Kommagene Krallığı

Kommagene Krallığı, İranlı Orontid Hanedanı'nın Helenleşmiş bir kolu tarafından yönetilen ve MÖ 163 - MS 72 yılları arasında varlık göstermiş bir Greko-Pers krallığıdır.[1] Partlar, Ermeniler ve Romalılar arasında tampon bir ülke olmuş, çok kültürlü bir devlettir.

Βασίλειον τῆς Kομμαγηνῆς
Kommagene Krallığı
MÖ 163-MS 72
MS 50'de Kommagene
Başkent Samosata
Yaygın diller Antik Yunanca (Resmi Dil) Persçe (Yöneticilerin Dili) Aramice (Halk Dili)
Asurca (Halk Dili)
Ermenice (Halk Dili)
Hükûmet Monarşi
 MÖ 163-130
Ptolemaios
 MÖ 69-40
I. Antiokhos Theos
 MÖ 38-72
IV. Antiokhos
Tarihçe  
 Kuruluşu
MÖ 163
 Dağılışı
MS 72
Öncüller
Ardıllar
Seleukos İmparatorluğu
Roma İmparatorluğu
Günümüzdeki durumu  Türkiye
 Suriye
Antiokhos'un yaptırdığı mezar tepesi, Nemrut Dağı Millî Parkı, Adıyaman.

Tarih

Tarih Öncesi Dönem

MÖ 5000 ile MÖ 3000 yılları arasındaki dönemi kapsayan Kalkolitik Dönem’in erken dönemi (İlk Kalkolitik Dönem) olarak bilinen Halaf kültürü, Samsat'ta kendini göstermiştir. Her ne kadar MÖ 7.000 yılına ait bulgular elde edilse de sosyal hayatın Samsat'ta Halaf kültürünün etkisiyle başladığı düşünülmektedir.

Bölgenin Sümer kaynaklarında geçmesi ve Luviler

MÖ 2144–2124 yılları arasında hüküm süren Sümer hükümdarı Gudea'nın yazıtlarından Aratta olarak alınan bölge içinde bulunan Hahhum kenti (Sümerce: Ḫaḫḫum, Hititçe: Ḫaḫḫa), Sümer yazıtlarında altın kaynağı olarak kaydedilmiştir. Hahhum, Samsat yakınlarında bulunan ve büyük ihtimalle Kummuh veya benzeri bir ismin Sümercedeki söylenişidir. Bölgenin Sümer kaynaklarında geçen isminin Luvice olduğu düşünülmektedir.

Tarihte bölgede yaşayan ve adı bilinen ilk kavimler Hititler ve Luvilerdir. Bölgede Hititlerden önce MÖ 2300 - MÖ 1700 yılları arasında Luvilerin olduğu düşünülmektedir. Bölge, Luvilerin en doğu kollarından biriydi. MÖ 1700'lerden sonra ise Hititlerin ağırlığı hissedilmektedir.

Hitit İmparatorluğu ve Geç Hitit Dönemi

Hititler ile tarih sahnesine çıkan bölge sonraki yıllarda, özellikle MÖ 1200 civarında Hitit-Mitanni mücadelesine sahne oldu. Hitit ülkesi, Deniz Halkı denilen grup başta olmak üzere kuzeyli istilacıların baskıları sonucu yıkılınca Geç Hitit devleti ortaya çıkar.

Önceleri Hitit Devleti'nin kontrolünde olan bölge Hititlerin merkezi yönetiminin yıkılmasıyla sonraki zamanlarda, Kummuh (veya Kummuhu, Qummuh, Qumahai, Kummukh) adıyla anılan bu bölge, bağımsız hareket etmeye başlamıştır. Ancak büyük güçler arasında denge politikası izlediğinden er geç diğer Geç Hitit devletleri gibi Asur güdümünde olmaktan da kurtulamamıştır. Bu krallığın aynı adı taşıyan başkenti, bugün Atatürk Barajı Gölü’nün altında kalan Samosata (Samsat) Höyük'tür. Bu şehir doğu ve batı arasında önemli bir nehir olan Fırat Nehri'nin ender geçiş verdiği bir yerlerden biridir. Kummuh Krallığı’nın sınırları bugün hemen hemen Adıyaman ili sınırları ile örtüşür.

Bölge ilk kez MÖ 886’da Kummuh kralı Katazili’nin Yeni Asur İmparatorluğu’na vergi ödediği bilinir. Kummuh, Patin Kralı Lubarna ile birlikte Assur hükümdarı II. Aşurnasirpal'e vergi ödeyip karşılığında korunma edinen sayısız küçük krallıktan sadece biriydi. Bu göreli tek taraflı ilişkinin varlığı Kahramanmaraş Müzesi’nde bulunan Pazarcık Anıtı'ndaki yazıt ile kanıtlanır.

III. Şalmanezer'in MÖ 858 yılında vergisini ödemek istemeyen Gurgum kralı Mutallu'nun üzerine bir sefer düzenlemiştir. Bu sırada Kummuh Kralı Katazili de Gurgum'u açıktan olmasa da ona yakın durmaktadır. III. Şalmanezer, bölgeye geldiğinde ise iki ülke de savaşsız teslim olur. Katazili'den sonra Kundaşpi de Asur'a haraç ödemeye devam eder.

Daha sonra Asur'un aldığı yüksek vergilerden dolayı içinde Kummuh'un da olduğu sekiz devlet isyan eder ve MÖ 805’de Asur kralı olan III. Adad-nirari, sekiz kralın oluşturduğu ittifaka karşı bir sefer düzenler. İttifakı yenerek bu devletleri tekrar etkisi altına alır ancak yıkmaz. Bu olaydan birkaç sene sonra III. Adad-nirari, Kummuh Kralı Uşpilulume ile Gurgum (Kahramanmaraş civarı) kralı Palalam oğlu Kalparunda arasındaki sınır sorununu, Kummuh lehine yeniden düzenler. MÖ 796 dolaylarında MÖ 805 seferine neden olan ittifaktan bir kez daha bahsedilir. Bu defa ittifakı oluşturanların arasında Gurgum da katılır.[2]

Sonraki çağlarda bu bölgeye ve bölgeye hakim olan krallığa “Kommagene” adının verilmesi veya bu şekilde adlandırılmasının kökeninde Geç Hitit devletçiği olan "Kummuh" adının söz ve ağızda değiştirilerek Hellenize olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir.

Asur ve Urartu İmparatorlukları Dönemi

MÖ 8. yüzyılda Kummuh (Açık Kahverengi)

Yeni Asur İmparatorluğu Dönemi'nde yazıtlarda "Kummuh" olarak geçmektedir. İmparatorluğa bağlıyken III. Şalmaneser’in ölümünden sonlara doğru büyük bir isyan hareketi başlattığı ve kısa süreli bir bağımsızlık kazandığı anlaşılmaktadır. Denge siyaseti izleyen Kummuh Krallığı, Asur ile ilişkilerinin bozulduğu zaman Urartuların hakimiyetini tanımaya meyilliydi. Bu yüzden Urartu Kralı II. Sarduri, batıda Melid (Malatya) üzerine yaptığı seferde Fırat’ı geçerek Kummuh Kralı Kuştaşpili üzerine ilerlemiştir. II. Sarduri, vergi almakla yetinmeyip bölgeyi doğrudan kendine bağlamaya kalkınca Kummuh savunma savaşı verdiyse de başarısız oldu. II. Sarduri'nin bu seferi, Doğu Akdeniz’e ulaşan ticaret yollarını denetlemek isteyen Asur ile Urartu arasında çatışmaya neden olmuştur.

Böylece Urartu Devleti, MÖ 8. yüzyılın ortalarında batısında kalan ve Hate olarak adlandırdığı birçok Geç Hitit devletinde olduğu gibi Melid ile beraber Kummuh’u da vergiye bağlamıştır ve böylece Urartu kralı II. Sarduri zamanında Urartulara bağlı hale gelmiştir. Asur'u tekrar egemen güç haline getiren ve bu durumdan rahatsız olan Asur Kralı III. Tiglat-Pileser, 743 yılında Anadolu'ya bir sefer düzenler Urartu Devleti ve vassal müttefikleri (Tabal kralı Wassusarma, Gurgum kralı Tarhulara, Melid kralı Sulumal, Kummuh Kralı Kuştaşpi, Keveh Kralı Urukki, Arpad Kralı Mat’ilu, Karkamış Kralı Pisiris) ile karşı karşıya gelir. III. Tiglat-Pileser, MÖ 743 yılında Urartular ve müttefiklerine karşı gerçekleştirdiği Halpa (Gölbaşı) Savaşı'nda zafer kazanarak bu bölge ile beraber birçok bölgeyi tekrar krallığına kazandırdı. Bu savaşta 73 bin esir alınır. Kummuhu kralı Kuştaşpi, Assur hakimiyetini tanır veya tanımak zorunda kalır. Savaştan önce koalisyon, kendileriyle birlikte hareket etmeyen Sam’al kralı Barşur’u öldürtmüşlerdi. Bu yüzden suçlu bulunmalarına rağmen Melid Kralı Sulumal, Gurgum Kralı Tarhulara ve Kummuhu Kralı Kuştaşpi affedilir.

Koalisyonu dağıtan Asur kralı, Sam’al krallığının başına II. Panamuwa’yı getirir. Ancak ondan da haraç alır. Geç-Hitit Devletleri böylelikle Asur’un üstünlüğünü kabul eder. Ayrıca bu ittifakta Unqi’nin yer almaması bu devletin Asur yanlısı olduğunun bir göstergesidir. Halpa yenilgisi Urartu Devleti’nin Doğu Akdeniz ve Kuzey Suriye ticaretinden ve bölgenin maden kaynaklarından yoksun bırakmıştır. Bu yüzden Urartu'nun gücü büyük oranda kırılmış, Asur'un bölgedeki egemenliği pekişmiştir. Halpa Savaşı'na Urartu’nun müttefiki olarak katıldığı anlaşılan Geç Hitit devletleri ve bölgedeki diğer güçler Asur’a vergi ödemeye başlamışlardır. Asur bu tarihten sonra Mezopotamya’nın tek egemen gücü haline gelmiş, Doğu Akdeniz ve Geç Hitit bölgesi üzerindeki denetimini artırmıştır. III. Tiglat-Pileser, MÖ 735 yılında Urartuların başkenti olan Tuşpa'yı kuşatarak bölgedeki Urartu nüfuzuna son verildi. Bu savaştan sonra Kimmer ve İskit istilaları ile de zayıflayan Urartular yerine Orintid Hanedanlığı'nın yönettiği Ermeniler tarih sahnesine çıkmaya başladı.

Bölgedeki krallıkların özekliği feshedilerek Yukarı Dicle Bölgesi'ni kapsayacak şekilde Tuşhan Eyaleti oluşturuldu ve Kummuh da bu eyalete bağlandı. Fırat’ın doğusundaki Arami kenti Hadatu, eyalet merkezine dönüştürülerek içinde bir Asur sarayı inşa edildi. İlerleyen zamanlarda bölgenin ileri gelenleri, giderek güçlenen Muşkili Mita (Frig kralı Midas) önderliğinde Frigler ve Tabal'ın kurduğu koalisyonda yer alarak Asur İmparatorluğu’na karşı direnme konusunda işbirliği yapmaya başlamıştır. II. Sargon'un MÖ 718, MÖ 715, MÖ 714, MÖ 705 tarihlerinde gerçekleştirdiği seferlerde eski düzeni büyük ölçüde yeniden sağlamaya çalışmıştır, nitekim bölgenin MÖ 708 yılında tekrar Asur kontrolüne geçtiği görülmektedir.

Assur kralı II. Sargon, Kummuh’u ele geçirdiği vakit, imparatorluğun birçok bölgede yaptığı gibi kalıcı bir çözüm geliştirmek için şehirdeki buradaki tüm halkı da göçe zorlayarak Güney Mezopotamya’ya gönderdi ve bölgenin demografisini değişmesine neden oldu. Giden halkın yerine de Kummuh’a da güneyden getirttiği Babil soylu Samileri yerleştirdi. Hitit kökenli Kummuh halkı ise Asurlar arasında eriyerek yok oldu.

Asur'un zayıflamasıyla bölge, bağımsız hareket etme imkanı buldu veya Anadolu kökenli çeşitli devletlerin etkisi altına girdi. MÖ 8. yüzyılın sonları ve 7. yüzyılın başlarında Kimmer saldırıları nedeniyle zayıflayan Frigler ve diğer Anadolu devletleri Asur'dan yardım isteyince bölge tekrar Asur nüfuzu altına girdi. Kummuh, Asur yıkıldığı zaman gözden kaybolur. Asur başkenti Ninova’nın MÖ 612’de düşmesinin ardından Asur ordusundan ve onların Mısırlı yandaşlarından geriye kalan gruplar, ilk olarak Harran’a ve daha sonra da Fırat’ın batı kıyısına çekilerek Kumuh civarına yerleştiler. Onları Babilliler izleyerek Kummuh’u, yani Samsat’ı ele geçirirler. Böylece bölgede Hitit, Babilli, Mısırlı, Asurlu karışımı kozmopolit bir demografi oluşur. Buna dah sonradan Pers ve Yunanlar da eklenecektir.

Med ve Pers Hakimiyeti Dönemi

Ahameniş İmparatorluğu'nun MÖ 539 yılında Babil’i ele geçirmesiyle başlayan süreçte Anadolu'nun tamamı ilke birlikte bu bölge de MÖ 330 yılında Büyük İskender'in doğu seferine kadar Pers hakimiyetinde kalmıştır. Urartuların zayıflamasıyla ortaya çıkan Orintid Hanedanlığı, savaşmadan veya çok az bir mukavemetle Med İmparatorluğu ve Ahameniş İmparatorluğu'nun egemenliğine girmiş ve hakim oldukları alanlar yine kendilerine verilerek bu imparatorluklar adına Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki satraplıklarını yönettiler. Buradaki Ermeni soylular, Persleşmeye başlamıştır.

Erken Helenistik Dönem

Helenistik Dönem, MÖ 331 yılında Büyük İskender'in doğu seferi sırasında bölgeyi, Gaugamela Savaşı'ndan kısa bir süre sonra Ahameniş İmparatorluğu'ndan alarak kendi imparatorluğuna dahil etmesiyle başlamıştır. İskender, Perslerin sistemini aynen devam ettirerek bölgeyi yine Orintidlerin yönetimine bırakmıştır. Ancak daha öncesinde neredeyse tamamen Persleşmiş bölge soyluları bu noktadan sonra Helenleşme başlamıştır. İskender'in ölümünden sonra bölge, Seleukos İmparatorluğu'nda kalmıştır. MÖ 163 yılında Seleukosların bir satraplığı olduğu ilan edildi. Bu dönemde Kummuh, artık Samosata (Antik Yunanca: Σαμόσατα) olarak anılmaya başlandı. Bazı sikkelerden hareketle Erken Helenistik Dönem'de Part İmparatorluğu'nun Ermenistan Krallığı'nın bir parçası olma ihtimali gibi güçlü bir ihtimal de bulunmaktadır. Değilse dahi etkisinin büyük olduğu düşünülebilir. Yine bu dönemde hem Pers hem de Grek kültürünün etkilerini taşıdığından iki kültürün birleştiği önemli bir nokta olmuştur.

Bağımsızlık Dönemi ve Helenistik Dönem

MÖ 4 ve 3. yüzyıl boyunca Seleukos İmparatorluğu'nun içeriden ve dışarıdan gelen etkenler sonucu zayıflamaya başlamasıyla hem doğu hem de batı bölgelerinde parçalanmalar gerçekleşmeye başladı. Seleukos İmparatorluğu'nun hüküm sürdüğü yerlerde satraplar, bölge yöneticileri ve kabile reisleri bağımsızlıklarını ilan etti. Bazı devletler bağımsızlığını korurken, bazıları bunu başaramadı. Anadolu’da ise Kapadokya, Paflagonya Krallığı, Pontus Krallığı, Bergama Krallığı, Bitinya Krallığı gibi krallıklar bağımsız oldu.

MÖ 200'lü yıllarda gücünü toparlamaya çalışan Seleukoslar, kendilerinden ayrılan küçük devletleri tekrar kendine bağlamak istedi ve benzer olayları yaşayan Makedonya imparatorluğu ile bir ittifak kurdu. Bergama ve Rodos krallıkları ise buna karşı Roma İmparatorluğu'ndan yardım istedi. Yayılmacı bir politika işleyen ve etkisi arttırmak isteyen Roma küçük krallıkların yanında yer aldı. Roma İmparatorluğu, Makedonya İmparatorluğu'nu mağlup edince Anadolu'da tutunabildi ve Anadolu'da Roma etkisi başlamış oldu. MÖ 190 yılında Ege Denizi kıyılarında yer alan ve aynı adı taşıyan bölgede Magnesia Savaşı'nda Seleukos İmparatorluğu'nu alt eden Roma İmparatorluğu, Anadolu'nun büyük bir kısmını da kapsayacak şekilde Doğu Akdeniz Bölgesi’nin en güçlü devleti durumuna geldi. MÖ 188 yılında imzalanan Apamea Antlaşması ile Seleukoslar, Toroslara kadar tüm Anadolu’yu Roma'ya ve Roma güdümündeki Bergama ve Rodos krallıklarına bırakmak zorunda kaldı. Ayrıca yüklü miktarda savaş tazminatı da ödeyen devlet iyiden iyiye zayıflayarak etkisini yitirdi. Kommagene Bölgesi yine Seleukos İmparatorluğu'nda kaldıysa da sınır noktalarından birini oluşturdu.

Ermeni Orintid kökenli Greko-Pers bir soylu grubuna sahip olan bölge, kuzeybatısındaki Sofene genel yönetimine bağlı bir yerel yönetim merkeziydi. MÖ 163 yılında Kommagene Bölgesi, Sofene'den ayrıldı. Bundan bir yıl sonra da, MÖ 162 yılında zayıflayan Seleukos İmparatorluğu'nun satrapı (valisi) Ptolemaios'un isyanı neticesinde bağımsızlık kazandı.

M.Ö. 133 yılında Bergama Krallığı miras yoluyla Roma Cumhuriyetine bırakıldı ve bu krallığın toprakları üzerinde Asya Eyaleti kuruldu. Böylece Roma, bölgede doğrudan kendine bağlı toprak parçasına sahip oldu ve genişlemeci siyasetini devam ettirdi. Kommagene Krallığı da Roma'nın siyasi etkisi altına girmeye başladı.

İlk kral olan Ptolemaios'un hanedanı, Part kralları ile ilişkiliydi. Ptolemaios'un soyundan gelen ve üçüncü kral olan I. Mithridates Callinicus (MÖ 109 - MÖ 70), Helenistik kültürü benimsemiş ve Suriye Yunan Prensesi VII. Laodice Thea ile evlenmiştir. Böylece Ptolemaios Hanedanı, soyunu aynı zamanda Büyük İskender'e de dayandırabildi. Bu soy iddası sayesinde Seleukoslarla olabilecek muhtemel savaşı da ortadan kaldırabilme ve kalıcı bir barış sağlama umudu taşınıyordu. Bu evlilikle artan Helenizm etkisi Kommagene Krallığı'nı kısa sürede kuzeydoğu komşusu Sofene ile birlikte bölgedeki Helen ve Roma kültürünün temsilcisi yaptı. Diğer yandan I. Mithridates Callinicus'un, Ermenistan Kralı II. Tigran'ın hakimiyetini tanıdığı kesin olmasa da büyük bir ihtimaldir.

Mithridates ve Laodice'nin oğlu I. Antiochus Theos, MÖ 70 yılında dördüncü kral olarak hüküm sürmeye başladı. Antiochus, MÖ 64'te Pontuslu VI. Mithridatis'e karşı düzenlenen seferler sırasında Romalı general Gnaeus Pompeius Magnus'un müttefikiydi. Antiochus, diplomatik becerileri sayesinde Kommagene'yi Romalılardan bağımsız tutmayı başardı.

En ünlü kralı I. Antiochos olup bu kral zamanında Ermeni Kralı Tigran, Partlar (Orades,Pokaros ve Pharaates) ve Romalılar (Lucullus, Pompeius, Marcus Tillus Cicero, Jül Sezar, Mark Antony) gibi birçok devletle siyasi ilişkiler kurmuştur. Bu ilişkilerinde zaman zaman sorunlar çatışmalar yaşamasına rağmen genel olarak bir denge politikası izlemiştir. Bu bağlamda Roma'ya bağlılık göstererek Roma vatandaşlık göstergesi olan "Toga" giysisini giymeye hak kazanıp giyerken diğer yandan Part Kralı Orades'e kızını vererek ittifak kurmuştur. Ancak bu ittifaklar ve denge politikası her iki tarafta da kuşkuyla karşılanmasına ve yeni Part Kralı Phraates tarafından öldürülmesine neden olacaktır. Doğu Batı Sentezini oluşturmaya çalışan I. Antiochos'un bunu Pontus Kralı Mithridates'ten esinlenerek oluşturduğu düşünülmektedir.[3] Bu doğrultuda Antiochos Theos; Zeus ve Ahura Mazda'nın eşit gösterildiği Nemrut Dağı merkezli, Yunan ve Pers dinlerinin bir sentezi olan din ve panteon meydana getirmeye çalışmıştır. Eserlerin yazıtları Yunancadır. MÖ ve MS dönemlerinin ilk yıllarında bölgedeki mezar taşlarında da Yunanca kullanılmıştır.

Kommagene Krallığı'nın kralları, Ahameniş İmparatorluğu'nun en meşhur krallarından biri olan I. Darius'un (Büyük Dairus) soyundan gelen II. Artaserhas'ın kızı Rhodogune ile evlenerek, atalarını Büyük Darius ile Perslerin Ermenistan satrapı ve Orintid Hanedanı'nın kurucusu I. Orontes'in soyundan geldiklerini iddia ettiler. Orintid Hanedanı'nından geldikleri konusu, sadece soyluların bıraktıkları kitabelerden ibaret olup bunun dışında bu durumu kesin olarak ortaya koyabilecek bir kanıt yoktur. Soylular arasında Persçe konuşulduğu veya en azından Persçeye yatkın oldukları bilinmektedir. Bu dönemde yerel halk olarak Ermeniler, yerelleşmiş Aramiler, Helenler, Asurlular, az da olsa Perslerin yaşadığı ifade edilse de bu konuda kesin herhangi bir yargıda bulunulacak veri yoktur. Ancak ortak dil olarak kamusal alanlarda ve anıtlarda Yunanca konuşulduğu bilinmektedir.

Roma İmparatorluğu Dönemi

I. yüzyılın ilk yıllarında Roma İmparatorluğu'nun doğu bölgelerinde karışıklıklar çıkmıştı ve bu karışıklıkların üstesinden gelinmesi gerekiyordu. Germanicus büyük yetkilerle bu sefer Doğu’ya gönderildi. Bu sırada III Antiokhos'un MS 17 yılında ölümünden sonra, nedeni pek net olmayan bir dizi siyasi karmaşa yüzünden -belki de Roma'nın sadece öyle istemesi yüzünden- bölge Tiberius zamanında Romalılar'ın eline geçti. Böylece Kapadokya Krallığı ile beraber ve Kommagene Krallığı da Roma eyaleti yapılarak MS 17 yılında Roma İmparatorluğu'nun egemenliğine girerek bağımsızlığını kaybetti. Bölgenin yönetimi dört lejyondan oluşan orduyla birlikte Vali Gnaeus Calpurnius Piso'ya verildi. Piso, bu görevi MS 19 yılına kadar sürdürdü. Josephus'a göre Roma hakimiyeti, yerel soylular tarafından desteklendi ancak eskisi gibi krallarının altında kalmayı tercih eden sıradan halk kitlesi tarafından karşı çıkıldı. Tacitus ise soylular arasında Romalıların daha çok tercih edildiğini ancak bir kısmın da kraliyetin devam etmesini istediğini ifade eder.

Bölge MS 19 ve MS 38 yılları arasında Roma'nın yönetiminde kaldı. MS 38 yılında Caligula, Kilikya'da bulunan III. Antiochus'un oğlu IV. Antiochus'u kral ilan etti ve ona Kommagene Bölgesi'ne ilave olarak Kilikya'nın vahşi alanlarını da yönetmesi için izin verdi. IV. Antiochus'un yönettiği Kommagene Krallığı, o dönem içerisinde Roma'nın tek bağımlı devletiydi. MS 41 yılında Caligula'nın tahttan indirilmesi ve yerine Claudius'un getirilmesiyle Kommagene'nin durumu tekrar tartışıldı ancak büyük oranda durumu korundu. IV. Antiochus, bağımsızlığını korumak için diplomatik adımlar atıyordu ve hem Romalılara hem de Perslere yakın davranıyordu. Bu yüzden hem Helen hem de Pers kökenli Iotape ile evlendi.

MS 72 yılında, iki yıl önce Yahudiye'nin ve Kudüs'ün fethini tamamladığından bölgede olan Titus Flavius Vespasianus döneminde Kommagene Krallığı, Suriye Valisi Lucius Caesennius Paetus'un imparatora verdiği raporda "IV. Antiochus'un Romalılara isyan etmek üzere olduğu ve Partlarla komplo düzenlediği" yazıldı ve iddia edildi. Bunun üzerine VI. Ferrera Lejyonu bölgeye sevk edildi. Samosata veya herhangi bir yerleim yerinde bir halk direnişi olmadı. IV. Antiochus'un oğulları Epiphanes ve Callinicus, Romalılara karşı emrindeki adamlarla yaklaşık bir gün veya bir günden kısa süren ve yenilgiyle sonuçlanan bir savaş gerçekleştirdi ve ardından IV. Antiochus teslim oldu. IV. Antiochus Partlara kaçtı. Ardıllarının da yaşamasına izin verilerek zorunlu sürgüne yollandılar. MS 72 yılında Kommagene Krallığı'na son verilerek bölge, Kilikya ve Suriye eyaletlerinin birleştirilmesiyle oluşan yeni Suriye Eyaleti'ne dahil edildi.[4] MS 73 yılında III. Galya Lejyonu bölgeyi tam anlamıyla ele geçirdi ve tam kontrol sağladı. Ardından bölge Romalılar tarafından Flavia olarak tekrar adlandırıldı. Bölgenin başkenti Hierapolis (Suriye) olmak üzere 12 şehirden oluşuyordu.

Mara Bar Serapion'un 1. yüzyıldan kalma Süryanice mektubu, Romalıların saldırısından Fırat üzerinden doğuya kaçan mültecilerin durumunu anlatıyor ve Romalıların mültecilerin geri dönmesine izin vermemesinden şikayet ediyordu. Mektubun tam olarak tarihi belli değildir ancak Romalıların bölgeye MS 18 ve MS 72 yıllarında geldiği ve MS 72 yılındaki savaş düşünüldüğünde, mektubun MS 73 yılında yazılmış olması muhtemeldir.

IV. Antiochus, Vespasian'a masum olduğuna dair bir mektup yazdı. Bunun üzerine IV. Antiochus affedildiyse de tahta dönmesine izin verilmedi. Bunun üzerine önce Sparta'ya giderek bir süre orada yaşadı, sonra da Roma'ya taşındı.[5] Antiochus'un torunları Anadolu, Yunanistan, İtalya ve Orta Doğu gibi çeşitli yerlerde müreffeh ve farklı bir şekilde yaşadılar. Antiochus'un soyundan gelen ve Atina vatandaşları tarafından sevildiği anlaşılan Philopappos'un MS 116 yılındaki ölümü ve vasiyeti üzerine kentin hayırseverleri ve torunu, onun adına bir cenaze anıtı diktirdi. 3. yüzyılda yaşamış bir tarihçi olan Gaius Asinius Quadratus, Antiochos'un soyundan gelen bir diğer önemli Kommagenelidir.

Suriye eyaletinin MS 198 - MS 415 yılları arasında Coele Syria (Kuzey Suriye) ve Syria Phoenice (Fenike Suriyesi) diye ikiye bölünmesinden sonra bölge, Coele Syria (Kuzey Suriye) Bölgesi'nin kuzey kısmını oluşturdu. MS 415 yılında Syria Prima adıyla genişletilmiş bir Akdeniz kıyısı eyaleti oluşturulunca buraya dahil edildi ve 670 yılında Abbasiler'in bölgeyi ele geçirmesine kadar Roma (Doğu) İmparatorluğu içinde kaldı.

Doğu Roma İmparatorluğu zamanında bir zamanlar adı "Euphrasia" olan bölge, büyük oranda "Kommagene" adını korudu. İmparatorluğun Perslere karşı düzenlenen harekatların ilk noktası, karargah bölgesi ve ordunun buluşma noktasıydı. İmparator II. Julianus'un Sasani Şahı II. Şapur'a karşı düzenlediği seferde, Fırat'ın geçiş noktası olan Samsat'ı ordugah olarak kullanmıştır.

Bu krallığın kökeni konusunda çok az şey bilinmesi onların bölgeye sonradan geldiğine işaret etmektedir. MS 2. yüzyılda yaşamış Attik Yunan şair Samosatalı Lucian, bir satirik şiirinde kendisinin Kommagene Krallığı'nın başşehri olan Samosata'da doğduğunu ifade etmekte ve kendisini "Asurlu" olarak tanımlamaktadır. Bu şairin eserlerinden Samosata'nın başkent olduğu ve MS 2. yüzyılda dahi Asurluluların hala bölgede bir topluluk olarak var olduğu anlaşılmaktadır. Romalıların bölgeye gelişini anlattığı bir yazısında şair, bölgedekileri "Asur ceketleri giyinen ve hala barbarca konuşan insanlar" olarak tanımlar. O dönemde "barbarca" olarak nitelendirilen dilin bir çeşit Aramice şivesi (muhtemelen bugün bölgede konuşulan Süryanice) olduğu en kuvvetli ihtimaldir.

Hıristiyan din adamı Samsatlı Pavlus ve şair Samsatlı Lukianos'ın doğum yeridir.

Sasani İmparatorluğu Dönemi

Sasani İmparatoru Şahin Vahmanzadegan'ın 615 yılındaki Küçük Asya seferinden Sasanilere geçti. 628 yılında Herakleios tarafından geri alındı.

Emeviler Dönemi

670 yılında Emeviler'in bölgeyi ele geçirmesiyle beraber artık yerel bir yönetimden ziyade merkeze bağlı yönetimlerden söz konusu olmuştur. Arapların bölgeye gelmesiyle beraber birçok yerde olduğu gibi burada da bölgenin kendine has binlerce yıllık kozmopolit ve bu kozmopolit yapıyı sürdürebilen ender yerlerden birini barındıran kültürü de (Hitit, Pers, Grek, Asur, Urartu gibi...) yok olmaya ve tek tipleşmeye başlamıştır. Günümüzde bölgenin kültürü de daha çok Emeviler ve devamında Abbasilerle beraber gelen kültürün devamı niteliğindedir. Bu yüzden Emevilerin bölgeye gelişi ile Kommagene tarihi olarak nitelendirilen bölge tarihinin sonu kabul edilir.

Ortaçağ Dönemi

Bölge 11 ve 14. yüzyılları arasında Kilikya Ermeni Devleti'nin kültürel etkisi altında kalmıştır. Ermeni ve Asur (Süryani) dili ve edebiyatının gelişim merkezlerinden biri olmuştur. Ermeni harflerini oluşturan Ermeni din adamlarından bazılarının 4. ve 5. yüzyılda Samosat'ta Yunan ve Süryani okullarında eğitim aldığı ve bu okulların kullandığı Yunan ve Süryani alfabelerine dayanarak Ermeni alfabesini oluşturdukları bilinmektedir.

Kültür

Luvi Dönem kültürü

Luvi Dönemi'ne ait pek bir bilgi kalmamıştır. Ancak Luvilerin Hint-Avrupa kökenli bir topluluk olmaları ve Apollon isminin Luvice olması, onların Aryan inanışı Proto-Hint-Avrupa kökneli inanışına dair inançlara sahip oldukları düşünülmektedir.

Kommagene Dönemi kültürü

Orintid Hanedanlığı, Zerdüştlük'ü benimseyen bir topluluktu. Ayrıca halk arasında erken İran dininin en popüler tanrıçası olan Anahita'yı yüceltmeyi teşvik ediyordu. Bu noktada bu iki inanış birlikte seyrediyordu. Anahita'nın yanı sıra Mitra gibi tanrılara da türbeler yaptırmışlardır. Orintid Hanedanlığı, din çeşililiğini destekleyen bir yapıya sahipti.

Coğrafya

Batıda Kilikya ve kuzeyde Kapadokya ile çevrili olan Kommagene Krallığı'nın doğu sınırını Fırat Nehri çizmekteydi. Krallık, günümüzdeki Adıyaman, Gaziantep ve Kahramanmaraş illerini kapsamaktaydı. En geniş haliyle ve nüfuz alanıyla Suriye'nin küçük bir alanı da dahil edilebilir. Başkent olan Samsat Höyük'ün bir kısmı şu an Atatürk Barajı'nın altında kalmış durumdadır. Bir kısmı ise Fırat nehrine 700 metre uzaklıkta olmasına rağmen şehrin kurulduğu dönemde hemen nehrin kıyısında yer alıyordu. Ayrıca şehir Fırat nehrinin geçit veren ender noktalarıdan birinde yer aldığı için jeopolitik olarak önemli bir güzergahta bulunuyordu. Bu özelliğinin yanı sıra kültürel olarak da birçok kültürün kesişim noktasındaydılar. Batıda Kilikya, kuzeyde Kapadokya gibi Helenistik komşularının yanı sıra doğuda Persler ve Ermeniler, güneyde çeşitli Sami toplulukları vardır.

Kazılar

Samsat Kazıları

İlk kazılar 1964 ve 1967 yıllarında T. Goell başkanlığında yapılmıştır. Aslında bu sit alanı kazılardan de önce biliniyordu ve ünlüydü. Daha sonra 1977 yılında Karakaya ve Atatürk barajları su toplama alanında kalacak arkeolojik yerleşimlerin belirlenmesi ve kurtarılmasını amaçlayan Aşağı Fırat Projesi kapsamında, Prof. Dr. Mehmet Özdoğan başkanlığında yüzey araştırmaları yapıldı. Bu çalışmalarda yerleşmenin Halaf Dönemi'nden Osmanlı Dönemi'ne kadar kalıcı olarak iskan edildiği sonucuna varılmıştır. Ertesi yıl 1980 yılı hariç, 1978 yılında başlayan kazı çalışmaları 1987 yılına kadar Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nimet Özgüç liderliğindeki ekip tarafından yapıldı. Bu kazılar çok geniş bir alanda yapılmıştır.

Ortaçağ'ın geç evrelerine ait tabakalarda yapılan kazılarda MS 12. - 13. yüzyıllara ait sikkeler tespit edilmiştir. Bu Selçuklu sultanlarından I. Gıyâseddin Keyhüsrev (1192-1195), I. Alâeddin Keykubad (1219-1236), II. Gıyâseddin Keyhüsrev (1236-1246), IV. Rükneddin Kılıç Arslan'ın (1249-1266) sikkeleri ile Harran'da basılmış Selahaddin Eyyubi (1169-1193) sikkeleri ortaya çıkarıldı.

Bardak, bardak ve kaselerden oluşan züccaciye koleksiyonu oldukça zengindir. Diğer buluntular arasında kandiller, fildişi tarak, koku şişesi, pişmiş toprak kandiller, kemik kaşıklar, yaprak biçimli mermer aplikler ve madeni paralar bulunmaktadır.

Sağlam bir Bizans kalesi üzerine inşa edilen Selçuklu Dönemi duvarları ve surları bozulmadan korunmuştur. Surların bir bölgesindeki kireçtaşı plaka üzerindeki yazı, usta bir hattat tarafından yazıldığı anlaşılmaktadır. Depolama sahası Diyarbekir Şah Karaaslan'a aitti.

Merkez avlu olduğu düşünülen Samosata Sarayı'nın merkezi 14,65 X 20,55 metre boyutlarında ve mozaik köşesi bulunuyor.

İslam Dönemi'ne ait 1,8 metrelik bir kuyuya atılan beş kişinin iskeletleri bulundu. İskeletin altındaki iskeletin altında Abbasi Dönemi'ne ait beş altın ve gümüş sikkeler bulunmaktadır. Altın sikkelerden biri Abbasi Halifesi Harun Reşid'e (786-809), diğeri Abbasi Halifesi Mutevekkil'e (847-861) aittir.

Yerleşim yeri bugün, Fırat Nehri'nin 700 metre içindedir ancak su altında kalmadan önce ova seviyesinden 37-40 metre yüksekte olup 500 x 350 metre alana sahiptir. En dik yamaç doğu yamacıdır ve en alçak yamaç güneybatıya bakan yamaçtır. Höyük teras ve alt şehirden oluşmaktadır. Arkeolojik sit alanı olan Samsat Höyük'ün baraj gölünün altında kalması sebebiyle taşıdığı önemin tahrip olduğu düşünülmektedir.

Nemrut Dağı Kazıları

Dağda birçok anıt ve bir tümülüs bulunmaktadır. Tümülüs henüz kazılmamıştır.

Ayrıca bakınız

Kaynakça

  1. Canepa 2010, s. 13; Garsoian 2005; Erskine, Llewellyn-Jones & Wallace 2017, s. 75; Babaie & Grigor 2015, s. 80; Sartre 2005, s. 23; Widengren 1986, ss. 135–136; Merz & Tieleman 2012, s. 68; Marciak 2017, s. 157; Ball 2002, s. 436; Shayegan 2016, ss. 8, 13
  2. Summers, G. (2011). “Kummuhu Krallığı”, Arkeoatlas, Tarihöncesinden Demir Çağ’ına Anadolu’nun Arkeoloji Atlası, İstanbul: 381.
  3. Murat Gökhan Dalyan, Doğu ile Batı Arasında Bir Krallık: Kommagene. Tarih. Kitabevi. 2020. ss. 1-169.
  4. Hazel, J. (2002). Who's Who in the Roman World. Psychology Press. s. 13. ISBN 9780415291620. Erişim tarihi: 20 Şubat 2014.
  5. Josephus, History of the Jewish War, vii. 7.

Dış bağlantılar

This article is issued from Wikipedia. The text is licensed under Creative Commons - Attribution - Sharealike. Additional terms may apply for the media files.