Merzifonlu Kara Mustafa Paşa

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa (d. 1634/1635 - ö. 25 Aralık 1683), Osmanlı padişahı Avcı Mehmet saltanatı sırasında 3 Kasım 1676 - 15 Aralık 1683 tarihleri arasında yedi yıl bir ay on iki gün sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır. 1672-1676 Osmanlı-Lehistan Savaşı ve 1676-1681 Osmanlı-Rus Savaşında kazandığı başarılara rağmen, II. Viyana Kuşatması ile özdeşlemiş olan sadrazamdır ve kuşatmanın hüsranla sonuçlanması üzerine idam edilmiştir.

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa
Osmanlı Sadrazamı
Görev süresi
19 Ekim 1676 - 14 Aralık 1683
Hükümdar IV. Mehmed
Yerine geldiği Köprülü Fazıl Ahmed Paşa
Yerine gelen Bayburtlu Kara İbrahim Paşa
Kişisel bilgiler
Doğum 1634
Merzifon
Ölüm 25 Aralık 1683
Belgrad

Hayatı

Doğumu

Kara Mustafa Paşa 1634 yılında Merzifon’un ilçeye en yakın köylerinden biri olan Mirince (Karamustafapaşa, Merzifon) köyünde dünyaya gelmiştir.[1] O bölgenin sipahi ileri gelenlerinden Oruç Bey’in oğludur. Annesi Abide Hatundur.

4 yaşında yetim kalmıştır. Babasının yakın arkadaşı Köprülü Mehmet Paşa tarafından yaşıtı Köprülü Fazıl Ahmet Paşa ile birlikte yetiştirilmiştir. Daha sonra Köprülü Mehmet Paşanın kızı ile evlenerek damadı olmuştur.

Osmanlı-Lehistan Savaşı

1672-1677'de Lehistan Seferleri sırasında Osmanlı orduları serdâr-ı ekremliğini önce Köprülü Fazıl Ahmed Paşa yapmıştır ama sonra Merzifonlu Kara Mustafa Paşa serdar olmuştur. Sonradan Kamaniçe Seferi olarak anılan 1672 yılı seferine Sultan IV. Mehmet de katılmıştır.[1]

Lehistan-Litvanya Birliği Kralı Mihal Visevetski (Michał Wiśniowiecki) Ukrayna'da Kazakların aleyhinde hücuma geçip büyük bir arazi, birçok kale ellerine geçirmişti. Bunun üzerinde Osmanlılara tabi olan Zaporog ve Sarıkamış Kazakları Hetman'i Durosenko'ya destek sağlamak üzere Osmanlı ordusu Köprülü Fazıl Ahmet Paşa serdarlığında Sultan IV. Mehmet'in ve Kara Mustafa Paşa'nın katıldığı sefer başlatıldı. 5 Haziran-9 Aralık 1672 döneminde süren bu seferde Podolya üzerine gidildi ve Kamaniçe dahil birçok Kazaklardan Lehistan eline geçmiş olan şehir ve kale Osmanlılar eline geçirildi. Bu seferde Osmanlı güçleri, Lehistan Kralı Mihal Visevetski (Michał Wiśniowiecki)'nin merkez yaptığı Lemberg (Türkçesi İlbav) şehrini muhasara ettiler. Padişah IV. Mehmet şahsen bu kaleye 2 saat mesafeye kadar gitti. Bu Osmanlı başarıları Lehistan kralı ve hükümetini şaşırttı ve Lehler Kırım Hanı aracılığı ile barış istediler.[1]

Ekim 1672'de Bucaş sahrasındaki ordugahta başlayan müzakereler sonunda Osmanlı ve Lehistan devletleri arasında barışı sağlayan Bucaş Antlaşması imzalanmıştır. Türkçe ve Latince iki lisan üzerinde yazılmış olan antlaşmanın Türkçe metni Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından mühürlenip Lehistan elçisine verilmiş ve onlar da Latince metni imzalayıp Kara Mustafa Paşa'ya teslim etmişlerdir. Bu galibiyet ve Bucaş Antlaşması ile Osmanlılar Güney Ukrayna'da bulunan Kazak bölgelerinin koruyucuları haline geçmişlerdir. Podolya'da alınan topraklar ile Kamaniçe merkezli "Podolya Eyaleti" kurularak Osmanlı devletinin sınırı tarihinin en kuzey noktalarına erişmiştir ve topraklar üzerindeki Osmanlı idaresi 27 yıl 1699'a kadar sürmüştür. Ayrıca Lehistan-Litvanya Birliği yıllık vergi vermeye mecbur bırakılmışlardır.[1]

1673'te Ukrayna 'da Zaporog ve Sarıkamış Kazakları Hetmanı Doroşenko Osmanlı güçleri ile birlikte olmuştu.

1674'te Ruslar Ukrayna Kazaklarına hücum etmişler ve onlara ait birkaç palanga ele geçirmişler ve Kazak Hetmanı'nın merkezi olan Çehrin (Lehçe: Czehryń ve yeni ismiyle Çığırın) kalesini sarmışlardı. Kara Mustafa Paşa serdarlığında ve Sultan IV. Mehmed'in katılması ile yeni bir Lehistan seferi için Ukrayna'ya yürüdü. Bu sefer esnasında Kırım Hanı Selim Giray hetmanı kötümek için Çehrin üzerine gönderildi. Bunu haber alan Çehrin'i kuşatan Rus generali çekildi ve Çehrin kuşatmasını kaldırdı. Kazak Hetmanı Dorsenko Osmanlı karargahına gelerek Osmanlılara bağlı Ukrayna bölgesi hükümdarı olarak kabul edildi ve kendine bir altın topuz hediye edildi.[1]

Lehistan Kralı Mihal 1673'te öldü. 1671-1676 Osmanlı-Lehistan Savaşı'nın devam etmekte olduğu bu sırada Lehistan-Litvanya Birliği ordularının kumandanlık görevini Jan Sobieski yüklendi. Lehistan-Litvanya Birliği ordusu 11 Kasım 1673 tarihinde Hotin yakınlarındaki yapılan bir muharebede Sarı Hüseyin Paşa komutasındaki bir Osmanlı ordusu kolunu büyük bir yenilgiye uğrattı. Bu Osmanlı yenilgisi 1672'de imzalanmış olan Bucaş Antlaşması'nın koşullarını değiştirmedi. Fakat Jan Sobieski'nin ismini yaydı ve nihayet Jan Sobieski Mayıs 1674'te Avusturya'lıların gösterdiği krallık adayına karşı olarak Lehistan-Litvanya Birliği Kralı seçildi.

Jan Sobieski Avusturya'lılar aleyhinde Fransa'ya yaklaştı. Fransız arabuluculuğu ile Osmanlılarla savaşı sona erdirmeye çalıştı. Haziran 1675'te Fransa'yla Jaworow Antlaşması'nı imzalayıp bu anlaşmanın bir gizli maddesinde Osmanlılarla barış yapıldıktan sonra Habsburg Avusturya Kutsal Roma Germen İmparatorluğu'na savaş açacağına söz verdi. Ekim 1676'da Osmanlılarla Lehistan arasında İzvança Antlaşması'nı imzaladı. Bu antlaşma koşulları Lehistan için Bucaş Antlaşması'ndan biraz daha elverişli idi.

Kara Mustafa Paşa 3 Kasım 1676'da Edirne'de Sadrazam Fazıl Ahmet Paşa'nın ölmesi ile sadrazamlığa getirildi.

Birinci Osmanlı-Rusya Savaşı

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın sadrazam olduktan sonra uğraştığı ilk sorun Ukrayna'da bulunan Kazak Hetmanlığı'nın kime bağlı olacağı ile ilgiliydi.

Zaporog ve Sarıkamış Kazakları Hetmanı Doroşenko 1675'e kadar Osmanlılara tabi olmuştu. Fakat kendine tabi olan Kazak cenkçi ve askerlerini baskısıyla 1675'ten itibaren Rus taraftarlığına döndü. Doroşenko Ruslarla anlaşıp 19 Eylül 1676'da Sağ Ukrayna Kıyıları (Pravoberezhna Ukrayına) Kazakları Hetmanlığını bıraktığını ilan etti ve Rusya'ya sürgüne çekildi. Merkezi olan Çehrin kalesini Ruslara teslim etti. Bunun üzerine Osmanlı Sadrazamı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Doroşenko'nun azledildiğini bildirdi; yerine Sağ Ukrayna Kıyıları (Pravoberezhna Ukrayına) Kazakları hetmanlığına İstanbul'da eğitilen Yuri Himelnitskiyi adlı bir papazı atandığını ilan etti. Temmuz 1677'de Şeytan İbrahim Paşa serdarlığı altında bir Osmanlı-Kırım Tatar Hani ordusu I. Çehrin Seferi'ne başladı ve bu ordu Ağustos'ta Çehrin kalesini kuşatma altına aldı. Çehrin Kalesi Osmanlılar tarafından 23 gün kuşatmaya alındı. Fakat kaleyi kurtarmak için büyük bir Rus ordusu geldiği haberi gelince 29 Ağustos'ta serdar ve Kırım Hani kuşatmayı bırakarak geri çekildi. Şeytan İbrahim Paşa İstanbul'a dönünce vezirlikte atılıp tutuklandı ve Kırım Hani Selim Giray hanlıktan azledildi.[1]

Bu başarısızlık dolayısıyla Rus çarı anlaşmak için İstanbul'a bir elçi gönderdi. Sadrazam Kara Mustafa Paşa Ruslarla harp taraftarıydı ve bir sefer hazırlığına başlamıştı. Ama Çehrin kalesinden Rusların çekilip bu kalenin Osmanlılara tabi Kazak Hetmanı'na verilirse sulh yapılabileceğini bildirdi. Rus elçisi buna yanaşmadı. Rus elçisinin elinden nağme alınıp elçi Sultan huzuruna çıkarılmadan İstanbul'a gelmesinden 12 gün sonra Rus elçisi geri gönderildi.[1]

1678'de Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa serdarlığında başlayan yeni bir sefer, İkinci Çehrin Seferi başlatıldı. Sultan IV. Mehmet de orduya Silistre'ye kadara katıldı. Kara Mustafa Paşa serdarlığında Osmanlı ordusu Ukrayna'da ilerleyerek Çehrin önüne geldi. 21 Ağustos 1678 tarihinde Çehrin Osmanlıların eline geçti. Bu yenilgi, Ruslar için kötü oldu. Çünkü; önemli bir bölgeyi kaybetmişlerdi. Rus Çarı Aleksey yeni bir strateji olarak Sağ Ukrayna Kıyıları arazilerinde yaşayan Kazakları zorlayıp Dinyeper Nehri batısındaki bölgelerin nüfusunun küçülmesini hedef almıştı. Diğer taraftan da Rusla Çehrin'i tekrar fethetmek için hazırlığa başladıkları söylentilerini yaymaya başladılar. Bu söylentileri haber alan Sadrazam Kara Mustafa Paşa Osmanlı Ordusunu yeni bir savaş açmak hedefiyle Edirne'de toplamaya başladı. Rusya Çarı Aleksey ile yeni Lehistan Jan Sobieski arasında Osmanlıların aleyhinde bir dostluk antlaşması imzalandı. Rusya Çarı, güçlü olmadığını bilip çok toprak kaybetme riskini göze alamadı. Bunun üzerine Rusya Çarlığı barış istedi ve Sadrazam Kara Mustafa Paşa da barışı kabul edip. yeni savaş, son anda önlendi. 31 Ocak 1681'de Rusya Çarlığı ve Osmanlı Devleti ile Kırım Hanlığı arasında Bahçesaray Antlaşması imzalandı. Buna göre Dinyeper Nehri Osmanlı Devleti ile Rusya Çarlığı arasında sınır olup sağ yakası (batısı) Osmanlı Devletinin elinde kaldı ve Çehrin kalesi Osmanlılara ait olduğu kabul edildi. Dinyeper Irmağı'nın sol yakasının ise, yani Ukrayna'nın doğuşu ve Zaporogya Kazaklar bölgelerinin, Rusya Çarlığı idaresinde olduğu Osmanlılar tarafından onaylandı.[1]

Osmanlı Habsburg Savaşı ve İkinci Viyana Muhasarası

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Avusturya seferine çıktıktan sonra diğer önde gelen paşalarla savaş divanı kurup Yanıkkale (bugün Macaristan sınırları içinde kalan Győr-Moson-Sopron şehri) mi yoksa Viyana üzerine mi gidilmesini tartışmıştır. Birçok paşanın bu sene Yanıkkale'nin alınıp seneye daha iyi hazırlanılarak Viyana'nın üzerine gidilmesi fikrine karşı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Viyana üzerine gidilmesine karar vermiştir ve bunun üzerine Osmanlı ordusu Viyana'yı kuşatma altına almıştır.

Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın amacı şehri vire (teslim) ile ele geçirmek böylece yeniçerilerin şehri yağmalamalarını önleyerek Viyana hazinelerini korumak idi. Böylece kuşatma uzadı.

Bu da Polonya kralı Jan Sobieski komutasındaki 100.000 kişilik Lehistan ordusunun vakit kazanarak Viyana'nın imdadına yetişmesine sebep oldu. Haçlı ordusunun Viyana önlerine gelmesi üzerine askerleri siperlerden çıkararak kuşatmayı kaldıran sadrazam, savaş pozisyonu aldı. Haçlıların ilk saldırısı üzerine Osmanlı hatları yarıldı ve askerler kaçmaya başladılar.

Viyana Bozgunu ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın idamı

Bunun üzerine sadrazam ordunun tüm ağırlıklarını geride bırakarak Belgrad'a çekildi. Viyana bozgunu üzerine Sultan IV. Mehmet bir hatt-ı şerifle kapıcılar kahyasını Belgrad'a göndererek Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'yı idam ettirdi.

Kara Mustafa Paşa tarafından idam ettirilen, Budin Beylerbeyi Koca Arnavut Uzun İbrahim Paşa'nın idam öncesi sözleri:

"Padişah, yenilgi ve bozgun nedeniyle böyle güçlü bir Sadrazamı öldürülerek cezalandırmayı sakın düşünmesin. Bu işin iyi bir şekilde sonuçlandırılması yine onun güçlü yönetimine verilmelidir. Çünkü, çevresindeki ve yönetimindeki pek çok makam sahibine ancak o sözünü dinletebilir. Gayretli bir Sadrazamdır. Ondan başka hiçbir Sadrazam bu karışıklığın ve düşman saldırılarının önünü alamaz.

[2]

Raşit Tarihinde anlatılanlara göre uğranılan yenilginin acısını belki de çok fazlasıyla ödetebilecek güçte olan bu şanssız Sadrazamın öldürülmesiyle Osmanlının Avrupa’daki "Fetih Dönemi" de kapanmış oldu.

Hakkında Yorumlar

"Cevdet Paşa tarihi” de Kara Mustafa Paşanın öldürülmesini şöyle değerlendirmektedir:[3]

O zaman düşmanları, eğer Sadrazam Kara Mustafa Paşa yaşarsa gelecek yıl yanlışlarını düzeltir, bu yenilgiyi düşmana ödetir ve parlayıp yükseklerde uçar, bizde onunla baş edemeyiz.” Düşüncesiyle onu katlettirdiler. Ama böyle bir devlet adamının yerini kimin doldurabileceğini düşünmediler. Kişisel kin ve çıkarlarını devlet çıkarlarından üstün tuttular. İhanet ettiler. O da sonuçta bir insandı. Yanlışları olabilirdi. Öldürülmesi ise daha büyük bir yanlıştır.”

Edirne’deki mezarının kitabesinde şunlar yazılıdır:[2]

Ser-i Serdar-ı Ekrem Sadrazam Mustafa Paşa
Edip rihlet cıvar-ı evliyada eyledi meva
Kusuru yoğ iken say-ü gazade min vech-i nevan
Şehidü hem sait oldu firdevs-i ebed sükna
1095-1684

Türkçesi: Başkomutan, Sadrazam Kara Mustafa Paşa, çevresini ermişlerin sardığı bir makama gitti. Çok çaba gösterdiği savaşta yaptıklarından ötürü suçu yokken öldürüldü. Şimdi ebediyen kalacağı, Cennetin Altıncı Bahçesinden sesi duyulan bir şehit oldu.

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın Kişiliği

Tarihçiler Kara Mustafa Paşa'yı korkusuz, atak, kararlı, kendini beğenmiş, saplantılı, saltanat ve gösterişe düşkün bir devlet adamı olarak tanıtırlar. Kimileri ise onu bu özelliklerde biri olarak tanıtmakta, düşünce ve işbirliği içindedirler. Hiçbir belgeye dayanmaksızın yabancı devletlerden gelen büyükelçilere karşı gösterdiği sert, şedit davranışlarıyla ünlendirmeye çalışsalar da birkaç yabancı dile ve klasik dillere hakim olması dolayısıyla yabancı diplomatlarla, kendi dillerinde iletişim kurabilmesi ve dostluklarının olması, bu konuda yazılan makaleler ve arşiv kayıtları kimi tarihçilerin iddialarının aksini ispatlamaktadır. Bazı tarihçilerimiz ise onu okumamış, kültürsüz, bilgisiz olarak tanıtmaya çalışmakta, acımasızca saldırmaktadır. babası Sipahi Oruç Reis'in yakın dostu olan, kendisini evladı gibi yetiştiren ve daha sonra da kayınpederi olan Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa'nın oğlu Fazıl Ahmet Paşa ile birlikte yetiştikleri bu konuyla ilgili tüm kaynaklarda belirtilmektedir. Enderûn eğitimi almıştır ve bu yüzden Türk olmadığı, devşirme olduğu iddia edilse de annesi Abide Hatun ve babası Sipahi Oruç Reis köklü Müslüman Türk ailelerine mensupturlar. Ayrıca estetiğe, sanata ve dinler tarihine karşı doymak bilmeyen bir ilgisi vardır. İnşa ettirdiği devasa kütüphane ve kervansaraylar, görev almış olduğu makam, yabancı diplomatlarla yazışmaları ve aile kayıtları da bunun bir kanıtıdır.

Hakkında yaratılmaya çalışılan olumsuz algının kaynağı, Sabetay Sevi'nin Müslümanlığı kabul etmesine sebep olmasından kaynaklanmakta ve belirli bir zümre tarafından sürdürülmeye çalışılmaktadır. Profesör Dr. Erhan Afyoncu, "Sahte Mesih: Sabatay Sevi ve Yahudiler[4]" isimli kitabında bu konuyu ayrıntılarıyla açıklamıştır:

"Sabetay Sevi 16 Eylül 1666’da devlet ileri gelenlerini önünde sorguya alındı. Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa, Girit’in fethi ile meşgul olduğundan Sabetay, Sadaret Kaymakamı, yani başbakan vekili Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın karşısına çıkarıldı. Mecliste ayrıca Şeyhülislam Minkarzade Yahya Efendi ve Padişahın imamı Vani Efendi de vardı. Türkçeyi iyi bilmeyen mesihin tercümanlığını, Yahudi iken Müslüman olan Hekim Hayatizade Mustafa Fevzi yapıyordu. IV. Mehmed de olup bitenleri pencere arkasında gizlice takip ediyordu.            

Bir süre sorgulandıktan sonra, Sabetay’a, denildiği gibi gücü varsa mucize göstermesi emredildi. Göstermesi istenen mucize de belliydi. Mesih çırılçıplak soyulacak ve okçular tarafında ok yağmuruna tutulacaktı. Eğer oklar vücuduna işlemezse Osmanlı yöneticileri Sabetay’ın dediklerinin doğru olduğuna inanacaklardı. 'Bu teklifi duyan Sabetay, hemen Mesihlikten vazgeçti. Kendisini basit bir haham olduğunu, Mesihlik işini Yahudilerin yakıştırdığını söyledi. Bu cevap üzerine tek kurtuluş yolunun Müslüman olmasıyla mümkün olacağı söylendi. Tercümanlığını yapan Hayatizade'den bu teklifi duyan Sabetay, müterciminin kulağına rezil olacağını, cemaatini zor durumda kalacağını fısıldadı. Hayatizade’de Müslüman olmazsa başın her türlü işin gelebileceğini, ancak Müslüman oldum deyip eski faaliyetlerine yeni kimliğiyle devam edebileceği cevabını verdi. Bunun üzerine Sabetay Sevi Kelime-i Şahadet getirerek Müslüman oldu ve Mehmed ismini aldı. Sevi, sonradan yeni ismine ruhani bir anlam katmak için “Aziz”i de ekledi. Müslüman olan Sabetay, içoğlanlar hamamına götürülüp temizlendikten sonra, Müslüman elbiseleri ve hil’at giydirildi. Kapıcıbaşı rütbesi verilerek, emekli statüsüyle 150 akçe maaş bağlandı".[5]

İmanlı, kararlı, kudretli, taviz vermeyen ve hayırsever kişiliği ile güçlü bir komutan ve devlet adamı olarak anılmaktadır. Mevkiinin de gerektirdiği bu özellikleri barındıran karakteri, lider olarak askerleritarafından büyük bir saygı ve sevgi görmesini ve iletişimde bulunduğu yabancı devletler tarafından korkuyla karışık bir saygı ve sevgi görmesini sağlamıştır. Ancak eğitimi ve bitmek bilmez okuma sevgisi ile sürekli desteklediği bu güçlü kişilik özelliklerini sadece devlet çıkarları için kullanması ile kaynaklarda idamına sevindiği anlatılan tüm düşmanlarına rağmen, günümüzde bile şu anektod ile saygı ile anılmakta ve örnek teşkil etmektedir:

"Belgrad'da (Sırbistan) bulunan Kara Mustafa Paşa'ya önce padişahın azil fermânı tebliğ edilir. Paşa ise, bunu hürmetle karşılar ve şu mukabelede bulunur:

'Hakkımızda azilden başka bir emr û fermân var mıdır?'

Tebliğci; 'Belî paşam, vardır.' der ve üzüntü ile ölüm fermânını Serdar-ı Ekrem'e uzatır.

Merzifonlu, bunu da metanetle karşılar ve fermanları öperek başına koyar. Sıra infaza gelir. Cellatlar hazırda beklemektedir.

Paşa, hemen oracıkta abdest tazeler, iki rekât namaz kılar ve "Gelin, ben hazırım" der.

Cellatlar gelirken de halının kaldırılmasını emreder; son nefesini verirken damlayacak kanının devlet malı olan halıyı kirletmemesini ve cansız vücudunun toprağa düşmesini ister."

Dürüstlüğü ve cesareti ona "Kara" sıfatını kazandıran başlıca özellikleridir. Kaptan-ı Derya'lık yaptığı sırada gemilerinden birinde patlayan fişeklerin üzerine koşarak gemisini ve askerlerini kurtarmaya koşması ile yaralanmışsa da devletin malını ve askerini canı pahasına savunmuş, cesaretinden ve devlet adamlığından hiçbir şartta caymamış, çok güçlü bir karakterdir. Ailesinde kendisinden sonra birçok devlet adamının yer alması da bu karakterin bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

Uğradığı tek ve son başarısızlık Viyana Kuşatması'nda aldığı yenilgidir. Bilindiği gibi Viyana’yı Kanuni Sultan Süleyman da kuşatmış ama alamamıştır. Kara Mustafa Paşa’nın böylesine zor ve güç bir işe girişimi bile alkışlanacak bir davranıştır. İşin sorumluluğunu yalnızca ona yüklemek ise acımasızlıktır. Savaş başarıyla sonuçlanıp Viyana alınsaydı Osmanlının gelmiş geçmiş en önemli Sadrazamı olarak tarihe geçmeyecek miydi? Kuşkusuz onunda pek çok devlet adamında olduğu gibi, kusurlu yönleri vardır. Şunu da belirtmek gerekir: Osmanlılar döneminde kırk kadar Sadrazam ölümle cezalandırılmış; ancak, hiçbiri hakkında Kara Mustafa Paşa konusunda olduğu kadar yazılmamış, tartışılmamış ve konuşulmamıştır. Saltanat düşkünlüğünü sarayındaki savurganlık ve gösterişli yaşantıyı tarihçilerin bazıları abartarak anlatmaktadır. Bununla kimi tarihçinin "kibirli" oluşuna bağladığı fakat aslında Tatar Hanı Giray Han'ın kendi kibri ve kıskançlığı yüzünden Osmanlı'ya yardıma gelmemesi, saldırıda geç davranması sonucu Viyana'da ilerlenmesine rağmen son anda şehrin kaybedilmesine ve seferin başarıyla tamamlanamamasına sebep olmuştur. Bunun içindir ki adından en çok bahsedilen sadrazam olmuştur.

Bunun haricinde padişahla yaraşır ve hatta yer yer onu aşan bir zenginliğinin olması (Kaşıkçı Elması'nın Avcı Mehmed'e Merzifonlu tarafından hediye edildiği rivayet edilir.), Mekke ve Medine'ye aşırı hassasiyet göstermesi, güçlü imanı dolayısıyla hayır hasenatta gönlü geniş olması; IV. Mehmed'in, Merzifonlu'yu sevip, koruyan, destekleyen annesi Turhan Hatice Sultan'ın erken vefatının yanı sıra, başından beri Sadrazam'ın düşmanı olan Tatar Hanı'nı ve saray içinde Paşa'ya karşı haset içinde kinlenmiş olan kimi ağaların dedikodularını dinlemesi, Sadrazam'ı idam ettirmesine yol açan başlıca sebepler arasında yer almaktadır.

Sofa Köşkü[6] gibi benzersiz bir yapı da onun kudreti hakkında bir fikir vermeye yardımcı olacaktır; Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Topkapı Sarayı içinde konağı olan tek sadrazamdır.

Kara Mustafa Paşa'nın Viyana'da Çadırı ve Sarayı

Viyana Kuşatması sonrasındaki bozgun sırasında otağını yağma eden ve Kara Mustafa Paşanın değerli çadırını ele geçiren Leh Kralı Sobieski, eşi Mari Kazmir’e yazdığı mektupta çadırda gördüklerini şöyle anlatıyor:

Osmanlı Sadrazamı, Alman İmparatorunun şatosundan alınan devekuşu yeniden Hıristiyanların eline geçmesin diye başını koparttırmış. Sadrazamın çadırındaki değerli takıları anlatamam. Yağmadan payıma düşenleri saymakla bitiremedim. Bir elmas kemer, iki elmas saat, çok değerli dört-beş kılıç. Beş tane yakut mink ve incilerle süslenmiş tirkeşler, yorganlar, halılar, binlerce ufak tefek eşya, dünyanın en değerli samur kürkleri. Askerler birçok değerli elmas kemer elde ettiler. Bunlar neye yarayacaktı bilmiyorum. Çünkü, Osmanlılarda böyle bir gelenek yoktu. Som altından bir çekmece vardı ki içinde gizemli resimlerle süslü ve parşömen kağıdı kalınlığında üç altın sayfa bulunuyordu. Büyük hazineye gelince; bunun ne olduğu belli değil. Sadrazam çadırlarına önce girdim ve orada hazinenin yağma edildiğini gösteren bir belirti göremedim. Bu durumda hazine ya Osmanlı askerlerine dağıtılmış, ya orduyla birlikte getirilmemiş ya da savaş öncesi cephe gerisine gönderilerek güvence altına alınmıştır.

“Merzifon Vakıflar Yönetimindeki Vakfiyesinde”, toplumsal yaşamda ortaklaşa kullanılması için değişik yerlerde yaptırarak kullanıma sunduğu yapıların türü ve sayısından söz edilirken Süleymaniye Camii yöresindeki sarayın ve içindekilerin kısa bir tanıtımı vardır ve üç sayfaya yakın tutmaktadır. Sarayının büyüklüğü ve görkemi şaşırtıcı boyutlardadır.

Fransa Kralı XIV. Louis'nin elçisi Marquis de Nointel İstanbul’dan Paris’e yolladığı raporda Kara Mustafa Paşanın sarayını ve harcamalarını şöyle anlatmaktadır:

Sarayın harem dairesindekiler: Hazinedar, Silahtar, İki Çuhadar, Mühürdar, Kaftancı, Kilercibaşı, Kahvecibaşı, Peşkircibaşı, İbriktar, Şarkıcı, Şamdancı, Seccadeci, Kitapçı, Divitçi, Mendilci, Sofracı, Berberbaşı, Hamamcıbaşı, Dellakbaşı, Tırnakçı ve yüzyirmibeş İçoğlan.

Sarayın Dışındaki adamları: Kahya Bey, Büyük Tezkereci, Kapıcılar Kayhası, Padişahla iletişimi sağlayan Telhisçi, kırk Saraç, otuzaltı Seyis ve bunların başı olan Miharur, Vekilharç, yirmibir yardımcısı olan Aşçıbaşı, kırk Küçük Ağa, Arpa Emini, Sancaktar, Tuğcular, yirmibeş Mızrakçı ile başları savaş zamanlarında kendisinden ayrılmayan iki özel alay. Ahırında 500 cins at, kırk tanesi Paşanın seçme binek atlarıdır. Yük taşıyan beş yüz deve ve yüzelli katır ile altmış kısrak, dört saltanat arabası, iki yataklı mahfe, saraydaki adamları için dört takım çadır, dışındaki adamları için iki yüzden çok beylik çadır.

Tımar ve zeamet gelirleri dışındaki özel varlığı: İstanbul’da bir saray, iki bahçe, Edirne’de iki saray ve iki çiftlik, Merzifon’da bir konak, para olarak da iki yüz elli bin sikke değerinde mücevher.

Günlük Mutfak Giderleri: Günde beş yüz okka ekmek, iki yüz on altı okka et, yüzyirmi okka pirinç, otuzsekiz okka yağ, oniki okka şeker, oniki okka süt, on okka un, yüz okka sebze, on okka kahve, yetmiş tavuk, yüzyirmi yumurta vb.” (Bir okka = 1,282 Kg'dır.) (Not: Bu rakamların ne denli sağlıklı olduğu bilinemez.)

Ahmet Refik de bu konuda şunları yazıyor:

Saraydaki tereyağları, gülsuları, zağferan giderleri çok para tutuyordu. İstanbul, Edirne, Yenişehir ve Merzifon’da sarayları, çiftlikleri vardı.

Selahattin Batu’nun “Türk Atları ve At yetiştirme Bilgisi” Say.86. de:

Ahırlarında beş yüz küheylan, asker ve hizmetlileri için altı yüz at, paşa bir yere göç ettiğinde eşyalarını taşıyan, beş yüz katır ve beş yüz deve, Merzifon’da büyük bir harae kırk saraç ile elli at bakıcısı vardı."

Atatürk'e göre Kara Mustafa Paşa

Kara Mustafa Paşa
Kara Mustafa Paşa
Kara Mustafa Paşa'nın ipek kuşakla 25 Aralık 1683'teki idamı

Yıl 1933, Mustafa Kemal Atatürk, Ankara Konservatuvarını gezmektedir. Bir sınıfa girer, ders tarihtir, konu da Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın II. Viyana Kuşatmasında aldığı yenilgidir. Öğretmen Merzifonlu ile ilgili olumsuz sözler kullanmaktadır. Paşanın bozguna uğradığından ve Osmanlıların bundan sonra gerilemeye, toprak yitirmeye başladığından söz etmektedir. Mustafa Kemal, öğretmenin bu sözlerine sinirlenerek:

Öğretmen Bey, Öğretmen Bey! 173.000 kişilik bir orduyu İstanbul’dan alıp Avrupa’nın göbeği olan Viyana önlerine götürmek her komutanın yapabileceği bir iş değildir. Bu büyük tarih olayını, o büyük adam gerçekleştirmiştir. Viyana’yı ancak Padişah, Kanuni Sultan Süleyman kuşatabilmiştir. Merzifonlu onun derecesinde büyük bir adamdır. Siz nasıl olur da böyle bir başkomutanı kötülersiniz? Gençler! Merzifonlu değerli bir komutandır. Bunu böyle biliniz. Bu şekilde yenilenler, yenik sayılmazlar.

demiştir.

Tarihçilerin yorumu

Tarihçilerin yazdıklarından seçmeler

Raşit Tarihi:[7]

Ulusun yönetilmesini, din işlerini ve bunların inceliklerini iyi bilen, doğru yolda, çabalı, cömert, ağırbaşlı, yasaların uygulanışında Aristo gibi davranan biri idi.

Hadiketül-Vezüra:[8]

Dekaik-i ümur-u alema vakıf, akil, reşid, gayyur, fehim, kerim ve vakur bir vezir-i sahipşuur idi. Ancak tevhir-i male meyl ile meşhur idi. Rahmetullahi Teala.” (Din işlerinin inceliklerini iyi bilen, akıllı, doğru yoldan ayrılmayan, çabalı, anlayışlı, cömert, ağırbaşlı, bilinçli bir vezir idi. Ancak; dünya malına düşkünlüğü ile ünlü idi. Allah Rahmet Eylesin.

Netaicul Vukuat:[9]

Maktulün (Kara Mustafa Paşa) uğradığı başarısızlık, yanlışlık hoş görülür cinsten değilse de güçlü, yararlılıkları görülmüş, onurlu bir kişi olduğundan yerinde bırakılması gerekirdi. Tarih yazarları giderilmesi olanaksız bir kayıp olduğu görüşünde birleşmektedir.

Kamus-ul Alem:[10]

H. 1095'te her şeyin başı ve önü olan devlet fermanı ile (savaşta) kötü önlemler aldığı için suçlanan kusurlu bulunan (Kara Mustafa Paşa) akıllı, ileri görüşlü, onurlu, cömert bir insandı. Mal toplamaya düşkündü. Öldüğünde elli yaşlarında idi.

Hadikat-ül Cevami:[11]

Müşarünileyn dekaik-i umür-ü aleme vakıf, akil, gayyur, kerim ve sahip-i şuur bir vezir olup lakin vakar-ı ve tevfir-i male rağbeti ziyade idi.Şerefli, sıhrıyete dahi nail olmuştur. Rahmetullah-ü aleyh.

Sicil-i Osmani:[12]

Kara Mustafa Paşa savaş konusunda uzman idi. Sadrazamlık günleri gaza ve harb ile geçmiştir. Viyana’ya kadar dayanmış, ancak alması günlük bir olay durumuna gelmişken Polonyalılar ve Almanların yardıma gelmesiyle sonuçsuz kalmıştır. Bu nedenle çok üzülmüş ve kaygılanmıştır. Zeki, önlem almayı bilen, ağırbaşlı birisi idi.

Vakfı ve ailesi

Kara Mustafa Paşa öldükten sonra Divan'dan çıkartılan "1095 Safer" tarihli bir fermanla [13] Süleymaniye'deki sarayı, Eyüp'teki bahçesi, Edirne'de sarayı ve Timurtaş'daki çiftliği dışında Rumeli ve Anadolu'da bulunan çiftlik ve akarı oğlu Ali Paşa'ya ve ahvadına ihsan olunmuştur. Oğlu Vezir-i azam Ali Paşa "Maktulzade" olarak anılmaya başlanmıştır. Kızı Fatma Hanım İbrahim Paşazade İbrahim Bey ile evli idi ve "Kaymak Mustafa Paşa" ise torunudur. Kaptan-ı Derya Kaymak Mustafa Paşa sonradan ünlü sadrazam olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın kızı ile evlenmiştir.[1] 1675 yılında IV. Mehmed ile Emetullah Rabia Gülnuş Sultan'ın kızı Ümmü Gülsüm Sultan'la evlendi ve saray'a damat oldu. Bu evlilikten Mihrişah isimdeki bir Hanim Sultan dünyaya geldi.

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Vakfı (Oruç Oğlu Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Vakfiyyesi) hem Osmanlı İmparatorluğu hem de Türkiye Cumhuriyeti'nin en taşınmaz zengini olan vakıflarının başında gelir. TC Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve Vakıflar Müdürlüğü kayıtlarına göre Vakıf'ın Osmanlı İmparatorluğu-Türkiye Cumhuriyeti Dönemi arasındaki geçiş periyodunda aileden olan yöneticileri şu şekildedir: Mülkiye Nazırı Ahmed Asım Bey (d. 1844, İstanbul)(Yeman/Kevkeban Mülkiye Kaymakamı); Suriye'de ve farklı illlerde de devlet görevinde bulunmuş Ahmed Asım Bey'i oğlu Mehmed Nebil Merzifonlu Kara Mustafa(Paşa)oğlu Bey (d. 1888, İstanbul) ve akabinde Doğan Yılmaz Merzifonlu Kara Mustafa(Paşa)oğlu izlemiştir.

Ailenin Ahmet Asım Bey'den yürüyen erkek soyu soyadı kanunu ile Merzifonlu Kara Mustafaoğlu soyadını, Ahmet Asım Bey'in kız kardeşi Zehra Hanım'dan süren kısmı ise Akyurt soyadını almıştır. Vakıf son olarak ünlü Türk ressam ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde görev almış olan Mehmed Nebil Bey'in oğlu Doğan Yılmaz Merzifonlu Karamustafaoğlu (Yılmaz Merzifonlu olarak ünlenmiştir.) tarafından yönetilmiştir. Vakfın son mütevellisi olan Doğan Yılmaz Merzifonlu Kara Mustafaoğlu'nun 1976 yılında mütevellilikten istifası sonucu, Vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yönetilmektedir.

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Ailesi'nin "Merzifonlu Karamustafaoğlu" soy adı, ailenin erkek soyundan gelen son Vakıf mütevellisi ve evladı Doğan Yılmaz Merzifonlu Karamustafaoğlu'nun tek çocuğu olan, kızı Abide Tuğçe Merzifonlu Kara Mustafaoğlu'nun (Abide Tuğçe Mit) evlenmesi ve Çerkes asıllı Mit soyadını alması ile son bulmuştur, aile sürmektedir.

Ailenin Ahmet Asım Bey'in kızkardeşi Zehra Hanım'dan devam eden diğer kolu olan Akyurtlar da hâlen devam etmekte olup (Yusuf Akyurt ve Yalın Akyurt) vakıf evladı olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü kayıtlarında bulunup secerelerinin kayıtları ayrıntılı olarak tutulmaktadır.

Ayrıca bakınız

Kaynakça

  1. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, (1954) Osmanlı Tarihi III. Cilt, 2. Kısım , XVI. Yüzyıl Ortalarından XVII. Yüzyıl Sonuna kadar), Ankara: Türk Tarih Kurumu (Altıncı Baskı 2011 ISBN 978-975-16-0010) say.423
  2. A. Aziz Tasa, "Dünden Bugüne Merzifon" say. 100
  3. Cevdet Tarihi
  4. http://www.idefix.com/kitap/sahte-mesih-erhan-afyoncu/tanim.asp?sid=GP51BYUGNM7MLBZC8Z9Y
  5. Erhan Afyoncu; Sahte Mesih: Sabayat Sevi ve Yahudiler
  6. "Arşivlenmiş kopya". 7 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 12 Eylül 2014.
  7. Mehmed Raşid (1282/1865), Raşid Tarihi (Cilt I-V), İstanbul (Osmanlıca)
  8. Ahmet Osmanzade Taip, (1271/1854) Hadiketül-Vezüra, İstanbul: Cerîde-i Havâdis Matbaası, (Osmanlıca)
  9. Mustafa Nuri Pasa (1327/), Netaicul Vukuat, İstanbul {Osmanlıca}
  10. Şemseddin Sâmî, (1899), Kamus-ul Alem, İstanbul {Osmanlıca)
  11. Hafiz Hüseyin Ayvansarayî (1281/18) Hadikat ül-cevami, İstanbul (Osmanlıca)
  12. Mehmet Sürreya (1890-1893) Sicil-i Osmani 4 Cilt, İstanbul {Osmanlıca}
  13. Muhimme Defteri 108 say.16

Dış bağlantılar

  • Uzunçarşılı, İsmail Hakkı (1951), Osmanlı Tarihi III. Cilt 1. Kısım: II. Selim'in Tahta Çıkışından 1699 Karlofça Andlaşmasına Kadar Ankara:Türk Tarih Kurumu ( 2003 6. Baskı ISBN 975-16-0013-8) Bölüm XVI
  • Gökbilgin, Tayyip, "Köprülüler" maddesi; Kaynak:Türkiye Cumhuriyeti Maarif Bakanlığı, İslam Ansiklopedisi, Cilt VI. say.802-908
  • Shaw, Stanford (1976)History of the Ottoman Empire and Modern Turkey: Vol. I: Empire of the Gazis, Cambridge:Cambridge U.P, ISBN 978-0521291637 say.214-215 (İngilizce)
    Siyasi görevi
    Önce gelen:
    Köprülü Fazıl Ahmed Paşa

    Osmanlı Sadrazamı

    19 Ekim 1676 - 14 Aralık 1683
    Sonra gelen:
    Bayburtlu Kara İbrahim Paşa
    Askerî görevi
    Önce gelen:
    Zurnazen Mustafa Paşa
    Kaptan-ı Derya
    1656
    Sonra gelen:
    Halıcı Damadı Mustafa Paşa
    This article is issued from Wikipedia. The text is licensed under Creative Commons - Attribution - Sharealike. Additional terms may apply for the media files.