerçekçi bir tutum benimsedi ve Antebuli Heivanide (1923 ışıklı geçit) ustalığını ortaya koydu. Bu çizgisini Gabzaruli Şarke (1929; Kırık Ayna), Leksebi (1944; Şiirler) gibi yapıtlarında da sürdürdü. Galaktion Tabidze (1891-1959), Klasik Gürcü şiirinin geleneklerinden yola çıkarak çağdaş Gürcü şiirini daha dayola çıkarak çağdaş Gürcü şiirini daha da ileriye götürüp doruğa ulaştırdı. Me Da Ğame (1913; Ben ve Gece), Mtatzmindis Mtvare (1915; Mtatzminda’da Ay), Mşobliuro Çemo Mitzav (1941; Benim Anayurt Toprağım) gibi yapıtlarda aşkı, doğayı ve çeşitli yönleriyle modern Gürcistan’ı konu edindi. Halkının duygu ve düşüncelerini tarihi ve geleneklerini yansıtan Giorgi Leonidze (1897-1966), Gürcü edebiyatının önde gelen toplumcu şairlerindendi. Şair İrakli Abaşidze (d.1909) Rustavel nakvalebze (1959; Rustaveli’nin izinde) adlı yapıtında duygu ve düşüncelerini ortaya koyarken, Grigol Abaşidze (d.1914) şiirlerinde ülkesine ve halkına bağlılığını dile getirdi.
Gürcü edebiyatında 1950’lerin sonunda, farklı bakış açıları olan, değişik entektüel yapıda şair ve yazarlar yetişti. Guram Rçeulişvili, Arçil Sulakauri, Tamaz Çiladze, Nodar Dumbadze, Guram Gegeşidze, Otar Çheidze, Merab Eliozaşvili, Reaz Çeişvili, Otia İoseliani, Otar Çiladze, Nodar Tzuleiskiri, Çabua Amirecibi gibi adlardan oluşan bu yeni kuşak, 1930 ve 1940’lı yılların biçimci ve kısır edebiyat modellerini yıktılar. Bu yeni oluşumda Guram Rçeulişvili’nın ayrı bir yeri vardı ve sınırları önceden belirlenmiş edebiyat anlayışının getirdiği engelleri aşabilmiş ilk yazarlardandı. Türkçe’ye en çok yapıtı çevrilen (Güneşi Görüyorum, 1969; Sonsuzluk Yasası, 1990; Kukuraça 1990) Gürcü yazar olan Dumbadze (1928-84), yapıtlarında özgün bir anlatım sergiler. Gürcü edebiyatı 1970’lerde başlayarak Gürcü insanın geleneksel yaşam biçiminin ve geleneklerinin değiştirilmesine yönelik çabalara karşı durdu. Çabua Amirecibi’nin Tutaşhia (1972-75) adlı romanın kahramanı gibi ahlaki birikime sahip olmak, yalnızca yazarının değil, toplumunda bir isteği olarak ortaya çıkmıştı. Töresel ve ulusal ideallere bağlı, farklı toplumsal değerler beslenmiş 1950’lerin sonlarından gelen sabırsız, radikal ve ahlaki değerlere bağlı genç kuşak 1980’lerde önemli ürünler veren kesimler oldu.[1]