Mektûbât (Mevlânâ)
Mektûbât (مکتوبات) veya Mekâtîb (Farsça: مکاتیب), mektuplar anlamına gelen bu eser Mevlânâ'nın dost ve akrabalarına, özellikle de Selçuklu emir ve vezirlerine nasihat için yazdığı 147 adet mektuptan oluşur. Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'nin ölümünden sonra, mektuplar bir araya getirilmiş ve bu esere de Mektûbât veya Mekâtîb adı verilmiştir.
Mektupların dördü Arapça diğerleri ise Farsça olarak yazılmıştır. Mektup yazma geleneği, İran ve Arap edebiyatlarında edebi bir tür olarak kullanılmasına rağmen, mektuplar edebi biçimde değil konuşma dilinde yazmıştır. Mektuplarında "kulunuz, bendeniz" gibi kelimelere hiç yer vermemiştir. Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa o sözlerle ve o vasıflarla hitap etmiştir.
Mevlâna’nın mektuplarını 1937 yılında ilk kez Prof.Dr. F. Nâfiz Uzluk yayınlamıştır. İran’da ise 1956 yılında bu eserden yararlanan Yusuf Cemşid tarafından yayınlanmıştır.
Türkçe Tercümesi
Eser, Abdülbaki Gölpınarlı tarafından altı yazma nüshası değerlendirilerek, Konya Mevlana Müzesi'ndeki 79 numarada kayıtlı bir nüsha (istinsah tarihi 1351-1354) esas alınmış ve karşılaştırmalı olarak tercüme edilmiştir. Tercümesine, XXIII sayfalık değerli bir “SUNUŞ” yazan Gölpınarlı, yazmalardaki sıraya göre mektupları tercüme etmiş, eserin sonunda da mektuplarda ismi geçen şahıslar hakkında açıklayıcı bilgiler vermiştir. Şu ana kadar tek tercüme olan bu kitap, ilk olarak 1963 yılında İstanbul'da yayınlanmış ve bir daha baskısı yapılmamıştır.
Mektuplar Kimlere Yazıldı
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, 147 adet mektubun seksen tanesini; Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus (9 adet) ve Emir Muineddin Pervâne (25 adet) gibi padişah, emir ve üst düzey devlet görevlisi olan kişilere yazmış ve bu mektuplarda çeşitli hayır ve yardım işlerinin yerine getirilmesi için onlara ricada bulunmuştur. Mevlânâ bu tarz mektupların birinde (80.mektup) Sultan II. İzzettin Keykavus'a “oğul” diyerek sâmimî bir ifade kullanmıştır.
Celâleddîn Rûmî, sultan, emir ve devlet ileri gelenlerine yazdığı bu mektuplarında, devlet ya da yöneticiler tarafından haksızlığa uğramış kişilerin kendisine ilettikleri şikâyetlerini ilgili yerlere yazarak, bunların mağduriyetlerinin giderilmesini istemiş ve hemen hemen tamamı yerine getirilmiştir.
Bu şahıslara yazılan mektupların bazıları da rica mektubu olmayıp, günümüzdeki anlayışla hal-hatır sorma bâbından yazılmış mektuplardır. Mektupların yedi adedi de büyük oğlu Sultan Veled (2 adet), küçük oğlu Alâaddin Çelebi (3 adet), kızı Fatma Hatun (1 adet) ve diğer oğlu Âlim Çelebi (1 adet) ye yazılmış ve onlara çeşitli tavsiye, teselli ve öğütlerde bulunulmuştur.
Mevlânâ, üç mektup da halifesi ve yakın dostu Hüsâmeddin Çelebi'ye yazmış; bu mektuplarında onu övmüş ve Çelebi'nin söylediği sözlerin kendisi tarafından tamamen desteklendiğini vurgulamıştır. Mektupların kalanları da çeşitli vesilelerle günümüzde haklarında fazla bilgimiz olmayan şahıslara yazılmış; bazıları da Mevlâna'ya gönderilen mektuplara cevap niteliği taşımaktadır. Birkaç mektubun da kime gönderildiği belli olmayıp muhatabın ismi «fulâneddîn» şeklinde anılmıştır.
Mektubatın Edebi Tarzı
Mevlânâ diğer mensur eserlerinde olduğu gibi mektuplarında da sade ve anlaşılır bir Farsçayı tercih etmiş; nadiren de edebî bir dil kullanmıştır. Yine diğer eserlerinde olduğu gibi mektuplarını da konu ile alâkalı Ayet, Hadis, kendisinin ve diğer şairlerin (özellikle Attâr ve Senâî) şiirleri, atasözleri ve hikâyelerle süslemiş ve muhataba vermek istediği mesajı iyice pekiştirmiştir.
Mektuplarına, genellikle «Allah kapıları açandır» manasındaki «Allah mufetihu'l-ebvâb» cümlesiyle başlayan Mevlâna, muhatabını güzel lakap, söz ve unvanlarla onurlandırır; daha sonra söyleyeceklerini dile getirir; mektubu yazma amacını belirtir, istek mektubu ise «Kim bir iyilikle gelirse, ona o iyiliğin on misli vardır.» (Kur'an VI/160), «İnsanların hayırlısı, insanlara faydası dokunandır.» (Hadis-i Şerif) ve «Tatlı suyun başı kalabalık olur» gibi Ayet, Hadis ve atasözleriyle muhatabını yönlendirir; sonunda ise mektubun muhatabına ömür boyu başarı, sağlık, kuvvet, bereket vs. diler ve mektubunu tamamlar.
İlk İki Mektup
1. Mektup
Rahman ve Rahim Allah adıyla ve onunla yardım dileriz. Yaratıp olgunlaştıran yüce Tanrı, kullarından bir kuluna, boyuna arka olmak, lütufta bulunmak, yardım etmek, devlet ve kutluluk vermek dilerse, ona, şükretmeye başarı verir, öylesine ki o kula, yüz kez acılık erişse, bir kez de o kul, bir tatlılık elde etse, o, bir tatlılığı, yüz kez, yüz çeşit sözle, yüz yerde, yüz durakta açar, söyler de, o yüz acıyı bir kez bile açıp söylemez; ancak din dostlarından ayrılmak acısını söyler; çünkü din dostlarının ayrılığından feryat etmek, teşbihtir; Kur'an okumaktır; esenlik onlara, peygamberlerin sünnetidir. Esenlik ona, Eyyup, uğradığı belâdaki büyüklüğü duymaya bile hiçbir gönlün dayanamayacağı kadar zahmetler içindeydi; bütün bunlarla beraber on-sekiz yıl içinde, dilinden Tanrı şükrünü düşürmedi. Ama din dostunun, yâni dinde onunla dertdeş, solukdaş olan ayâlinin ayrılığına düşünce, «Bana zarar erişti» diye feryada başladı. Din dostunun kadrini, din eri bilir. Din dostlarının kadrini, tadını öğrenmek isteyen; bilgin, adâlet ıssı, devleti dindar, Tanrı'dan korkan, kerem sâhibi, beylerin canı, padişahlarla sultanların yakını olan pek aziz emîr, oğlum Necmeddin'den öğrensin. Dindarlığı, gerçekliği, temizliği, tam inancı o denli yayılmıştır ki övülmesine hacet yok. Hak da bilir ve tanıklık eder ki o aziz oğul, bu uzun yolculukta nasıl garipse, kendi şehrinde, yakınlarının arasında, adamlarının içinde de gariptir. Tanrı da bilir ya, bu baba, önce gelen sultanlarla sonra gelenler arasında eşi az bulunan, adâlet, ihsan denizi, ahır zamanda rahmet Mehdî'si olan, menkıbeleri her yana yayılan, herkesçe duyulan, bu yüzden de söylenmesi, anlatılması gerekmeyen, âlemi bezeyen padişahın devletinin başlangıcından beri candan, gönülden, hem de dileyerek, isteyerek, içinden gelerek, garezsiz olarak, salt Allah rızası için devletinin sürüp gitmesine duacıdır; Rahmân'ın gayretinden korkuyorum; yoksa devletine yakışır bazı sözlerle onu över, bu sözlere deliller de getirirdim. Allah saltanatını ebedî kılsın, gecelerle gündüzler yenilendikçe devleti de yenilensin.
Görünüşte yanınızda değilim ama bütün tapınızda bulunanların, soluktan soluğa muhtâc oldukları, yardım diledikleri, dileklerini sundukları, isteklerini bildirdikleri tapıda, onun devletinin sürüp gitmesine duacıyım. Şu dostluğu, sevgiyi bildirişim de, Allah ona rahmet etsin, esenlik versin, peygamberliğin en yüksek makamına sahip olanın izniyledir, fermanıyladır. Sahabeden biri, Peygamber'in huzurunda oturmadaydı. Bir büyük kişi mescidin kapısının önünden geçti. O sahâbi, ey Allah elçisi dedi, bu geçen aziz kişiyi candan, gönülden seviyorum ben. Esenlik ona, Peygamber, git buyurdu, ona bildir. Bu buyruktaki hikmeti, sırrı kaleme alsak söz pek uzar. Bir de şu var: Allah bayrağını yüceltsin, her zaman, âlem padişahının tertemiz eşiğinden haberler alıyordum. Her lütfu, her rahmeti, her padişahlığı, yeniden yeniye bu babanın kulağına geliyordu; geldikçe de seviniyordum. Sevincim iki yüzdendi. Biri fazla sevgimden, fazla düşkünlüğüm- dendi. Çünkü seven, hiç mi hiç, kendi olgunluğuna bağlı olamaz; kendisinin iyi bir ad-san ıssı olmasını istemez; ancak sevgilinin üstün olmasını, olgunluğa ulaşmasını, iyi bir adla anılmasını ister, onunla sevinir. Bu, aşk medresesinin derslerinden bir meseledir. Burada ileriye gidemem ki. Çünkü bu konunun seli, beni de kapar götürür, mektubu da, mektubu yazan şeyhlerin şeyhi, kalplerin emini Husâmeddîn'i de; Allah bereketini daimi etsin; bu müddet içinde o da, bir soluk olsun, duayı, övüşü bırakmamıştır. Bu babanın sevinmesinin ikinci sebebi, Allah devletini yüceltsin, bu padişahın ihsanlarını duymasıdır. Duydukça da, Allah devletini arttırsın, devleti hiç gerilemesin, kat-kat artsın, bu devlete olan sevgim, düşkünlüğüm, Allah'a hamd olsun ki yerindeymiş, lâyığınaymış diyordum. Çünkü sevenin, güzel bir inciyi sevmesi, kendisinin öz temizliğindendir. On sekiz bin âlemde herkes, bir şeyi sever, bir şeye âşıktır. Her âşığın yüceliği, sevgilisinin yüceliği miktarıncadır. Kimin sevgilisi, daha lâtifse, daha zarifse, özü daha yüceyse, âşığı da daha azizdir.
Bölük bölük insanlar, çeşit çeşit âşıklardır; En ululan, en yüceleri, sevgilisi en ulu, en yüce olanıdır.
Gündüz kuşu, gece kuşundan üstündür; ışığın karanlıktan üstün olduğu gibi. Çünkü gündüz kuşu, güneşin ışığına âşıktır; gece kuşuysa karanlığa âşıktır. Bu meselenin anlatılması da pek uzun sürer; dalı, kökü pek çoktur. Allah gönüllerinizi genişletsin, kendisine ait bir ruhla güçlendirsin, kuvvetlendirsin sizi.
Âlem padişahının ikbâl ateşinin ve devletinin yüceliğini, üstün olacağım; Allah hükmünü yürütsün; gün doğdukça, kuşlukçağı geldikçe yüceldikçe yücelsin; hükmünün yürüyeceğini, buyruğunun tutulacağını yormuştum; bu yoruşumun bir sebebi de şuydu ki, yardımının güneşi, kendi kulu olan aziz oğlumuz, beylerin canı ve üstünü, Necmeddin'i fazla ısıttı; kutlu gönlü, hem hüküm divanında, taht basamağında, hem bilim ve rahmet tapısında onu kendine daha artık yaklaştırdı; yıldızı, Allah'ın devlet, olgunluk ve dileklerinin elde edilişi bakımından bütün sultanlara üstün ettiği sultanımızın devlet güneşinden boyuna ışıklansın. hatta bu sözlerin de yeri mi? Zati âlem padişahının bütün buyrukları, bütün düşünceleri, soluğu soluğuna, kutludur, mutludur, devlete, ikbâle ulaşmayı kolaylaştırır. Çünkü kutlu gönlü, zayıflan, mazlumları gözetmededir; gözleri, yardım isteyenlere, muhtaçlara çevrilmiştir. Bu yüzden de, «Kim bir iyilik ederse, bir iyilik ederek gelirse» ayetinin yardım gözü, onun devletini gözetmededir.
Kutlu gönlünü bütün sultanlardan alsın da, ulu, yüce sultanlar sultanına versin, bu bağlılığı da günden güne artsın diye bu müddet içinde, bütün bu murada ermeyişler, Tanrı gayretiyle devletine yol buldu. Hak Hazreti, dünya mülküne bağırdı; padişahın karşısında çır- çıplak soyun da padişah, vefasızlığının ayıplanın görsün; boyanı, düzgününü tiksindirici sularla yıka, akıt da bu padişah, daha devletinin başlangıcında senin yokluğunu görsün; görsün de kutlu gönlünü tümden bize versin, böylece de iki âlemde de saltanatı, başkalarından daha fazla artsın, ebedi olsun; başka padişahlar, senin yokluğunu, devletlerinin sonunda gördüler; seninle aşk oyununa giriştiklerine, sana gönül verdiklerine pişman oldular dedi. «Ve kim Allah'a dayanırsa o, yeter ona.»
Bu mektubun her satırında bir işaret var; anlatmak gerek ki yalnız görünüşe bakan, az, karışık anlayışla tevile kalkışmasın. Fakat sözü uzatmak ayıbından korkuyorum da apaçık anlamanı Allah'tan diliyorum. Gerçekten de odur duaları kabul eden, özü doğruların dualarını makbul eyleyen.
2. Mektup
Ululandıkça ululansın, mülk ıssı yüce padişah, birisine dünya mülkünü verir; başına yücelik tacım kor; saltanat tahtına oturtur onu. Ülkeleri, şehirleri onun buyruğuna râmeder; baş çekenlerin gönüllerini, kendileri isteseler de, istemeseler de ona bağlar; hazneleri, askerleri, onun dileklerine feda eder; o da haznelerin lütfuyla, askerlerin kahriyle, kendi padişahlığını isteyenlere bağışlarda bulunur; minberin üstünde, hutbede adını okutur; gümüş, altın, bütün paralara adını, damgasını bastırır. Fakat pek az bir zaman içinde, önüne ön olmayan mühendisin toprak levhine çizdiği bu çizgileri, gene o mühendis, her gece yok eder-durur; çünkü «Bir delil olan geceyi giderdik» denmiştir. Gecenin habersizliği içinde ne emir kalır, ne memur; ne hâkim kalır, ne mahkûm; ne efendi kalır, ne kul. Bu çizgilerin, bir tek mühendisin eline mahkûm olduğunu bilsinler diyedir bu. Gerçekten bir koku almadılar mı da, herkes bu durmayan, bu ebedi olmayan saltanat dalgıcının, ebedi saltanatı, ebedi tacı - tahtı, askeri - hazneyi bildirme için bir numune, bir usturlap olduğunu anlasın, bilsin diye hepsini ölüm gecesiyle yok eder. Çünkü her hayâl, bir gerçeğin numunesidir; her rüya, bir yoruşun numunesi. Beylerin padişahı ulu Pervane'nin, meleklere, peygamberlere yaraşan yüce himmetini sarf etmesi, zevali olmayan Tanrı'ya kavuşmak için özlemler çekmesi, ibadette, itaatte bulunması, Tanrı razılığını istemesi, yoksulların gönüllerini alması her işin sonunu düşünmesi, Tanrı'nın vaatlerine dayanması da bir rüyadır; bu rüyanın yorumu, Tanrı tapısında biricik olan o zatın yüce mertebeye erişeceğidir, tam yardıma kavuşacağıdır, iyi bir son elde edeceğidir. Allah yüceliğini ebedi kılsın; güzel huyları, olgunluğuna tanıktır. Ona bağışlanan bu başarı kutluluğunun sonu gelmesin, bu kutuluk kesilmesin.
Aziz oğlumuz Sadreddîn'e lütuflar buyrulmuş; öğrendik, şükürler ettik; umarız ki gecikmez. «Geciktirmede, hayır için afetler vardır, geciktirme. Namazı, vakti geçmeden kılın, tez olun.» Nâipler, nereden verelim, nasıl edelim derler.
Ustan, aşktır senin; oraya varınca, Zati o, hâldiliyle sana söyledi mi, dediğini yap.
Erlerden gönül iste, bilgisizden lâf. Sedeften inci iste, ceylândan misk;
Geri kalanı malumdur; apaçık meydandadır. Allah için olsun, Allah için olsun, Allah için, bu iş, nâiplere havale edilmesin.
Arslanların boyunları, başlarına gelen işleri, Kendileri yaptılar da, o yüzden kalınlaştı.
Dipnotlar
- Abdülbâki Gölpınarlı, İstanbul; 9. "Safer" 1382 11.VU.1962