Mehdî (Abbâsî halifesi)
Mehdi veya Muhammed el-Mehdî bin Abdullâh Mansûr (Arapça: محمد بن منصورالمهدى ) (d. 746 - ö. 4 Ağustos, 785) üçüncü Abbasiler halifesidir. Babası Mansur öldüğünde, 775'te, Abbasi Halifesi olmuş ve 775-785 döneminde on yıl halifelik yapmıştır.
Mehdî Ebu Abdullah Muhammed | |||||
---|---|---|---|---|---|
Mehdi'nin halifelik döneminde Kirman'da darp edilmiş gümüş 1 dirhem sikkesi | |||||
Abbâsî Halifesi | |||||
Hüküm süresi | 775 - 785 | ||||
Önce gelen | Mansûr | ||||
Sonra gelen | Hâdî | ||||
| |||||
Hanedan | Abbâsî Hanedanı | ||||
Babası | Mansûr | ||||
Doğum | 746 | ||||
Ölüm | 4 Ağustos 785 | ||||
Dini | Sünni İslam |
Yaşamı
Halife olması
Mansur'un 775'te ölümü ile ilk halife Seffah'ın verasetnamesindeki şartlar unutuldu. Seffah, Mansur'dan sonra (ve aynı zamanda Mansur'un) kuzeni olan İsa bin Musa'nın halifeliği getirilmesini vasiyet etmişti. Fakat Mansur bu şartlara riayet etmemişti ve kendi oğlunu olan Mehdi'nin kendinden sonra halife olmasını sağlamıştı. İsa bin Musa ise ondan sonra halife olacağı vaatleri ile kandırılmış ve Mansur'dan sonra halife olmaktan feragat etmişti.
Mehdi 4 Ağustos 785'te ölene kadar on yıl süren halifelik yapmıştır.
Halifeliğinde genel karakteri
Mehdi'den önceki Abbasi halifeleri daha kabaca ve sertçe idareleri ile tanınmışlardır. Buna karşılık Mehdi'nin devlet idaresine yaklaşımı daha yumuşak, merhametli ve eli açık idi. Buna bir gösterge halife olur olmaz ülkedeki hapishanelerde bulunan mahpusların, gayet ciddi suç işlemiş ve yola gelmeyeceği açık olan suçlular dışında, hepsine af ilan edip hapisten çıkartılmasıdır.
Halifeliğinin başında genel mizacına uygun olarak daha eli açık politikalar uygulayabilmesine diğer önemli neden de gayet temkinli olan babasının devlet hazinesinde topladığı gayet yüksek bir meblağın bulunması idi.[1]
Halifeliğinin son yıllarında İran Mani dinine inanan "zındık" adı verilenlere karşı sert politikalar uygulamıştır.
İmar hareketleri
Halifeliği süresince yeni mimari eserlerin yaratılmasına büyük katkısı olmuştur. Ülkedeki büyük eyalet merkezleri; diğer büyük şehirlerinde ve Hicaz'da camiler ve diğer dinsel binalar yaptırmıştır.[2]
Halifelik döneminde ülkenin her taşra kentinde o taşra kentinde olan biten önemli olayları gözleyen ve bunlar hakkında Bağdat merkezine devamlı rapor sağlayan emin memurlardan oluşan bir bilgi toplama idaresi kurmuştur. Bu eminlerden alınan bilgilerle ülkenin taşra kentlerinin de genellikle bilinçli adaletle idare edilmesini sağlamaya çalışmıştır.
Halifelik döneminde kentlerin savunma surlarının yapılıp tamir altında tutulmasına da önem vermiştir. Örneğin başkent Bağdat'ın doğu varoşu olan Rusafa surlarını yaptırmıştır. Mehdi halifelik döneminde Bağdat'ın ülkenin ticaret merkezi olması da sağlanmıştır ve Bağdat hem doğudan hem de batıdan ülke içinden ve dış ülkelerden gelen malların alınıp satıldığı o zamanki dünya içinde en önemli ticaret merkezlerinin başı olmuştu.[1]
Kültür
Mehdi'nin halifelik döneminde müzik, şiir, edebiyat ve felsefe konularında ülkede gelişmeler olmuştur. Bağdat halifelik sarayındaki alemler ve eğlenceler ile saraylıların çok sıkı olan ahlak kurallarında ayrılıp yumuşamalarına yol açmıştır. Devlet merkezlilerin davranışlarını kopya edip izleyen büyük şehirlilerin arasında da sıkı ahlak kuralların daha yumuşak olarak uygulanmalarına neden olmuştur.
Hac ve Hicaz'a gösterdiği itina
Mehdi Hicaz'da Mekke ve Medine'de bulunan camileri büyültmüş ve daha güzelleştirilmeleri için büyük fonlar sağlamıştır. Hicaz'a giden hac kervanları için menzillerde, özel geniş, emniyetli ve büyük çeşmelerle hacılara devamlı su sağlayan, kervansaraylar yaptırmıştır.
Mehdi saray mensupları ile Kudüs'e ve Hicaz'a yapmış olduğu "hac(?)" gezilerinin muhteşemliği ile isim yapmıştır. Bu geziler için ta Mekke'ye kadar ülkedeki yüksek dağlardan özel olarak kar ve buz getirildiği bildirilmiştir. Mehdi Hicaz'da bulunan kutsal şehirlere olan hac yollarını onartırmış ve bu hac yolu üzerinde su kuyu ve çeşmeler ve hanlar ve büyük menzillerde kervansaraylar yaptırmıştır.[1]
Mekke'deki Kâbe için halifelerin her yıl çok kıymetli ve ağır kumaşlardan örtüler yaptırmaları adet olmuştu. Mehdi dönemine kadar her sene hazırlanan yıllık Kabe örtüsü önceki yıllarda Kâbe üzerine konulmuş Kâbe örtüleri kaldırılmadan bu eski örtülerin in üzerine konulmakta idi. Mehdi döneminde her yıl birbiri üstüne konulmuş olan örtülerin ağırlıkları o kadar çok olmuştu ki Kâbe binasının çökme ihtimali ortaya çıkmıştı. Halife Mehdi döneminde bu eski örtüler Kâbe üzerinden kaldırılmış ve Kabe binası onarılmıştır. Bundan sonra, her yıl sadece tek bir Kâbe örtüsü yapılıp, bir önceki yıl Kabe üzerine örtülmüş olan eski örtünün kaldırılmasından sonra yenisinin tek örtü olarak Kabe'ye üzerine örtülmesi geleneği ortaya çıkmıştır.
Saraylıların yaşamı
Mehdi'ye kadar ve Mehdi dahil Abbâsî halifeleri için başkent Bağdad'da halife muhafızları 500 "Ensar"'dan, yani Medine şehrinde yerleşik kişilerden, oluşmaktaydı. Bu Ensar muhafız birliği komutanları ve subaylarına malikaneler ve araziler verilmekte idi. Mehdi'den sonraki Abbâsî halifeleri döneminde bu Ensar muhafızları birliği kurulması yöntemi ortadan kaybolmuş ve merkezi halife muhafızları Türk asıllı askerlerden oluşmaya başlamıştır.[1]
Mehdi'nin vezirliğini yapmış olan Yakub'un sarayda yaşaması diğer saraylarının saray yaşamları hakkında iyi bir gösterge olabilir. Yakup daha önceki halife olan Mansur döneminde Ali'ye bağlı bir Şii olduğu ihbar edilmiş ve bu nedenle halife Mansur tarafından hapse atılmıştı. Mehdi halife olunca Yakup'u affedip hapisten çıkartmıştı. Halife Mehdi yanında çalışmaya başlayan Yakup çok geçmeden kendini Mehdi'ye sevdirmiştir. Yakup Mehdi'nin her akşam tertip ettiği içkili ziyafetlerde Mehdi'nin en iyi arkadaşı olmuştur. Bununla birlikte Abbâsî ülkesinde bir merkezi idareci olarak inanılmayacak kadar büyük politika gücünü elinde toplamıştır. Fakat bu kadar yüksek mevkilere erişmesi saraylılar arasında kıskançlık doğurmuş ve onu çekemeyenler Halife'nin kulağına Yakup'un Ali'ye inanan bir Şii öldüğünü duyurmuşlardır. Mehdi çok beğendiği Yakub'ü sınanmak için özel bir sınama uygulamış ve Yakup bu sınamayı geçmiştir.[1]
Mani dinine inanmakla itham edilenlerin ayıklanıp öldürülmeleri
Halife Mehdi, halifeliğinin son yıllarında özellikle İran'da bulunan Mani dinine inanan "zındık"lara karşı çok büyük nefret göstermeye ve onları çok zalim olarak cezalandırmaya başladı.
Bu mantıksız zalim tutumuna şu bir örnek olarak verilmiştir. Taşralı bir devlet memuru Mehdi'ye Horasan'da yaptığı askeri seferde ona yoldaşlık etmişti. Mehdi onun hizmetinden çok memnun oldu ve onu taltif etti. Halifenin bir taşra memuruna gösterdiği teveccüh halifenin Bağdat'taki sarayında çalışmakta olan Rabi adlı bir saraylıyı çok kıskandırdı. Rabi de yine halifenin kulağını kazandı ve bu kişinin oğlunun Mani dinine inanan bir "zındık" olduğunu iddia etti. Mehdi bu kişinin oğlunu huzuruna çağırıp Kuran-ı Kerim hakkında bilgisi hakkında sorular sorup onu imtihandan geçirdi. Bu gencin Kuran muhtevası hakkında bilgisinin çok eksik olduğu ortaya çıktı. Mehdi bu bilgi noksanlığını "zındıklık" ithamına delil olarak sayıp taşra memurunun oğlunu idam ettirdi. Memuru da devlet görevinden uzaklaştırıp onun yerine saraylı Rabi'yi getirdi.[1]
Halife Mehdi'nin Horasan'da bulunduğu dönemde ve sonra gittiği Halep'te güya Mani dinine inanan Zındık İranlılara karşı gayet ciddi ve Kuran ve İslam alimlerinin dini kitapları tarafından gerekmeyen "zındık avcılığı" denilebilecek tedbirler uygulanmaya başlandı. Mehdi'nin bu dönemde ihbar edilenlerin yargısız idam edilmelerini emrettiği iddia edilmektedir. Bir örnek olarak gençliğinde şair olan, 90 yasında ve kör olan bir ihtiyarın gençliğinde yazdığı hicivleri hoşlanmadıklarını unutmayanlar, onu "zındıktır" diye Mehdi'ye jurnal etmişler ve Mehdi de bir dakika bile düşünmeden bu 90'lik kör ihtiyarın idam edilmesini emretmiştir.[1]
Bundan sonra (hicri 167'de) Bağdat'a dönen Mehdi orada bir devlet dairesi ihdas ettirmiş ve bu devlet dairesinin başına "Sahib az-Zanadika" adı verilen yüksek rütbeli bir bürokrat koyarak Zındıklığın ortadan kaldırılması görevini vermiştir. Bu devlet dairesi, tıpkı yüzyıllar sonra İspanya Katolik Engizisyon Mahkemesi gibi, "zındık" olduğu ihbar edilenleri, Müslüman inançları olanlardan ayırma görevini yüklendi. Zındık olmakla itham edilenler yakalanarak hemen idam edilmeye başlandılar. Bu daire sanki bir "zındık avcılığı" uğraşına girdi. Mehdi'nin bu politikasının binlerce kurban verdiği bildirilmektedir.[1]
El Mukanna'nın isyanı
Bu arada Orta Asya'da Amu Derya'nın doğusunda kendini kutsal bir peygamber olarak iddia eden yeni bir mehdi ortaya çıktı. Bu sahte peygamber yüzünü bir peçe gibi bir maske ile kapattığı için Hasım El Mukanna (Peçeli Hâsim) olarak anılmaya başlandı. El Mukanna Abbasiler hanedanının halifeliğini sağlanan ve 755'te Abbasiler tarafından öldürülen Ebû Müslim Horasânî'nin ve kendisinin yeni Mehdi olarak Horasan'da çıkacağını bildirmekte idi. "Ebû Mûslim Horasanî, Muhammed’den daha efdâldir,” demekte idi. Böylece Abbâsîlerin Muhammed adına çıkmış oldukları halifelik tahtını gayrimeşru yollarla elde etmiş olduğunu açıklamaktaydı. Halka Allah'ın da bir insan suretinde olduğunu söylemekteydi. Bu devrim Irak’ta Ebû Mûslim Horasanî’nın taraftarlarından oluşan “Beyazlar (Mübeyyize)” fırkaları ile başladı. Özellikle Orta Asya'da Türk müslümanlar El-Mukanna'nın komutası altında birleştiler. Hattâ Buhârâ hükümdarı da önemli destek kuvvetleri ile El-Mukanna'ya yardımcı oldu. Dört yıl süren isyan döneminde "beyazlar" giyinmiş "beyaz bayraklı" El-Mukanna'nın orduları üzerlerine halife Mehdi'nin sürmüş olduğu "siyahlar" giyinmiş ve Abbasiler'in "siyah bayraklı" ordularını çatışmalarda ve muharebelerde Horasan, Buhara ve etrafında bulunan eyaletlerden geri püskürttüler.
Fakat sonunda etrafında bulunanlar El-Mukanna'dan ayrıldılar. Hâlife Mehdi’nin sevk ettiği kuvvetler El-Mukkanan ve 2,000 yakin müridini "Kış" kalesinde kuşattılar. Kalede mahsur kalan El-Mukkanna ve müridleri teslim olmayı reddettiler ve birlikte intihar ettiler., El-Mukanna kendisini ve ailesine zehirledi ve kaleyi ateşe verdi. Ailesi ile birlikte bu kale yangınında kendini ve ailesini alevler içine atarak öldü. Onun yandaş müridleri onun bu intiharını "İsa gibi gibi göğe çekilmesi" olarak propaganda ile yaymaya başladılar. Bu devrimi destekleyenler başında olan Buhârâ hükümdarı da yakalanıp idam edildi. Fakat El-Mukanna'nın ortaya çıkardığı itikat, özellikle onun sonuna ait geliştirilen efsaneler haline girerek, uzun zaman "Beyazlar (Mübeyyezâ)" olarak gizliden devam etti.[1]
Bizans'a karşı Anadolu'ya saldırılar ve savaşlar
Bizans İmparatoru V. Konstantinos 775'te öldüğünde Abbasi yerel emirlerinin ve yerel Bizanslıların birbirlerinin sınır arazilerine yıllık akınları ve karşı akınları yeniden başladı. 778'da Bizanslı general Mihail Lachanodrakon komutasındaki bir ordu bu Abbasi akınına misilleme yapmak için Abbasiler arazilerine saldırıp Germanikeia'yı kuşatıp, eline geçirip çok sayıda Arap esir aldı. Bağdat'tan emirle bu Bizans ordusu üstüne gönderilen Thumama ibni el-Vali komutasındaki bir Abbasiler ordusunu Mihail Lachanodrakon komutasındaki yerel Bizans ordusu Germanikeia Muharebesi'nde hezimete uğrattı. Bizanslılar 779'da Toroslarda bulunan Ḥadath el-Ḥamra kalesini ele geçirip kaleyi yıktılar. Bunun kabahatini halife Mehdi, gönderilen Abbasiler ordusunun komutanı olan Thumama bin el-Vali'nin pasif kalmasında buldu ve onu bu görevden aldı. Yerine tecrübeli Abbasiler komutanlarından Hasan ibni Kahtaba'yı atadı. Kahtaba, emri altında bulunan 30,000 kişilik Abbâsî ordusu ile Bizans topraklarında ilerlemeye başladı. Fakat Bizanslılar yeni bir strateji uygulamaya başladılar. Abbasiler güçleri ile hiç meydan muharebesi yapmamaya ve Abbasiler güçleri üzerlerine geldikleri zaman gayet iyi tedarikli ve çok korunaklı şehir ve kalelere çekilip orada kuşatma olursa direnmeye başladılar. Bu yeni stratejinin uygulanması dolayısı ile 779'da Hasan ibni Kahtaba nispeten az ganimet toplayabildi. Sonunda Anadolu'un yerleşik olmayan arazilerinde de insan ve atlar için tedarik bulamadı ve o yılki akını bırakıp geri çekilmek zorunda kaldı.
Ertesi yıl 780 yılındaki akına halife Mehdi şahsen komuta etmeye karar verdi. 12 Mart 780'de Bağdad'dan ayrılan halife Mehdi komutasında büyük bir Abbasi ordusu Bizanslılara karşı sefere başladı. Halep üzerinden geçen bu ordu ile Hadath kalesini geri alıp onarılmasını sağladı. Ama Arabbissus'ta Mehdi Bağdad'a geri döndü. Kendine refakat eden (olasılıkla) 17 yaşındaki oğlu (786-809) döneminde Abbasiler halifesi olacak ve "Reşid" lakabını alacak) Harun ordunun yarısının komutasını üzerine aldı. Bu kısım ordu ile genç Harun Bizans Armeniakon Theması'na girip burada talana başladı. Ayrıca Semalous kalesini eline geçirdi. O yılki akına son vererek büyük talana Bağdad'a döndü. Thumama ibni el-Vali'nin komutasındaki Abbasiler ordusunun ikinci kısmı ise Anadolu'nun içlerine girdi ve ta Trakya Theması uçlarına (ve hatta bazı birlikleri Boğaz'a) kadar ulaştılar. Fakat bu thema stregos'u olan Bizanslı general Mihail Lachanodrakon tarafından burada bu Abbasiler ordusu yenik düşürüldü. Thumama ibni el-Vali ordusuyla geri çekilme zorunda kaldı.
Ertesi yıl yazlık akın için Haziran 781'de Abbasiler ordusu Hadat kalesi önünde toplandı. Bu orduya yeni komutan (halife Ömer bin Hattab'ın büyük-büyük-yeğeni olan) Abdülkadir tayin edilmişti. Bizans devleti imparator VI. Konstantinos çocuk iken naibi olan annesi İrini tarafından yönetilmekte idi. İrini Anadolu'da bulunan themaların yerel ordularını hepsini birleştirdi ve bu Bizans ordusunu saraylı maliyeci-yönetici (Sakellarios) Hadım John'un komutasına verildi. Abbasiler ordusu yürüyüşe geçerek Anadolu içlerine kadar Bizans yerleşkeleri nitalan ederek Kapadokya'ya kadar ilerledi. Abdül Kabir komutasında Araplar Caesarea Mazaca'da Bizans ordusuna mağlup olmuşlardır. Abdül Kabir talan edilmiş eşyalar, hayvanlar ve esirleri geride bırakarak ordusu ile hızla Suriye'ye çekilmek zorunda kaldı.
Abbasilerin bu yenilgisi de halife Mehdi'yi Bizanslılardan intikam almaya yönetti. Halife yeni bir ordu topladı. 95,800 kişilik bu yeni ordu 8. yüzyılda Avrasya'da görülen en büyük ordu idi. Anadolu'da bulunan toplam Bizans ordularının mevcudundan 2 misli fazla olduğu ve bu ordu için masrafların Abbasiler hazinesine 1.6 milyon altın numismata'ya mal olduğu belirtilmektedir. Bu ordunun komutanı Halife'nin genç olan ikinci oğlu Harun idi; ama oğlunun yanına danışman olarak ünlü Abbasiler yönetmen Bermaki ailesinden bir yönetmen (olasılıkla Yahya ibni Halid Bermaki) ve diğer tecrübeli Abbasiler generalleri verildi.
782'de Harun ve büyük Abbasiler ordusu Bağdat'tan ayrıldı. Abbasiler ordusu Gülek Boğazı'ndan Toroslar geçip Anadolu'ya girdi. Bizanslıların Torosların kuzeyini korumak için kullandıkları "Magida (modern Niğde)" kalesini ellerine geçirdiler. Ordu hızla Bizans ordu yollarından Anadolu'nun batısına ilerledi. Harun yardımcılardan Hacib el-Rabi bin Yunus'a "Nakoleai (modern Seyitgazi)" kalesini kuşatmak ve ordusunun gerisini korumak görevini verdi. Bermakiler ailesinde olan bir yönetici (muhtemelen Yahya ibni Halid) 30.000 kişilik bir ordu ile batı Anadolu'ya gönderildi. Harun komutanı olduğu ana Abbasiler ordusu ile Bizans Opsikion Theması topraklarına girdi. Bundan sonra Harun ve ordusunun güzergâhı üzerinde zamanın kronik tarih yazarları (Bizanslı Günah Çıkartıcı Theofanis, Süryani Mihail ve Ebu Cafer Taberî) değişik bilgiler vermektedirler.
Batı Anadolu'ya Bermaki komutası altında gönderilen ordu Trakya Theması askeri valisi olan Mihail Lachanodrakon komutasındaki bir Bizans yerel ordusu ile "Darenos" adı verilen bir mevkide Darenos Muharebesi'ne girişip büyük bir yenilgiye uğradı ve büyük (Theopehnes'e göre 15,000 kişi, Süryani Mihail'e göre 10,000 kişi) zayiat verdi. Hacib el-Rabi bin Yunus'un "Nakoleai (modern Seyitgazi)" kalesini kuşatması sonucu da tartışmalı olarak verilmektedir. Theophanes kaleyi eline geçirdiğini; Süryani Mihail ise büyük zayiat verip kaleyi alamadığını bildirir. Tabari ise ek olarak ana Abbasiler ordusunun bir kısmının "Reşit bin Mazyad el Şaybani" komutasında ayrılıp Nicea (modern İznik) yakınlarında Opsikion Theması askeri valisi Neketas ile karşılaştığını; muharebe sonucunun iki komutan arasında teke tek düello tipi çarpışma ile ortaya çıkan sonuç olmasında anlaşmaya varıldığını; Niketas ve Şaybani'nın teke-tek çarpıştığını; Niketas'ın atından düşürülerek yaralandığı için Bizans ordusunun yenikliği kabul ettiğini ve mağlup general Niketas'in "İmparatorluk Muhafızları Birliği"nin toplanmış olduğu Nicomedia'ya (modern İzmit) kaçtığını hikâye eder. Harun ve ana Abbasiler ordusu bu yan sonuçlara ilgi göstermeden Boğaz kıyılarına Hrisopolis'e (modern Üsküdar varmıştır. Fakat elinde gemiler ve kuşatma aletleri olmadığı için Boğazı geçip Konstantinopolis'i kuşatmaya hiç yeltenmemiştir. Bazı tarihçiler Harun'un Hrisopolis'e gelişinin sırf gösteri olduğunu ve Harun'un hiçbir zaman Konstantinopolis'i kuşatma amacı olmadığını bildirirler.
Bunun üzerine Harun Konstantinopolis'in Asya'da olan varoşlarını talan ettikten sonra ana Abbâsîler ordusu ile geri dönüşe başlamıştır. Bu dönüş Sakarya Nehri vadisinden olmakta idi. Bu sırada "Nicomedia (İzmit)"'de toplanmış bulunan "İmparatorluk Muhafızlari Birliği" tarafından önünden ve general Tatzates'in askeri valisi olduğu Boukellarion Theması orduları tarafından arkasından sarılmış bulunmaktaydı.
Fakat Ermeni asıllı Tatzates, Abbasiler yönetiminde bulunan ülkesinden 760'ta kaçmış ve Bizans'a sığınmıştı. Konstantinopolis'te ailesi ile "Putkıranlar (İkonoklast)" kliğinde önemli roller oynamıştı. Taht naibi İrini büyük bir "Putsever (İkonofil)" idi; putların yeniden Konstantinopolis'in her tarafına geri getirilmesini sağlamıştı ve "putkıranlar" Konstantinopolis'te aranıp yakalanmaktaydı. Ayrıca İrini'nin gözde yüksek yönetici-maliyecisi olan Hadım Stavrakios ile arası gayet açıktı. Bu nedenle kendine Bizans devletinde iyi bir gelecek görmemekte idi. Hatta Bizanslılar devletinin kendisini ve ailesini elemine edeceğinden korkmaktaydı. Tatzates Harun ile gizlice yazışmalara girişti. Kendinin ve ailesinin affedilip Ermenistan'a güvenlikli olarak geri gönderilirse Harun'a yardım edebileceğini bildirdi. Harun bunu kabul etti.
Harun Bizanslılara ve imparator naibi İrini'ye haber göndererek barış müzakereleri yapmayı istediğini bildirdi. İrini bu müzakereleri yapıp bir barış imzalamak için üç en yüksek rütbeli Bizans saraylı bürokratı Harun'un askeri kampına gönderdi Bunlar arasıda İrini'nin en fazla güvenip dayandığı danışmanı baş yönetici-maliyeci hadım Stavrakios vardı. Bu müzakereciler Bizans'ın askeri üstünlük durumun o kadar kendi lehlerinde olduğunu düşünerek düşmanlarla yapılan müzakerelerede gelenek olan karşılıklı rehineler almaktan sakınmışlardı. Harun, Tatzates'in tavsiyelerine uyarak bu müzakerecileri tutuklayıp onları savaş esiri olarak aldığını Bizanslılara bildirdi. İrini danışmanlarını geri istemekteydi. Aynı zamanda bu Tatzates'in ihaneti olayı ile, uyguladığı "Putsever" politikalar aleyhinde özellikle idareciler ve askerler arasında ne kadar büyük bir muhalefet bulunduğunu da anladı. Sonunda İmparator naibi İrini, Harun ile müzakerelere yanaştı.
Bizans ıle Abbasiler arasında 3-yıl süreli bir barış anlaşma yapılmasına anlaşıldı. Bu barışa göre Bizanslılar her yıl Abbasilere ağır haraç-tazminatı vermeleri gerekmekteydi. Değişik Arapça kaynaklar bu yıllık haracın 70.000 ile 100.000 altın dirhem olduğunu; bir Arapça kaynak da ek olarak 10,000 top ipek olduğunu bildiriler. Tabari'nın bildirdiğine göre bu yıllık haracın her yıl Nisan başında ve Haziran'da ödenmesi gerekmekte idi. Buna ek olarak Bizanslılar Harun'un Abbasiler ordusunu Suriye'ye dönüşünde Anadolu'da Bizanslı kılavuzlar sağlayacaklar ve bu birliğin her türlü tedarikini parasız olarak sağlayacaklardı. Ayrıca Bizanslılar Tatzes'in eşini, ailesini ve taşınabilir servetini Abbasiler göndereceklerdi. Harun ise esir olarak aldığı Bizanslılar insan ganimetini (Tabari'ye göre 5,643 kişiyi) Bizanslılara geri vereceklerdi. Fakat Abbasiler ordusunun topladığı diğer bazı insan, hayvan ve eşya ganimetleri geri verilmeyecekti. Barışın gerektirdiği şartlar gerçekleşince Harun komutasındaki Abbasiler ordusu Eylül ayında Suriye'ye geri çekildi.
Tabari bu Abbasiler seferinin sonuçlarını şöyle bildirmektedir. 54,000 Bizanslı asker öldürülmüştü. Kıymetli eşya ve para olarak toplanan ganimet 194.450 dirhem altın ve 21,414,800 dirhem gümüş değerinde idi. 20,000 binek hayvanı ve 100,000 büyükbaş ve küçükbaş hayvanı ellerin geçirmişler ve bunların bir kısmını canlı sürüler halinde geri getirip diğer kısmını ordunun tedariki için kullanmışlardı. 2,090 Bizansa geri verilmeleri gerekmeyen esir almışlardı. Bu Abbasiler ordusu geri döndüğünde ganimetin çokluğu Abbasiler ülkelerindeki hayvan ve kıymetli eşya pazarlarında fiyatların büyük bir düşüş göstermesi ile sonuçladığı da Tabari tarafından bildirilmektedir.
Endülüs ve Mehdi
Halife Mehdi'nin saltanatının ilk yıllarında Endülüs'te yerleşmiş Emevileri tutan Arap emirleri üzerine yeni bir Arap ordusu gönderip İberik Yarımadasına çıkan bu ordu ile Endülüs'te bulunan Emeviler taraftarı Arap emirlerini Abbasiler hükümü altına almak için planlar yapıldı. Ama bu planları uygulamak yapılan girişimler gerçekleşemeden bu kampanyalar birer felaket ile sona erdiler. Diğer taraftan Endülüs'te bulunan Emeviler taraftarları Arap emirleri ve "Endülüs Sahibi" olarak anılan Kurtuba'daki hükümdar Afrika üzerinde geçip Suriye'de Emeviler devletini yeniden getirme planı iş Endülüs'te çıkan yerel karışıklıklar dolayısı ile uygulanmaya bile koyulamadı.[1]
Hindistan
Halife Mehdi'nin döneminde Sind'de yerleşik Arap emirleri yılda yıla orduları ile Müslüman olmayan Hindlilere ve bunların arazilerine talan yapma akınları yapmaya devam ettiler. Fakat bunlar için Bağdad'a bilgi vermek veya merkezden askeri destek istemek gerekmemekte idi. Fakat bir istisna olarak Irak ve İran'dan toplanan bir ordu ve donanma ile Hindistan'da Barbad kentine büyük bir saldırı yapıldı. Bu Arap ordusu burada bulunan büyük bir Buda manastır ve tapınağını yakıp yıkıp talan etti ve içinde bulunan Buda kesişlerini ve tapınanlarını hep birlikte katliama uğrattılar. Fakat bu ordu nedeni bilinmeyen ve "ağız hastalığı" adı verilen salgın bir hastalığa yakalandı ve bundan 1000 kişi kadar zayiat verdi. Bu yetişmezmiş gibi salırıcılardan geride kalanlar gemilerle geri dönmekte iken Basra Körfezi'nde büyük bir fırtınaya yakalandılar ve epey sayıda gemi içindeki mürettebat ve ordu mensubu ile bu fırtınada denizde batıp kayboldu.
Mehdi'in Hayzuran ile aile hayatı
Halife Mehdi tahta çıkmadan önce cariyesi olan Hayruzan'dan Musa ve Harun adlı oğulları olmuştu. Halifelik tahtına çıkar çıkmaz, Halife Mehdi cariyesi Hayzuran'ı azat etti ve çok geçmeden onunla bir nikâh yaparak evlendiler. Mehdi'nin eşine gayet yumuşak huylu ve sevgi gösterili bir bağlığı olduğu bildirilmektedir. Hayruzan'ın Mehdi üzerinde büyük bir etkisi vardı ve halife devlet işlerinde eşine danışmaktan çekinmemekte idi. Bu nedenle Mehdi döneminde Hayruzan'ın Abbasiler devletine önemli etkileri oldu. En küçük çocukları olan kız çocuklarına "Yakuta" ismini vermişlerdi. Halife kızı Yakuta'yı yanından hiç ayırmak istemecesine sevmekte idi. Yakuta erkek giysileri giyerek kamu işlerinde de halifenin yanında bulunmakta ve onunla birlikte ata binerek şehir içinde gezmekte idi. Eşi Hayruzan 784'te, kendinin ölümünden bir yıl önce öldüğü zaman, Halife'nin gayet büyük üzüntü ve yas içine girdiği bildirilmektedir.[1]
Büyük oğlu Hadi'nin veliaht seçilmesi ve küçük oğlu Harun
İlk Abbâsî halifesi Seffah yaptığı vasiyeti ile halefi halifenin oğlu İsa bin Musa bin Muhammed bin Ali olmasını istemişti. Fakat Mehdi'yi halife olarak atandı. Mehdi de İsa'nın kendisine veliaht olmasını kabul etmişti. Onun için halktan güven istemişti. Fakat halife bu sözünde durmadı. 23 yıldır halife veliahtlığı görevinde bulunan İsa bin Musa bin Muhammed bin Ali'yi bu görevden ayırdı ve onu bunu kabul etmeye zorladı. Mehdi'nin büyük oğlu Musa'ya "Hadi" (Kılavuz) verilerek "Hadi" halifelik veliahtı ilan edildi.
Halife'nin ikinci oğlu olan Harun Bizans-Abbasiler Savaşı (775-783) sırasında 780'deki seferde ve özellikle 782'de seferde yaptığı komutanlıkla babasının gözüne girdi. 782 seferinde Abbasiler ordusunun komutanı olan Harun ordusu ile ta Boğaz üzerinde Hrisopolis'e (modern Üsküdar) kadar Bizanslılar arazilerine girmiş, büyük ganimetler toplamış ve 782'de Bizanslılarla yapılan barış anlaşması ile Bizans'ın Abbasilere yıllık haraç-tazminatı vermesine de neden olmuştu. Halife Mehdi 982'de bu seferden geri dönen daha 20 yaşına girmemiş Harun'u Abbasiler devletinin doğu Anadolu, Güney Kafkasya ve Azerbaycan'ı ihtiva eden Batı eyaletlerine genel vali olarak atamıştır. 784'te ise bu bölgenin valisi iken halife Mehdi ikinci oğlu Harun'u vesayeti ile (ağabeyi Hadi'den sonra) halifelik ikinci veliahtlığına atamış ve ona bundan sonra anılacak olan "Reşid" lakabını vermişti. Harun Reşid annesi olan Hayzuran'ın da en sevdiği oğlu idi. Hayruzan'ın da isteği ile Halife Mehdi bir iki sene sonra oğlu veliahtı olan oğlu Hadi ile yazışma ile ondan küçük öz kardeşi Harun Reşid lehine birinci veliahtlığı bırakmasını teklif etti. Hadi bu sırada Gürgan'da ortaya çıkan bir ayaklanmayı bastırmakla meşguldü. Hadi doğal olarak babasının bu teklifini reddetti. Babasının Bağdat'tan gönderdiği ikinci ulağı da hakaretler ederek geri döndürdü.
Mehdi'nin ölümü
Tarihçiler arasında Mehdi'nin ölümü tartışmalıdır. Çok tarihçinin bildirdiğine göre Mehdi ordusu ile sefer sırasında midesine düşkün olan Mehdi bir armut yemiştir. Bu armut bir saraylı köle kız tarafından rakibi diğer bir köle kızı elemine etmek özel olarak zehirli olarak hazırlanmıştı. Mehdi bu armuttan zehirlenerek askeri kampta ölmüştür. Bazı diğer tarihçiler Mehdi'nin ordugah yakınlarında atlı olarak ava çıktığını ve bir harabeyi geçmekte iken atını idare edemeyip başını bir taş kapının tepesine vurmuş ve bundan dolayı beyin kanaması geçirerek olduğunu yazmaktadırlar. Öldüğünde yaşı daha 43 idi ve 10 yıl kadar halifelik tahtında kalmıştı.[1]
Ülkede bulunan Emevilerin ölmüş olan Abbasi halifelerinin belirlenmiş mezarda gömülmüş cesetlerini çıkartıp cenazelerine hakaret etmelerinden korkulduğu için ilk Abbai halifelerinin nereye gömüldükleri ve mezarlarının yerleri açıkça bilinmemekte ve saklı tutulmakta idi. Mehdi'nin cenazesinin de askeri kampa yakın bir yerde gizli olarak gömüldüğü sanılmaktadır. Bağdat'a Mehdi'nin ölümü gizlice iletilmiş ve kendisine refakat eden orduya Mehdi'nin ölümü haberi verilmemiştir. Ancak ordu Bağdat'a geri döndüğünde Mehdi'nin ölümünden haberdar edilmiştir.[1]
Mehdi 785'te öldüğü zaman küçük oğlu Harun Reşid Bağdat'ta bulunmaktaydı ve büyük oğlu Hadi ise Tabaristan'da isyan eden eyalet valisinin birliklerini kovalamakla meşguldu. Mehdi ölmeden önce Harun Reşid'e halifelik mührünü ve diğer alametlerini hemen Tabaristan'a, ağabeyi ve yeni halife olacak Hadi'ye göndermesini istemiş ve Harun Reşid de bu ölüm haberini Hadi'ye göndermişti. Fakat Bağdat'ta bulunan askerler ayaklanıp yeni halife olacak Hadi'ye biat etmemek istediklerini bildirdiler. Mehdi'nin karısı Hayruzan'ın küçük oğlu Harun Reşid ise vezir Yahya Bermaki'yi bu sorunu çözmeye memur etti. Çok yetenekli olan Yahya Bermaki bu sorunun çözümüne Harun Reşid'i karıştırmadan askerlerin liderleri ile görüşüp onlara bahşişli para vermeyi taahhüt etti. Böylece askeri ayaklanma sona erip Hadi dördüncü Abbasi halifesi olarak tahta çıktı.[1]
Mehdi'nin karakteri
Mehdi'nin karakteri hakkında söylenecek onun devamlı hem iyi hem de kötü iki tarafı bulunduğudur. Karısı Hayruzan, kız Yakuta'ya , oğulları Musa el Hadi ve Harun Reşid'e genellikle yumuşak görüşlü ve sevgi ile hareket etmiştir. Ama diğer kardeşi ve Seffah'ın vesayetinde halefi olarak halife olmasını istediği kuzeni ve uzun müddet veliahtlıkla halife olmayı bekleyen İsa bin Musa'ya gayet kötü hareket ederek oğlu Hadi'nin veliaht olmasını sağlamıştır. Hayatının sonunda da ise veliahtı birinci oğlu Musa el Hadi'ye ikinci oğlu olan ve Hadi'nin küçük kardeşi Harun Reşid lehine velahtlıktan ayrılması için büyük baskı yapmıştır. Devlet idaresine yaklaşımı zamanına göre gayet yumuşak, merhametli ve eli açık idi. Bu idaresi ile ve devletin hazinesinin dolu olması nedeni ile yaygın olarak Abbasiler ülkesinde yeni mimari eserlerinin yaratılmasına büyük katkısı olmasına; halkın yobaz kökten dinsellikten ayrılıp kültürel olarak müzik, şiir, edebiyat ve felsefe konularında ülkede gelişmeler olmasına ve hacca ve Hicaz'a büyük itina göstermesine yol açmıştır. Diğer taraftan El-Mukanna'nın isyanında Horasan ve Orta Asya'da Türk isyancılara karşı ve halifeliğinin son yıllarında özellikle İran'da Mani dini'ne inanan veya inandığı düşünülüp ihbar edilenlere karşı ("zındık" olma suçu nedeniyle) gayet mantıksız, merhametsiz ve zalim davranmıştır.
Dipnotlar
- Muir, William (1924), 'The Caliphate, İts Rise, Decline and Fall 'Chapter LXIII, Al-Mehdi, son of Al-Mansur (İngilizce)
- Tarihçi Ali İbnü'l-Esîr Musul'da bulunan büyük caminin avlusunda bulunan bir taş kitabede bu camiyi Mehdi'nin genişlettiğinin bildirildiğini yazmıştır.
Ayrıca bakınız
Dış bağlantılar
- Hitti, Philip H. (çev. Salih Tuğ),(1968) Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi (IV Cilt), İstanbul:Boğaziçi Yayınları.
- Üçok, Bahriye (1979) İslam Tarihi Emeviler- Abbasiler, Devlet Kitapları, Ankara: Milli Eğitim Basımevi (1.Basım:1968)
- Muir, William (1924), ''The Caliphate, Its Rise, Decline and Fall Chapter LXIII, Al-Mehdi, son of Al-Mansur (İngilizce) (Erişim tarihi: 30.8.2009)
- al-Masudi (İng. çev. Paul Lunde ve Caroline Stone) (1989), The Meadows of Gold, The Abbasids, Londra:Kegan Paul 1989 (İngilizce)
- Muhammad ibn Jarir al-Tabari (İng. çev. C.E. Bosworth) (1989) "The History of al-Tabari" volume XXX "The 'Abbasid Caliphate in Equilibrium" Albany:SUNY. (İngilizce)
- (Abbasside) Fransızca Wikipedia Al-Mahdi (Abbasside) maddesi (Fransızca) (Erişim tarihi: 30.8.2009)
- İngilizce Wikipedia Al-Mahdi maddesi (İngilizce) (Erişim tarihi: 30.8.2009)
Mehdî (Abbâsî halifesi) Doğumu: ? Ölümü: 785 | ||
Sünni İslam unvanları | ||
---|---|---|
Önce gelen Mansûr |
Abbâsî Halifesi 775 - 785 |
Sonra gelen Hâdî |