Türkistan Aleviliği
Pamir Alevîliği ya da Türkistan Alevîliği; Çin, Pakistan, Afganistan ile Kırgızistan sınırındaki bölgede yer alan Pamir Dağları'nın etrafında yaşayanlar arasında yaygın olan İmâmet (İsmâ‘ilî i'tikadı) ve İmâmet (Nizârî i'tikadı) kökenli Nizârî İsmâ‘ilîler'in nüfus çoğunluğu teşkil ettiği Tacikistan'ın Dağlık Bedehşan Özerk Vilayeti ile Afganistan'nın Badahşan Vilayeti ve civarındaki yōrelere özgü İslâm i'tikadı.
Tarihçe
Emevîler tarafından “Hanedân-ı Alevîyye” mensuplarına karşı uygulanan takibât ve gerçekleştirilen mezâlimden kaçmağa muvaffak olabilen Ali bin Ebâ Tâlib Merkedî taraftarlarının Irak kıt’asıyla, Türkistan ve İran yaylâhlarına iskân edilmeleri neticesinde Taberistan, Azerbaycan ve Hazar Denizi kıyılarındaki ülkelerde yaşayan Alevî nüfusta hızlı bir artış meydana gelmişti.[1]
Alevî Dâîlerin önemli fa’aliyetleri ve Alevîler’in Türkistan’a yayılmaları
“Hanedân-ı Ehl-i Beyt” nâmına Hilâfet makamının ele geçirilmesine yönelik başlatılan ihtilâller, neticede bir sülâlenin başarısıyla sonuçlanır sonuçlanmaz asıl olan umûmî gâye ve hedefler hemen unutularak hâkimiyet bu yeni ailenin tasarrufuna teslim ediliyordu. Hükûmet kurmaya muvaffak olan Alevî zümreler içerisinde en uzun ömre nâil olan “Bâvendîler” (Karahanlılar) 372 sene süren saltanatları zarfında tam 25 tane hükûmdâr tarafından yönetilmişlerdi. “Alevîler” içerisinde başta en güçlüleri olan “Mısır Fâtımîleri” olmak üzere “Bâvendîler” kadar dört asra yakın bir müddet istiklâllerini sürdürmeğe muvaffak olabilenlere pek nadiren rastlanmaktadır. Batı Aksa’da kurulan ve bir buçuk asır süren “Benî İdris Alevî Hanedânlığı” ile daha kısa yaşayan “Alevî Devletleri” de burada bahsedilmeğe değerdir.
Alevîler tarafından iskân edilen ülkeler
Alevîler kendi güvenliklerini teminat altına alma açısından Deylem, Mazenderan, Taberistan ve İran’da askerî harekâta uygun olmayan sarp dağlar üzerinde yer alan yüksek yaylâlardaki nehirlerin kıyılarında ikâmet etmekteydiler. Bağdat’taki hilâfet merkezinden çok uzakta bulunan bu muhitlerde Alevîler’in mevkileri hâlifelerin nüfuzundan çok daha fazla etkili olmaktaydı. “Dâ’î-i Kebîr” ve “Dâ’î-i Sâgîr” nâmı altında bağımsızlıklarını ilân eden “Sâhib-î Zuhurlar” hep bu çevrelerden yetişiyordu. Abbâsî Hâlifesi “ʿAhmed el-Mûsta`in bi’l-Lâh” devrinde “Duât’û-Alevîyye” mensubu “Yahyâ bin Ömer Kûfî” huruç hareketi başlattığında Irak’ta Ehl-i Beyt’e bağlı ne kadar Alevî varsa hepsi onun önderliği altında birleşerek Abbâsî Orduları’yla kanlı bir muharebeye giriştiler. Bu şiddetli harpte katledilen Yahyâ bin Ömer’in başının Bağdat’ta teşhir edilmesinden son derece müteessir olan Alevîler uzak ülkelere yerleştiler.[2]
Alevîler’in Türkistan’a doğru yayılmaları
Hicrî 98 / M. 717 yılında “Yezid bin Mühelleb” Taberistan, Cürcan ve etrafındaki şehirleri fethettikten sonra bu muhitlerde Abbâsîler’den El-Mansur devrine kadar sürekli olarak kırk sene boyunca Alevîlik propagandaları yürütüldü. Hicrî 138 / M. 756 yılında ise Sünbâd (Sinbâd) adındaki bir Mecûsî İslâm âkideleri üzerinde bozguncu etkiler yaratan ve pek çok kişiyi peşinden sürükleyen yeni bir mezhep ortaya attı.[1]
“Hasan bin Zeyd’ûl-Alevî” ve Taberistan İsyânı
Bu hadiseden otuz yıl sonra M. 785 yılında “Ali Zeyn el-Âb’ı-Dîn’in torunu Hasan bin Zeyd’ûl-Alevî” Taberistan’da “Hanedân-ı Ehl-i Beyt” nâmına dâvetlerine başladı. Hattâ “Benî Bâdüsîyân” nâmıyla meşhur “Rüstemdâd” hükümdârı “Abd’ûl-Lâh” da Hasan bin Zeyd’ûl-Alevî’ye tâbi olanlar arasındaydı. Deylem, Âmül ve bütün Taberistan şehirlerinde “Alevîlik” propagandalarının şiddetli bir şekilde devam ettiği bu devirde “Rüstemdarlar’dan Feridun’un oğlu Bâdüsyân” hükümdârlık makâmına geçince Abbâsîler’in aleyhine fa’aaliyetler sürdürmekte olan ihtilâlcilerin önderi Hasan bin Zeyd bin Ali’ûl-Alevî’ye de büyük ihsânlarda bulunmuştu.
El-Dâî’Kebîr Hâlife – İmâm Bil’Hâkk “Hasan bin Zeyyid” İsyânı
O sıralarda Abd’ûl-Lâh bin Tâhir’in Oğlu Muhammed’in dirliği olan Deylem-Taberistan kıt’ası, onun nâmına “Câbir bin Hârun” adındaki Hristiyan kâtibi tarafından yönetilmekteydi. Bu adamın yaptığı mezâlime tahammül edemeyen Taberistanlılar, Alevîler’den bir önderin etrafında teşkilâtlandılar. Bu yeni önderin daha deneyimli olan ve Cürcan’da yaşayan Hasan bin Zeyyid’i tavsiye etmesi üzerine ise, harekâtı yönetmek için Hasan bin Zeyyid’i Taberistan’a davet ederek “El-Dâî’Kebîr Hâlife ve İmâm Bil’Hâkk” ünvânı ile Hicrî 250 / M. 864 yılının Ramazan ayında kendisine biât ettiler. Bu gelişmeler neticesinde Abbâsîler’in Taberistan valisi olan “Süleyman bin Tâhir” firar etmek zorunda kaldı. Etrafa mektuplar yollayan “Hasan bin Zeyyid” bu muhitlerdeki halkı kendisine biât etmeğe dâvet etti. Mülûk Bâvendîyye’den “Şehrîyâr” bu dâvete icâbet edenlerin başında gelmekteydi.
Alevîler’in Taberistan’daki diğer fa’aliyetleri
Hicrî 250 / M. 864 yılında yine Taberistan’da Nâsır’ûl-Hâk Alevî yeni bir huruç hareketi başlattı. Bunu müteakiben “Dâî Hayfer Hasan Kâsım Alevî”, “Seyyid Câ’fer”, “Seyyid Geylân” gibi çok önemli hâdiseler başlatan dâîlerin propagandaları neticesinde bu bölgelerde Abbâsîler büyük ölçüde itibâr kaybına uğrayarak her türlü nüfuzlarını da yitirmiş oldular. Arada geçen zaman zarfı içerisinde ufak tefek birtakım hükûmetlerin kurulmasına rağmen, bu hükûmetleri kuran sülaleler süreklilik ve istikrar sağlamayı başaramadıklarından birbirlerini takiben tarihin sahnesinden silinip yok oldular. Neticede Bağdat Hilâfet makamının hâkimiyeti bu bölgede kuvvetli bir şekilde hissedilmeye başlamış oldu. Daha sonra gelen devirlerde ise “Ahmed Hücistanî” adında bir sâhib-i huruç Curcan ve Taberistan’da ihtilâl çıkardı.
“Hasan bin Ali El-Utrus” İsyânı
Hicrî 301 / M. 914 yılında “Sare” ve “Âmül” şehirlerini fetheden meşhur “Hasan bin Ali el-Utrus” on yedi yıl süren ayaklanması neticesinde Abbâsîler’in isimlerini bölgeden tamamıyla silmeyi başardı. Bir yandan Bağdad hâlifelerine karşı sonsuz kin ve husumet propagandaları yürüten dâîlerin tesirleri nedeniyle, diğer taraftan da Irak’taki hükûmet tarafından “Alevîlik” yanlılığıyla itham edilmeleri sebebiyle, binlerce insan Taberistan ve Gürgan yöresine göç etmek zorunda kalmışlardı. Hasan bin Ali el-Utrus’un ölümü üzerine “Leylâ bin Nûman”, “En-Nâsır’ûd-Dîn Allâh” unvanıyla yeni bir huruç hareketi başlattı. “Nişabur” ve “Tûs” şehirlerini işgal ederek Alevîler’in mevkîilerini bir hâyli kuvvetlendirdi.
Taberistan Alevîleri’nin Bağdat’taki taraftarlarına yolladıkları mâlî yardımlar
Bu hâdiseler cereyân ederken Taberistan Alavîleri de el altından Bağdat’taki Alevîleri desteklemek maksadıyla mâlî yardımlarda bulunuyorlardı. Muhammed bin Zeyyid el-Alevî’nin tahsilâtından otuz bin altının Irak’ta mukîm sâdâta dağıtılmak üzere Muhammed bin Verd Attar’a gönderildiği haberi Bağdat’taki hâlife El-Mû’tezîd bil-Lâh’a ihbâr edilmiş fakat hâlife bu yardımların sahiplerine ulaşmalarına engel olmak istememişti. Bağdat’ın “Büveyhîler” tarafından fethine kadar Şiî ve Sünnî mücadeleleri en hararetli şekliyle devam etti.
Ayrıca bakınız
|
Mısır’dan Türkistan’a Fâtımîler’in gönderdiği Alevî-Dâ’îler
Fâtımîler’in Mısır’da hükûmet kurmaları üzerine Mısır dâ’îleri Suriye üzerinden uç Anadolu’ya, Horasan’a ve Türkistan’a gelmeye başladılar. Horasan’da oturan büyük dâ’î, Maverâünnehre ve oradan daha esaslı bir teşkilât oluşturabilmek amacıyla Nesef ve Buhârâ’ya geçmişti. “Bâtınîler”, artık Abbâsîler’e karşı en önemli dâ’îlerini Kahire saraylarından ithâl etmeye başlamışlardı. "EbûʿAlî el-Mansûr el-Hâkim bi-EmrʿAllâh" ve "Ebû Tamîm Ma’add el-Mûstensir bil-Lâh" gibi Bâtınîliğin dâî a’zâmlık mertebesine ulaşmış olan hâlifeler, bu harekâtın idaresini tüm hassasiyetleriyle ellerinde tutmakta ve en ehliyetli dâ’îlerini Türkistan’a tayin etmekteydiler. Deylem’e Ebâ Hâtim, Nişabur’a Ahmed Nesefî ve Ebû Yakûb Sizcî, Maverâünnehir’e Bendanî, Hindistan’a Ahmed bin Keyyâl (H. 270, M. 884), Endülüs’e İbn-i Meserret (H. 310, M. 923) gibi çok iktidarlı dâ’îler “Bâtınîlik Teşkilâtını” oluşturmak üzere atanmışlardı.
Mısır Fâtımîleri’nin desteğiyle Orta Asya’da kurulan Pamir-Alevî teşkilâtı
Abbâsî Halifeliği’ne karşı şiddetli bir husumet ve muhalefet beslemekte olan Mısır Fâtımî dâ’îleri Buhârâ’ya hâkim olan Samânîler’in en yakınları arasına nüfuz ederek Maverâünnehir ve Türkistan valilerinin saraylarına girmeyi başararak Fâtımî halifeleri adına halkı Şîʿa-i Bâtın’îyye mezhebine davet etmeğe başladılar. Maverâünnehre atanan Fâtımî dâîlerinden Muhammed Nesefî’nin çabalarıyla Samânîler’in ikinci hükümdarı olan “Nasr bin Ahmed bin Sâman” Şîʿa-i Bâtın’îyye mezhebine girdi. Ali’nin “İlâh el-Arab” nâmı ile anılmakta olduğu bu bölgede Türkistan hükümdârı ile Âli Saffar’ın müessisi olan Yakûb bin Leys de “Bâtınî-Alevîliği” kabul etmişlerdi. Böylece, Orta Asya’da çok kuvvetli bir “Bâtın’îyye Teşkilâtı” vücuda getirilmiş oldu.
Taberistan-Pamir-Türkistan Bâtınî-Alevîleri Dâî-i Â’zam-ı: Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev
Din ve felsefe ilimlerinde büyük şöhret sahibi olan “Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev”, Tuğrul Selçukî’nin kardeşi Çağrı Bey’in Horasan valiliği esnasında önemli memuriyetlerde bulundu. H. 437, M. 1046 yılında Hicaz’a gitti. H. 440, M. 1049’da Fâtımî halifesi Ebû Tamîm Ma’add el-Mûstensir bil-Lâh’ın emrine girdi. “İmâm-ı Zaman” tarafından Horasan Dâî Â’zamlığına tâyin oldu. Tehame, Yemen, Lehsa Karmatîler’i ile ilişkiler kurdu. Oralarda bir hayli neşriyatta bulunduktan sonra Basra ve İsfahan’a uğrayarak kardeşi Ebû Said ile birlikte Belh’e geldi. Kendisine “Hüccet-î Mûstensir”, “Hüccet-î Horasan” ve “Sâhib-î Cezîre” unvanları verildi. Nâsır Hüsrev’in fa’aliyetlerinden şüphelenen hükûmet onu Horasan’dan çıkardı. Uzun seyahatlerden sonra Belh’e oradanda Mazenderan’a gitti. Vardığı yerlerde hep Bedmezheplik ile suçlandı. Bu sebeple kimliğini gizlemek ve deruhte ettiği görevi tehlikesiz ifa edebilmek amacıyla kimi zaman bir tarikât üyesi gibi Ebû’l Hasan Kharakânî[3] zâviyesinde, kimi zaman da İsfahan ve Geylan âlimleriyle hikmet ve felsefeye dair münakaşalara giren bir hâkim olarak tanınmaktaydı. Bedehşan köylerinden Yemlekân’da öldü.[4] “Orta Asya Alevîleri” üzerinde derin izler bırakmış olan Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev’in mezarı bütün Rusya, İran, Hindistan, Afganistan ve Çin’den akın eden ziyaretçilerle takdis edilmektedir.[5]
Pamir Alevî–Bâtınîliği’nin i’tikadî ilkeleri
"“Türkistan Bâtınîleri”" ve "“Pamir Alevîleri”" tarafından mezhepte “Düstur-û Amel” olarak bilinen Nâsır-ı Hüsrev’in fıkıh kitabını andıran eseri “Veçh-î Dîn,” günümüzde "Bâtınî Pamir–Alevîliği" i’tikadının ana hatlarını kayıt altında tutabilmiş olan en ciddî belge niteliğindedir.
- Veçh-î Dîn’in öğretisinde “Allah’ın insanlara karşı hücceti olan imân mevcuttur.” Cinnet akıldan ibârettir. “Resûller,” “Hüdâvend-i Tenzil,” onların vasileri olan “İmâm-ı Zamân” da “Hüdâvend-i Te’vil”dir. Cehennem, “Cehl ve Hamakât” demektir.[6]
- İnsanda altı cihetin mevcudiyetinden ötürü Allah insanlara “Nâtık” adı verilen Âdem, Nûh, İbrahim, Mûsâ, İsâ ve Muhammed gibi altı büyük peygamber göndermiştir. Her peygamberin ardından da altı tane büyük imâm gelmiştir. Altıncı büyük imâmdan sonra ise tekrar yeni bir Nâtık – Peygamber gönderilir.[7] İnsanlar ise Sünnâ’ûl-Hilkât’tir.
- Şer’iâtin zâhiri olduğu gibi bâtını da vardır. Her peygamber “Sâmit İmâm” diye bilinen ve Nâtığa gelen vahyin bâtınî mânasını izahâtla görevlendirilen bir “Esâs” ya da “Susan” tarafından tâkip edilir.
- Yedinci “Nâtık” Bâtın’îyye Mezhebi’nin müjdecisi olan Muhammed bin İsmâ‘il’dir. Onun Esâs’ı da Bâtın’îyye i’tikadının müessisi olan “Meymûn’ûl-Kaddâh’ın oğlu ʿAbd Allâh İbn-i Meymûn” ile oğullarıdır.
- Dinî teklifler birer mahiyeti te’vil ile örtülüdür. Örneğin, abdest bâtınen Hüdâvend-i Zamân’ın ahdini iltizâm eder ve düşmanlarından inkıtâ’dır.
- Nâmaz’ın hakikâtiyse Hüdâvend’in dostlarına ittisâldir.
- İnsanların yememekten ve içmemekten kurtulmalarından dolayı “Ramazan Bayramı” “Esâs”ın dilidir. İşte Mü’minler de bu “Esâs” sayesinde ilîm zâ’fından sıyrılıp otuz gün süresince sukûn’un dili olan oruç’tan sonra ilîm ile tekemmül ederler.
- Yedi “Nâtık (Âdem, Nûh, İbrahim, Mûsâ, İsâ, Muhammed Mustafa ve Muhammed bin İsmâ‘îl eş-Şâkir)”, “Yedi Esâs ya da Sâmit İmâm (Şit, Sam, İsmâ‘il, Hârun, Şem’ûn, Ali el-Mûrtezâ, ʿAbd Allâh İbn-i Meymûn ve Oğulları),” “Altı İmâm (Hasan el-Mûctebâ, Hüseyin eş-Şühedâ, Ali Zeyn el-Âb’ı-Dîn, Muhammed el-Bakır, Câʿfer es-Sâdık, İsmâ‘îl bin Câʿfer el-Mûbarek)”, birer Bâb-ı Hüccet, Dâ’î-i Belâğ ve Mutlâk, Me’zûn Mutlak ve Mahdût, beş haddi ulvî olan, “akıl,” “nefs,” “vecd,” “feth,” “hayâl” – ki hepsi otuz eder – gibi kavramları anlayıp haklarında malumât edindikten sonra bayram ederler.
- Ramazan Bayramı’nın te’vili “Esâs”ın ilmiyle anlaşıldığından onun delili de “Fıtır” gibi “Esâs”ın ismi olan Ali’nin üç harfinden meydana gelmiş olmasıdır.
- “Zekât” da “Esâs”a dâhildir. Çünkü Zekât Arapça’da “Tahâret” anlamını taşımaktadır. Şek ve şüpheden temizlenmekte “Esâs”ın ilmi olan te’vil ile oluşur.
- “Hac” da “Nâmaz” gibi Mü’minleri Hüdâ’nın dostlarına yakınlaştırmaktadır.[8]
Anadolu Alevîliği ile Türkistan Alevîliği arasındaki yakınlıklar ve önemli kişiler şeması
Kaynakça
- Balcıoğlu, Tahir Harimî, Mezhep Cereyanları – Alevîler’in mühim fa’aliyete geçmeleri ve Türkistan’a Alevî dâîlerinin yayılmaları, Sayfa 50, Hilmi Ziyâ Neşriyâtı, Ahmet Sait Tab’ı, 1940.
- Sahayîf’ûl-İhbâr, Cilt 2, Sahife 410.
- Tarih Peçevî, Cilt: 2, Sahife: 56.
- Tezkere-i Devlet Şâh-ı Semerkandî.
- Profesör M. Şerafeddin, Pamir İsmâ‘ilîleri, İlâhiyat Fakültesi Mecmuası, Sayı 71, Yıl 1928.
- Tahir Harimî, Naklî İlimler Tarihi – Kelâm Tarihi: Dürzî mezhebi. (Dürzîler’de “Ûkkal” ve “Cühhal” diye bir nev’i taksimât yaparlar. Nâsır-ı Hüsrev’in te’villeriyle kuvvetli bir benzerlik gösteren bu akidelerin kaynaklarının hep ortak olduğu ve mezhepler tarihinin çeşitli safhalarında rastgeldiğimiz benzer i’tikatların zamanımıza dek hep ufak farklılıklarla birbirlerinden aktarılarak geldikleri anlaşılmaktadır.)
- Öz, Mustafa, Mezhepler Tarihi ve Terimleri Sözlüğü, Ensar Yayıncılık, İstanbul, 2011.
- Balcıoğlu, Tahir Harimî, Mezhep cereyanları – Mısır Fâtımîleri ve Alevîler’in Pamir Teşkilâtı: Dâ’î-i Â’zâm: Nâsır Hüsrev, Sayfa 142, Ahmed Said tab’ı, Hilmi Ziya neşriyâtı, 1940.
- Muhammed Ebû Zehra: Mezhepler Tarihi, Sayfa 225, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2011. (Câ’bir, i’tikad ve imân esasları konusunda İmam Câfer-i Sâdık el-Alevî’den ders almış ve onun i’tikadını benimsemiştir. Câ’bir bin Hayyân, Câf’er-i Sadık’ın îlmini topladığı beşyüz risâlesini bir araya getirerek tek bir kitâp halinde yayınlamıştır. Câ’bir bu risâlelerin, kendisinin İmam Câfer-i Sadık el'Alevî’den edindiği feyz ve ilhâmlar sayesinde teşekkül ettiğini belirtmiştir.)
- Muhammed Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, Sayfa 225, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2011. (İmâm Câ’fer’in Allah’ın mevcûdiyetini bilme gayesi için Kozmoloji ilmiyle uğraştığını bildiren deliller vardır. Elde ettiği bilgileri Allah’ın vahdaniyetini ispat etmek amacıyla kullanmıştır. Bu konuda, İmâm Câfer-i Sadık, Kur'an’in evren ve tabiât hakkında bilgiler vererek insanları düşündürme methodunu uygulamıştır. Mufaddal bin Amra’ya yazdırdığı “Risalet-ût Tevhîd” adlı kitabında tabiât olaylarının insanın hizmetine sunulmuş olduğunu öne sürerek, hepsinin bir yaratıcının eseri olması gerekliliği hakkında yürüttüğü fikirlerini savunmuştur.)
- Nûru’l-ulûm, s. 190; Nefahat tercümesi, s. 330; Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ (Çorum'lu Alevî Evliyâ), c. II, s. 202; Sem’anî, Kitâbü’l-ensâb, 194b; Hucviri, Keşfü’l-mahcûb, tercüme, Nicholson, London, s. 161, Nâme-i Dânişveran, C. I, s. 185.(Ebû’l Hasan el-Harakânî’nin asıl adı Ali bin Câ’fer’dir. Meşhur Alevilerden olup, Bistam civarında “Harakan” adı verilen bir köyde H. 350 / M. 962 yılında doğmuştur. Mezarı H. 987/M. 1580’de Vezir Mustafa Paşa’nın memur olduğu Acem seferi esnasında Kars yakınlarında bulunmuştur. Önce çobanlık etmiş, sonra da çiftçilik ve nakliye işleriyle uğraşmıştır. Kur’an okumaktan başka bir tahsili yoktur. Muhammed bin Nusayr’e müntesiptir. Kendisi Türkmen ve Arap Alevileriyle arasındaki samimiyetin çok olduğu biri olarak sayılır. Gazneli Sultan Mahmud başta olmak üzere İbn-i Sina gibi ünlü filozoflar tarafından ziyaret edilmiştir. 10 Muharrem 425 / 4 Ocak 1033 tarihinde vefat etmiştir.)
- Barthold, W., İslâm Medeniyeti Tarihi, Professör Dr. Fuad Köprülü’nün Geniş, izah, düzeltme ve ilâvelerle tercümesi, Sayfa 192, Türk Tarih Kurumu Baskısı, Ankara, 1963.
- Bedr’ed-Dîn Mahmud Aynî, İkd’ûl-Cûmman. (Baba İshak’ın Baba İylâs Horasanî’nin “Çehariyâr” adı verilen dört halifesinden biri olan Aybek Baba’nın müridi olduğunu belirtmektedir.)
- Bedr’ed-Dîn Mahmud Aynî, İkd’ûl-Cûmman. (Sarı Saltık Baba’nın Baba İylâs Horasanî’nin “Çehariyâr” adı verilen dört halifesinden biri olduğunu belirtmektedir. Çehariyâr’ın diğer üçü Lokman Baba, Aybek Baba ve Behlül Baba’dır.)
- Bedr’ed-Dîn Mahmud Aynî, İkd’ûl-Cûmman. (Aybek Baba’nın Baba İylâs Horasanî (Pîr-i Horasan el-Alevî)]]’nin “Çehariyâr” adı verilen dört halifesinden biri olduğunu belirtmektedir. Çehariyâr’ın diğer üçü, Saltık Baba, Lokman Baba ve Behlül Baba’dır.)
- Bedr’ed-Dîn Mahmud Aynî, İkd’ûl-Cûmman. (Burak Baba’nın Baba İylâs Horasanî’nin “Çehariyâr” adı verilen dört halifesinden biri olan Aybek Baba’nın müridi olduğunu belirtmektedir.)